PKK'yla geçen 24 yılın komutanları / Fikret Bila - 4
Konuştuğum komutanların çoğu
olağanüstü hal (
OHAL) yönetiminden şikâyetçiydi. OHAL'e geçişle birlikte
Güneydoğu'da bir
yetki karmaşası yaşandığını, emir-komuta zincirinin karıştığını ve bunun da terörle mücadeleyi olumsuz etkilediğini söylediler.
Bu konuyu
emekli Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök Paşa'ya da sordum.
OHAL'e geçişin hata olduğu, yetki karmaşası yarattığına ilişkin komutanlardan gelen eleştiriler oldu. Siz de bölgede çalıştınız, ne düşünüyorsunuz?
- Sıkıyönetimden 1987'de OHAL'e geçildi. OHAL, bazı illerden daha sonra tümüyle kaldırıldı, normal yönetime geçildi. Bu normal idare, biliyorsunuz, İl İdaresi Kanunu hükümlerine göre yapılır. Her birisinin silahlı güçlere verdiği yetkiler ayrı. Sıkıyönetimde çok büyük yetkileriniz var. Şüphelileri uzun süre gözaltında bulundurabiliyorsunuz. Süreyi uzatabiliyorsunuz.
Tabii, olayın gidişine göre daima TSK'nın görüşü de o yönde ağırlık taşıyordu. İlla
sıkıyönetim sürsün, denmiyordu ama OHAL'de biraz daha yetkiler azaldı. OHAL'in özelliği, Bölge Valiliği'nin kurulmasıydı. Çünkü, ortada büyük bir olay vardı. Bir siyasi cereyan ve bunu silahıyla destekleyen bir grubun oluşması önemli bir sorundu.
Hal böyle olunca, bu konuyu yerinde takip edecek bir oluşuma ihtiyaç duyuldu ve Bölge Valiliği ihdas edildi. Ama, benim görüşüm, Bölge Valiliği'nin kuruluş çalışmasının iyi yapılmadığı ve sonra da düzeltilemediği.
'Ya şıh ya asker'
Silahlı mücadelenin yanı sıra Bölge Valiliği ile valilikler ekonomik, sosyal yatırım veya yardım bütçesi kullanıyorlar mıydı, ortak bir programları var mıydı?
- Devletimiz Güneydoğu'ya çok para harcadı. Olaylardan evvel de harcamıştı. Evet, ekonomik şartlar kötü, ama devlet oraya yatırım yapmamış, hiçbir şey götürmemiş değil. Devlet, oraya çok şey yapmış. Ama, tabii bir yere yatırım yaptığınız zaman, o yatırımlardan istifade edecek eğitim çalışmalarını birlikte götürmek zorundasınız.
Oranın halkı, eğitim konusunda zayıf kalmış. Hep birilerinden beklemiş, ya şıhtan beklemiş ya ağadan beklemiş ya TSK'dan ya jandarmadan beklemiş.
Feodal bir yapıdan kaynaklanan sorunların etkisi galiba?
- Feodal bir yapı var, tabii, çok enteresandır. Birisinin çocuğu ölüyor. Gelen
şeker ve un miktarını bana söyledi bir başka
tugay komutanı arkadaşım, inanamadım. Evlendiriyorsunuz mesela, öyle görevler var ki, şaşırıyorsunuz. Oğlan tarafı ne yapacak, ne verecek, kız tarafı ne yapacak, ne verecek? Bunlar feodal yapı içinde belirleniyor.
Normal ekonomik ilişkiler, karar süreçleri yok. Bunlar değişiyor şimdi. Mesela, yeni bir proje yürütüyorlar. Mikrokredi diye. Birçok kimse iş sahibi oluyor.
Organize edildiği zaman bu iş daha iyi olabilirdi. O dönemde bölgeye bol bol para geldi. Ama, tetik komutanın elinde, cüzdan Bölge Valisi'nin cebindeydi. Tabii bu iyi olmadı.
'Beklenti geliştirildi'
Sınır ötesi harekât konusunda Özkök Paşa'nın ne düşündüğünü sordum:
- Son zamanlarda, kamuoyunda böyle bir beklenti geliştirildi. Sanki,
Irak'ın kuzeyine bir harekât yapılırsa bu iş biter. Şehitler verilmez.
Hayır, bitmez. Neden bitmez? Daha evvel
sınır ötesi harekâtlar yaptık. Karşı taraftaki silahlı unsurların büyük bir stratejik derinliği var. Bir tane torbası var, vuruyor sırtına 200 kilometre gerilere gidiyor. Onu tanıyanlar, bilenler, destekleyen insanlar var gittiği yerlerde.
Bizim gibi savaş harekât merkezleri yok, orduevleri yok, yatakhaneleri yok, eğitim merkezleri yok ki gidesin vurasın da iş yapamaz hale getiresin. Ama, bu harekâtın faydası yok mu? Olmaz mı? Var tabii. Büyük bir irade ortaya koyuyorsunuz. Ben bu işi bitirmeye kararlıyım ya da ben bu örgütün istediği şeyin yapılmasına asla müsaade etmeyeceğim, mesajını vermiş oluyorsunuz.
