Gazeteci Nevval Sevindi, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonra, hükümet tarafından dile getirilmeye başlanan paralel devlet iddialarını değerlendirdi. Hükümetin, paralel devlet iddialarıyla cemaati karalamaya çalıştığını ifade eden Sevindi, "Paralel yapı var mı peki?" sorusuna ise "Önceden PKK-KCK yapılanması vardı, şimdi de AKP’nin devlet içinde kendi yapılanması var." şeklinde cevap verdi. Bazı şeylerin paralel devlet metaforu üzerinden gizlenmeye çalışıldığına dikkat çeken Sevindi şöyle konuştu "Çeşitli dezenformasyonla karalama en tepeye çekiliyor ki herkes onu taşlasın. Neden bunu yaptı? Çünkü 11 yıl içinde zaman zaman bu yöntemle birçok şeyden kurtuldu. Ama yolsuzluk o kadar ayan beyan ortada ki kurtulamıyor, gündemi değiştiremiyor. İşte Zaman Gazetesi'nden yayınlanan Nevval Sevindi'nin röportajı...
Uzun süredir ortalıklarda görünmüyordunuz. Habertürk’te katıldığınız Türkiye’nin Nabzı programı epey konuşuldu. Neler oldu o programda?
Program sürekli olarak aynı dört kişiyle yapılıyordu. İkisi Salih Tuna ve Hilal Kaplan. Hükümet yanlısı olarak oradalardı. Onlar gittikten sonra Cumhuriyet Gazetesi yazarı Şükran Soner, ‘Geçen hafta da hiç konuşamamıştım.’ diyerek genel olarak hiç konuşturulmadığını söyledi. Diğer beyefendide de (Nazif Okumuş) aynı şikâyet vardı. Benim anladığım, ikisinin sazı eline alıp diğer ikisini çok konuşturmadıkları. Fakat kendi gazetelerinin yolsuzlukla ilgili aylar öncesinden yapılmış birinci sayfası ve manşetini görünce programı terk ettiler.
Reklam arasında ne oldu?
Çok ilginç bir şey yaşandı. Salih Tuna geri dönüp, ‘Sen zaten 28 Şubat’ta da köpek demiştin.’ gibi bir laf etti. Demek istediği anlaşılır değil. Bugüne kadar benim karşı duruşumu hiç beğenmemiş ve bunu söylemek için de kendi gazetesinin birinci sayfadan verdiği yolsuzluk haberinden haberi olmadığının ortaya çıktığı güne denk getirmiş. Gazetecilik adına utanç verici bir şey.
Sunucu, programı bitirmek zorunda kaldı. Stüdyoda ne yaşandı? Görevi değişenler olduğu söyleniyor...
Tam bilmiyorum içeride neler olduğunu ama bildiğim, o programın artık kaldırıldığı.
O programdan sonra başka programlara da çıktınız. Halâ sizi davet edecek cesur editörler var galiba...
(Gülüyor) Valla işte Samanyolu Haber, Halk TV, Ulusal TV cesaret etti. Şimdi de iki gündür Sokak TV’de çıkıyorum. Yani alternatif durumda olanlar. Yoksa başka cesaret eden çıkmaz tabii, mümkün değil. Bir de CNN beş dakika verdi. (Gülüyor)
Medya açısından bugün yaşanan süreçte 28 Şubat ile ne gibi bir benzerlik var?
Medya kendisine bir düşmanı hedef seçiyor ve onu şeytanlaştırıyor. Sonra etraftaki diğer fikirler silinmiş oluyor. Sadece herkesin o düşmanı taşlaması isteniyor. O gösterilen hedefe karşı siz başka türlü de düşünülebilir, buna farklı açıdan da bakılabilir diye en ufak bir itiraz yaptığınızda –ki benim 28 Şubat’ta başıma gelen buydu- sizi de şeytanlaştırıyor.
Şu an bu düşman, paralel devlet metaforu üzerinden gidiyor...
Gizlenmeye çalışılan bir şey var elbette. Paralel devlet diyerek bir düşman yaratıldı: Cemaat. 11 yıldır görmedikleri cemaat şimdi düşman. Çeşitli dezenformasyonla karalama en tepeye çekiliyor ki herkes onu taşlasın. Neden bunu yaptı? Çünkü 11 yıl içinde zaman zaman bu yöntemle birçok şeyden kurtuldu. Ama yolsuzluk o kadar ayan beyan ortada ki kurtulamıyor, gündemi değiştiremiyor.
‘Ama yolsuzluk yok’ deniliyor.
Savcı, MASAK, polis… Bütün bunlar devlete ait kurumlar. Devletin memurları ve uzmanları bu bilgileri oluşturmuş. Fotoğraflar ve kamera kayıtları polis tarafından çekilmiş. Tüm bunlar böylesine açık ve net bir şekilde yasal prosedürler içinde yapılmışken bunları karalama, yalan, dolan diye bizi inandırmak için elbette etrafa saldırmak zorundalar.
MİT’in bilgi verdiği de anlaşıldı...
MİT iki defa rapor yazdı 2011’de ve 2013’te. Tüm olanları bildiği için hükümete ve Başbakan’a rapor veriyor. Başbakan’a bunun sonuçlarından doğrudan zarar görebilirsiniz diye bir not yazıyor. Raporun kendisi yeterli gelmiyor, ayrıca not yazılıyor. Yani durum o kadar vahim demek istiyor.
