Anketler bile 'kime oy vereceksiniz?' sorusunun arkasına taktığı sorularla
seçmenin genel
politikalara yaklaşımını öğrenmeye çalışıyor. Bu
seçim sanki
referandum gibi, çünkü:
AK Parti'nin sosyal politikaları,
Ergenekon soruşturmasındaki tavrı,
Avrupa Birliği üyelik sürecini yeniden ön plana alma sözü,
ekonomik krizi yönetme başarısı ve tabii ki
dış politika duruşu,
Davos çıkışı oylanacak. Yeni anayasa yazma vaadinin toplumdaki karşılığı ölçülecek.
CHP, çarşaf ve Kur'an kursu
açılımlarıyla mesajını ne kadar ulaştırabildiğini ve
hedef kitle tarafından samimi bulunup bulunmadığını
test edecek. Aynı zamanda klasik tabanının tepkisini görecek. Rejim
tartışmaları ile ülkeyi germemenin olumlu karşılığını bekleyecek.
MHP, parlamentoya yeniden döndü,
yerel yönetimlere de dönme hesabı yapıyor. 22 Temmuz'dan sonraki performansını seçmen karşısında ibra etmeye çalışacak. Çizgileri koruma
siyaseti güden Genel Başkan
Devlet Bahçeli, 2004
yerel seçimlerindeki oyunu artırmak zorunda.
DTP en ilgi
çekici evrilmeyi yaşıyor. Bugüne kadar etnik siyaset ve gerilim politikalarıyla sonuç almayı başaran parti, tabanında gittikçe büyüyen AK Parti
tehlikesine
tedbir almak zorunda. İktidar Partisi
hizmetle seçmenin karşısına çıktığı için DTP de alışık olmadığı şekilde icraat anlatmaya başladı.
DSP'de Genel Başkan
Zeki Sezer partiye damgasını vurmaya çalışıyor.
Rahşan Hanım'dan bağımsızlığını kazandığı gibi parti içi muhalefeti de susturmak zorunda. Renkli
adaylarla partiyi gündeme taşırken,
oy oranında az da olsa artış yaparak koltuğunu sağlamlaştırma peşinde.
SP, çiçeği burnunda lideri
Numan Kurtulmuş'la ilk sınavında. Erdoğan'a
rakip gösterilen Kurtulmuş'un kurucu ağabeylerin baskısından sıyrılması için, onlardan fazla oy alması gerekiyor. Kısacası siyasette var olma mücadelesi verecek.
BBP, beklenen patlamayı; DP içinde bulunduğu girdaptan kurtulmayı hedefliyor. İkisi de liderlerinin lokomotifliği ile gidiyor. Bu seçimde umut vermeyi başarırlarsa kadroların cazibe merkezi hâline gelebilirler. Seçim değil, güven kazanma
hesapları içindeler.
AK Parti'nin 'seçimleri'
AK Parti, açık farkla önde göründüğü seçimde yine bütün partilerden çok çalışıyor. Peki, bunun sebebi ne?
2002 gibi yakın bir tarihte kurulmuş bir partinin 7 yıl sonra gidilen bir yerel seçimde 'tek başına' kalması bir yana, en yakın rakibine en az iki kat fark atarak ipi göğüsleme ihtimali artık sadece ihtimal değil.
Türkiye'de
iktidarların ömrü aşağı yukarı iki seçimle sınırlı iken AK Parti 4. seçiminde daha da güçlenerek iktidarını devam ettirecek görünüyor. AK Parti'nin bir yerel seçimde iddialı olmasının şaşılacak tarafı yok.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın
İstanbul'da sergilediği liderlik ve belediyecilik performansı sayesindedir ki, pek ihtimal verilmediği hâlde, Millî Görüş çizgisinden kopup 'kendi merkezini' üreten bir parti ortaya çıktı.
Merkez sağ bu sürede ömrünü tamamladı, Millî Görüş tutunmaya çalışıyor, milliyetçi rüzgâra rağmen MHP etkili değil, CHP tarihinin en büyük iç krizini yaşıyor... AK Parti, temelleri 'yerel'de atılan siyasi yolculuğunda tek başına yol alıyor. Bu sebeple 29
Mart'a doğru giderken AK Parti'nin '
tercihlerini', biraz da CHP'nin 'Kılıçdaroğlu umutsuz çıkartması'nı tartışıyoruz.
Bu siyasi gelenek aldığı hiçbir şehri bir daha kaybetmedi. AK Partili olmayan belediyelerin iyi yönetilmediğine dair çok da yanlış olmayan yaygın bir
inanç var üstelik. Hükûmetin önde gelen bakanlarının 'belediye'den gelmiş olması da cabası. Parti, ilk kez girdiği 2004 yerel seçimlerinde çok az ili alamadı ve bu partide 'niye' sorusunun hep gündemde tutulmasına ve o şehirlerin de '
kale' olmasına yol açtı. AK Parti'nin
iletişim kurmayları hiçbir zaman 'kale' kavramını kullanmadıklarını söylüyor. Parti kurulduğundan bu yana ambleminden seçim çalışmalarına kadar her türlü iletişim stratejisini hazırlayan Arter'in patronu
Erol Olçak, isimlerini hemen tahmin edebileceğiniz 10 şehir üzerinde ayrıntılı
analiz çalışmaları yaptıklarını kaydediyor. 2004'te 65 ili kazandıklarını, bu sayının 29 Mart'ta 75 olacağını ifade ediyor.