'Devlet antrenmanını Türkiye yaptırdı'
Barzani ve Talabani'yle işbirliğine Hilmi Özkök Paşa nasıl bakıyordu?
- Aslında, bazen mahalli liderlere, PKK'ya karşı bizimle işbirliği yapsın diye itibar etmek bence yanlış olmuştur. Mesela, ben tugay komutanıyken Irak'ın kuzey bölgesine giden bütün ihtiyaç maddeleri bizden giderdi. Güneydoğu'dan, kaçak olarak.
Kaçakçılığı, Şırnak'tan bölgeye giden malları kontrole tabi tutarak önlerdik. Çok muhtaç duruma düşerlerdi. Bu mahalli liderler bir binbaşıyla konuşayım diye yalvarırlardı. Ama, sonra baktık ki, bunlar Türkiye'ye geldiler. Kendilerine kırmızı pasaport verildi.
'Asker aklımla'
Bunlar, benim bilmediğim bazı ihtiyaçlardan kaynaklanan hareketler olabilir. Tabii onları devlet unsurları bir sebepten dolayı yapmıştır. Yani, bunlarla işbirliği yaparak, orada onlara bir devlet olma antrenmanını Türkiye yaptırmıştır.
1991
Körfez Savaşı'ndan sonra, 36. Paralel'in kuzeyinin uçuşa yasaklanması, Saddam'ın bölgedeki etkinliğinin tamamen kırılmasından sonra başıboş kaldılar v
e devleti hemen kurmaya yöneldiler. Devlet müesseseleşerek olunur, ben devlet oldum demekle devlet olunmaz.
Bir devletin müesseselerinin olması lazım. Gümrüğün, askerin, bankacın olması lazım. Onlar, bunu adım adım yaparken, bunlara biz yardımcı olduk. Ama, şu var: Bunları yapmasaydık ne olurdu? Tabii, o da ayrı bir konu. Ne de olsa onlarla da bizim akrabalık bağlarımız var.
Bizim, nasıl sağda soldaki Türklerle, Kıbrıs'taki, Azerbaycan'daki Türklerle akrabalık bağlarımız varsa, onların da
Kürt kökenli vatandaşlarımızla akrabalıkları var. Yani, en azından etik sorumluluklarımız var. Bırakalım mı yani?
Bir çözüm tarzı olarak buradaki gelişmeler, bize zarar vermeden, hatta fayda verecek bir oluşum içine girebilir mi ona bakmak gerek. Ama, tabii, çok kişinin bakması gerek, ben asker aklımla bütün boyutlarını göremem.
'PKK ile mücadele eski isyanlardan çok farklı'
Cumhuriyet dönemindeki Kürt isyanları ile PKK olayı arasındaki farkı diğer komutanlara sormuştum. Sizce aralarındaki fark ne?
- Fark, dünyadaki değişimdir. Eskiden gözetim de yokmuş,
iletişim de. Ne oluyor, ne bitiyor kimse de bilmiyormuş. Ne CNN varmış ne
Reuters varmış. Ortaya çıkan bitiyormuş. O zaman bunlar hallediliyormuş. Eşkıya, isyan, ne ise bastırılıp hallediliyormuş. Ama, PKK hareketi başladığı zaman, 1980'li yıllar...
1980'li yıllardan sonraki yıllar iletişimin çok yaygınlaştığı zamanlar. Bir yerde olan her şeyi bütün dünya kısa sürede öğrenebiliyor, görebiliyor. Mesela, ben bir tarihte ABD'de büyük bir karargâha gittim, iki tane CNN'i gösteren televizyon asılıydı komutanın odasında. Dedi ki, 'Bizden 5 dakika önce' veriyorlar her şeyi. İlk haberleri oradan alıyorlar. Kendilerinin de her türlü muhabere irtibatları var. Ama, dünyada bunlar çok geliştiği için gözetim var, bu gözetimden çok istifade etti PKK.
Her zaman daha ölçülü hareket etme zorunluluğunu yarattı. Şimdi, sonra PKK'nın ne farkı var konusu tabii önemli. Eskiden, ordular karşı karşıya geliyormuş. Birer tane silahşor çıkarıyorlarmış, kim kimi yenerse onun ordusu galip sayılıyormuş.
Bombalama arttı
Bazen, ordular harp etmeden olay sonuçlanıyormuş. Bir zamanlar, ateş üstünlüğü sağlamak için, iki
manga arka arkaya duruyorlarmış, ateş çoğunluğunu toplayabilmek için, yanaşık düzen eğitiminin önem kazandığı bir hareket yapıyorlarmış.