Peki neden dikkate alınmadı?
18 Aralık bunun cevabıdır.
Farklı nasıl davranabilirdi hükümet?
Milyarlarca dolar kaybettik. Ülke fakirleşti, enflasyon ve devalüasyon oldu. Dövizin durumu ortada. Yok olan kurumlar, insanların hayatı... Olanları herkes biliyor. Bu kadar felaketi yaşamamıza neden olan şey 17 Aralık’ın kabul edilmemesi. 18 Aralık’ta ne denebilirdi? Aslında çok basit. Yetkili bir isim veya Başbakan’ın kendisi çıkar ve derdi ki, ‘Ben çiğ yemedim. Karnım ağrımıyor. Bu olay kime gidiyor diyorsanız herkesi sorgulayabilirsiniz. Suç unsuru kimde bulunursa -bakanlarım, çocukları veya bana yakın olanlar da bunların takibinin yapılmasından yanayım ve kendim de takipçisi olacağım.’ Bu kadar.
Önümüzde seçim var...
Mahalli seçimler artık bir güven oylamasına dönüştü. Ağır bir propaganda yürütülüyor. O nedenle internet yasasına sansür bugün torba yasadan çıkıyor.
Bu kadar savcının, polisin yerinin değişmesi uzun vadede Türkiye’ye nasıl bir fatura çıkarır?
Ekonomik fatura, önümüzdeki 15 yıla damgasını vuracak. Yani çocuklarımız ve torunlarımız etkilenecek. Yakın vadeli olan fatura bu. Esas olarak ekonomi ve devlet çöktü. Çünkü yargı sistemi, polis teşkilatı, ordu çökertildi. Şöyle bir bakıyorsunuz devlette ayakta kalmış bir kurum yok neredeyse. 28 Şubat’ta daha sınırlıydı yapılan. Ama şimdi inanılmaz bir kasırga, tayfun halinde önüne geleni cemaatçi diye ‘cemaatölçer’ bir alet mi var 5 bin kişiyi ölçüyorsun? Neye göre ölçüyorsun?
Virüs, çete, örgüt, Haşhaşi, paralel devlet, sahte peygamber, içi boş alim müsveddesi gibi birçok kelime kullanıldı. Nefret söylemiyle ilgisi nedir?
Ağır bir hakaret ve yok sayma var. Yok sayma zaten nefret söyleminin temelidir. Yok etme talebini böylece insanların içselleştirmesini sağlamak, nefret söylemi. Onun üzerine gidip sonunda Yahudileri yakar. Toplum da buna itiraz etmez. Çünkü içselleştirilmiştir. Nefret söylemi bu nedenle çok tehlikeli.
2007 yılında miletvekili adayı olmuştunuz. Tekrar aday olacak mısınız?
Eğer toplumda böyle bir talep oluşursa siyasete tabii devam ederim. Beni kabul edecek bir parti var mı çok merak ediyorum.
Hocaefendi’nin değiştiğini düşünmüyorum
Bugün yaşananlar fikirlerimi değiştirmedi. Benim tanıdığım bir Hocaefendi portresi var. Bunu zaten hem söyleşi çerçevesinde hem de kendi görüşlerim olarak bir kitapta değerlendirdim. Bundan sonra kişisel olarak Fethullah Gülen değişmiştir diye bir düşüncem yok. Ancak Kürt meselesi ile ilgili beni hayrete düşüren birkaç şey oldu. Kürt sorununun çözülmesi için hükümete destek veriyoruz dedi galiba. Ben Kürt meselesini çözecek bir program olmadığına inanıyorum en başından beri. Bu beni rahatsız etmişti ama onun dışında kişisel olarak herhangi bir değişime uğradığını gözlediğim bir şey yok. Toplumu bölen, kamplaştıran söylemler her zaman tehlikelidir. Bu tehlike geçmeden de her şeyin ikinci planda olduğunu düşünüyorum.
AKP’nin kendi paralel yapılanması var
Cemaat iddia edildiği gibi paralel yapı olabilir mi sizce?
Bunun için önümüze bir belge koyulması, kanıtlanması lazım. O zaman 28 Şubat’ın ne günahı vardı, o da yaftalıyordu. O zaman insanları biz tamamen dedikodunun, iftiranın, pespayeliğin, haksızlığın eline bırakıyoruz. Herkes canının istediğini yapabilir. Bireysel özgürlüklerimiz tamamen tahakküm altına alınabilir durumda şu anda. Bu çok büyük bir tehdittir.
Paralel yapı var mı peki?
Önceden PKK-KCK yapılanması vardı, şimdi de AKP’nin devlet içinde kendi yapılanması var.
Bülent Arınç ‘Biz yoksak cemaatler de yok’ dedi. Bu ne demek?
(Gülüyor) Gerçekten bu çok ilginç. Birçok şey söylenebilir. Kendisini cemaat vasiliğine atamış sanıyorum. Çelişkiye bakın: ‘Türkiye’deki bütün cemaatler onlardan önce yoktu ve hiçbir şey yapmadılar ama çok ağır baskılar altındaydı’. Ama biz sizinle var olmadık ki diyecek cemaatler. Bir yığın cemaat var. Bu da bir vesayet üstelik.