'Raporda tek tek dinlenen bireysel hikâyelerde ve örneklerde dindarlardan değil "MHP'li,
ülkücü ve BBP'li" gençlerden gelen müdahaleler ve
baskılar anlatılıyor' Türköne MHP ve BBP yönetimini uyarıyor. İşte Mümtaz'er Türköne'nin yazısının ilgili bölümü :
CEMAATLERİN ALTERNATİFİ NE?
Asıl dramatik olan
sakatlık, araştırmanın bulguları ile varılan sonuçlar ve kurulan sebep sonuç ilişkileri arasındaki büyük
uçurum.
Araştırma,
toplumdaki dindarlık ve muhafazakârlık ekseninde, laik olanlar üzerindeki sistematik baskıyı konu ediniyor. Fakat tek tek dinlenen bireysel hikâyelerde ve örneklerde dindarlardan değil "MHP'li, ülkücü ve BBP'li" gençlerden gelen müdahaleler ve baskılar anlatılıyor. Araştırmanın bulguları neredeyse bütünüyle "ülkücü baskısı"nı örnekliyor. Ama araştırmacılar bu örneklerden dindarlardan gelen baskılara dair genel sonuçlara ulaşıyor.
Araştırmanın bulgularını MHP'nin lider kadrosunun dikkatle okuması ve iddialara
cevap vermesi lazım. Aslında araştırma oldukça yanlı biçimde "ülkücü baskısı"nı konu ediyor.
Peki araştırmacılar bu "ülkücü baskısı" örneklerinden cemaat baskısı ve
AK Parti uygulamalarına dair sonuçlara nasıl ulaşıyorlar? Bu sorunun cevabı yok.
Araştırmacıların yorumundan farklı olarak araştırmanın bulguları, farklı olanlara yönelik toplumsal baskının ve müdahalenin dinî cemaatlerden değil, siyasî örgütlenmelerden ve özellikle de milliyetçi örgütlenmelerden geldiğini iddia ediyor. Araştırmada, mevcut dinî cemaatlerden gelen ve farklı olana yönelen örgütlü baskı örneği nerdeyse hiç yok.
Aslında bir bütün olarak araştırmanın konu edindiği baskı, dindarların veya muhafazakârların değil geleneksel toplum yapısının baskısı. Geleneksel yapısını ve ilişkilerini muhafaza eden şehirlerde daha yoğun bir baskı hissediliyor ve bu baskı kendisini siyasî olarak "milliyetçi" bir kimlikle dışa vuruyor. Bu benim değil, araştırmanın yer verdiği bulguların iddiası.
Ne var ki araştırmacılar bulguların bas bas bağırdığı bu sonucun farkında değiller.
Cemaatçi yapı, örgütlü toplum demek. Örgütlü toplumlar kendi mensupları için güçlü denetim mekanizmaları geliştirirler; ama aynı zamanda dışarıda kalanlara ve farklı olanlara müdahaleyi de engellerler. Türkiye'de "farklı olana tahammülsüzlük" örnekleri ise cemaatçi yapılardan değil, örgütsüz oluşumlardan geliyor. Bireyin kendini tanımlamak için ihtiyaç duyduğu "öteki" yani düşman, tanımlama konusunda yetersiz kalınan durumlarda, daha çok örgütsüz ortamlarda önem kazanıyor; cemaatlerde değil.
Belki de cemaatlere "farklı olana tahammül"ün sigortası olarak yeniden bakmak lâzım.
MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE – ZAMAN