Arkasından, makineli tüfekler,
bombalar çıkınca, bir bomba atılıyor, hepsi gidiyor. Bu sefer dağılmışlar, dağınık düzene geçmişler. Dolayısıyla, olaylar değişiyor. Sonra, bakmışlar ki, bazı ordular çok modernleşiyor, onun dışında bazı ülkelerin orduları gelişemiyor. O zaman arada bir asimetri doğmuş. Bu sefer "asimetrik savaş" dediğimiz savaş ortaya çıkmış.
Mesela, bunu Güney
Amerika gibi ülkelerdeki olaylarda çok kullanmışlar. Zayıfın güçlüyle başa çıkabilmesi için ne yapılması lazım. Bu, tabii seneler içerisinde çok gelişmiş.
Mesela, her iki Irak harekâtından sonra
bombalama eylemlerindeki artışa bakarsanız, teknolojinin nasıl süratle geldiğini görürsünüz. Ben Güneydoğu'da tugay komutanlığı yaptığım zamanlarda, PKK'nın bombalama eylemi çok azdı.
Kolordu komutanlığında da ben o bölgede çalıştım. O zaman da çok enderdi. Şimdi, o kadar büyük teknoloji geliştirdiler, uzaktan kumandalı bombaları çok rahatlıkla kullanabiliyorlar. Nereden nereye geldi...
'Olay büyütülmemeli'
Irak'taki direnç harekâtının ABD'lilere karşı geliştirilişi de dikkat çekicidir. Uçaklarını düşürüyorlar ABD'lilerin, tanklarına ağır
hasar verdiriyorlar. Yani, bu asimetrik savaş gelişmeye başladı.
Önce buna başka isimler vermişler, düşük yoğunluklu harekât gibi. Düşük yoğunluklu harekâttan ziyade, bu gruplar sayıca az oldukları için, Silahlı Kuvvetler bunlara ayrı bir
sistem uyguluyormuş. Düşük yoğunluklu harekât lafı oradan gelmiş.
Tankı, topu, tüfeğini bulamıyorsunuz. Olaylar pek seyrek oluyormuş, dolayısıyla düşük yoğunluklu harekât denilmiş. Benim, mesela ilk okuduğum kitaplar, 1984'te, 'Low Indensity Conflict' diye
İngilizce bir kitaptır. Orada okudum ve orada bir cümle benim hâlâ kulaklarımda çınlar. Diyor ki, 'Silahlı Kuvvetler'in rolü bu gibi olaylarda, hükümet ajanslarının bölgeye gelip sebebi ortadan kaldırmak için yapacakları harekâta uygun güvenlik ortamı sağlamaktır.' Ve olayların boyutunu sabit tutmaya çalışır, büyütmemeye çalışır.
Türkiye'de de TSK'nın PKK ile mücadelesi böyle algılanıp böyle uygulandı mı?
- Silahlı Kuvvetler de bunun erdemine tamamen
akıl erdirdi ve hükümetleri her zaman
teşvik etti.
Hükümetlerin yapabildiğini yaptı; yapamadığını hep biz yaptık, Silahlı Kuvvetler olarak. Okullar açmaktan tutun da, sağlık taramalarından, halkın oradaki eğitimine kadar, banyosundan tuvaletine kadar. Olay ortadan kalksın diye.
'Bitmesi, ümidini yitirmesine bağlı'
Sizce neden, sadece ekonomik ve sosyal açıdan geri kalmışlık mıdır?
- Sebep, sadece bu mudur, oradaki
yoksulluk mudur? Üzerinde düşünmek lazım. Orta
Anadolu da yoksul. İzmir'in köyleri de var yoksul. Niye, PKK hareketi oralarda olmadı da burada oldu? Olay o zaman neye bağlanıyor? Bir Kürtçülük hareketi var. Bunu kaşıyanlar var. Bunu kaşıyanlar tabii yurtiçinde de var, dışında da var. Yani, bu hareket 1984'ten beri 23 senedir devam ediyor.
23 senedir (PKK) başarılı olamamıştır. Ama, öbür taraftan baktığın zaman birçok ülkede böyle. Neden böyle? Bunun ayrı sebepleri var. Onlar konuşulur. Onlar, taktik seviyeye iner. 23 sene insan bıkar, yani artık yeter, olmuyor der değil mi? Veya, bu işi başka şekilde halledelim, der.
Bu da böyle gelmiş, bu kadar süredir gidiyor. Bir harekâtı sona erdirecek şey,
ümitsizliktir. Yani, ümit kaybolursa olay biter. Çünkü, çare sırf sebebin ortadan kaldırılması değil. Onu da denemişler. Mesela, Hindistan'a baktığın zaman İngilizler refahı artırırsak, milli gelirlerini artırıcı çalışmalar yapılırsa, içerideki ayrılıkçı hareketi zayıflatmak mümkün olur, demişler. Uygulayınca, ayrılıkçılığın daha da güçlendiğini görmüşler. Bu da enteresandır.
MİLLİYET