Seçimin 'normal' seyretmediği tek yer
Diyarbakır. Sıkı kimlik siyasetine rağmen ilk defa belediye ile ilgili mevzular konuşuluyor. AK Parti'nin Diyarbakır söylemi 'kapı', 'gönüller almak' metaforları üzerinden yürütülüyor olsa bile bir kutuplaşma olduğu muhakkak.
İzmir, '10 yıldır inişe geçmiş, lokomotif özelliğini kaybeden, CHP'ye bir dönem daha tahammül edemeyecek bir şehir' olarak tasvir ediliyor. Bu bilgiyi, ekonomi yazarı, Uluslararası Rekabet Kurumu'ndan
Şeref Oğuz, 3. kuşak girişimcisi geriye giden tek şehrin İzmir olduğunu söyleyerek teyit ediyor. Ona göre, İzmir, 'enerjisi alınmış bir yılkı (yabani at) gibi. Peki AK Parti İzmir'i alacak mı? İdeolojik direnmenin 'yerel'e kaydığını gösteren bir işaret olsa gerektir ki, Diyarbakır, İzmir,
Mersin gibi şehirler AK Parti'ye direniyor. Sözgelimi Oğuz'un tabiriyle İzmir'de 'laikperverlik'le karşı karşıya parti. Her yeni seçimde her iki şehirde de oyunu artırmış olması AK Parti'nin 'Türkiye partisi' iddiasını güçlendiriyor. Uzun süre Başbakan Erdoğan'a danışmanlık yapan Ahmet Tezcan, Diyarbakır'ın 'sıkışmış' mahallesi Bağlar sakinlerinin son seçimde DTP'ye oy vermediklerini; ama AK Parti'ye de oy veremediklerini hatırlatıyor. "Korkular var. Bunun 29 Mart'ta biraz daha azalacağını düşünüyorum." diyerek.
AK Parti'nin aday seçimlerinde birkaç yerde 'niye eskiyle' ya da 'niye yeniyle' sorusu gündeme geldi.
Ankara'da
Melih Gökçek, 'son kez' kazansa bile o eski görkemiyle olmayacak gibi.
Şanlıurfa'da AK Parti milletvekilleriyle düştüğü anlaşmazlık sonrasında yeniden aday gösterilmeyen Eşref Fakıbaba artık
bağımsız aday. Fakıbaba'nın, Saadet Partisi'nin desteği ile yeniden seçilebileceği konuşulurken, AK Parti'nin ağır topu
Bülent Arınç'ın pek âdeti olmadığı hâlde yeni adayı
desteklemek için Urfa'da boy göstermesi burada seçimin canlı geçeceğini gösteriyor.
AK Parti seçime "Büyük düşün Türkiye" ve "İşimiz hizmet, gücümüz millet." sloganlarıyla giriyor. Ancak seçim ibresini AK Parti'den yana döndüren, bütün siyasi faaliyetleri yanı sıra,
Gazze ve Davos gibi dış faktörler ve
TRT Şeş, Nazım Hikmet vb. düzenlemeler ve belki de AB hattının canlandırılması oldu. Ancak, yine biliniyor ki seçimin sıklet merkezinde Tayyip Erdoğan bulunuyor. AK Parti'nin hem içeride hem dışarıda 'çok yönlü' olabilmesinin temelinde yine Erdoğan'ın şahsı ve 'yeni tarz-ı siyaset' bulunuyor. AK Parti'nin çeşitli zamanlarda
Osmanlıcılık, Batıcılık, İslamcılık, liberalizm, sosyal
demokrasi, milliyetçilik gibi kavramlarla anılması veya suçlanması yeni bir durumun işareti aslında. Siyasi yelpazenin bütününün,
Özal'ın kişilerle temsil edilen 'dört eğilim'le de benzeşmeyen bir şekilde AK Parti'nin şahs-ı manevisinde ve Erdoğan'nın şahsında temsil ediliyor olması ilginç. Yusuf Akçura'nın 'üç tarz-ı siyaset'inden başlayıp AK Parti'ye yeniden bakmak gerekiyor belki.
22 Temmuz'a kadar, partide Tayyip Erdoğan'ın ağırlığı olsa bile Bülent Arınç,
Abdullah Gül hâlâ partideydi ve rol paylaşımından söz edilebilirdi. 29 Mart seçimlerinin AK Parti için yeniliği, tek bir lider olarak Erdoğan'ın bütün yükü sırtlamış olması, bir başka anlatımla liderlikte yalnız kalması. "Bu hiç normal değil. Genel seçimler bir yana yerel seçimlerde de sıkleti lidere yüklemek sıkıntı oluşturabilir." diyor partiyi yakından tanıyan bir gazeteci. Ancak, Parti'nin iletişim stratejleri lider üzerinden bir
marka oluşturulmasının iyi ve başarılı bir tercih olduğu görüşünde, ki Erdoğan bunu başarıyla taşımaktadır zaten.
Siyasi kulvarda tek başına ilerleyen kovboy edasında AK Parti. Sadece kendisiyle yarıştığını söyleyenlere katılmamak mümkün değil. Ortalıkta dolaşan başarı ve başarısızlık ölçütü olarak zikredilen bütün rakamlar, AK Parti'nin bir önceki yerel ve
genel seçimlerde aldığı
oy oranları. Ve ilk defa bir yerel seçimin başlangıcı ve sonucu uluslararası ilişkilerle ilişkilendiriliyor. 29 Mart'ta alınacak sonuç, AK Parti için sadece yurtiçinde değil uluslararası ilişkilerde üstlendiği rolün teyidi manasına da gelecek. "Seçimden çıkacak sonuçla AK Parti'nin uluslararası alanda yüklendiği inisiyatif de test edilmiş olacak." diyor Erol Olçak.
Seçimlere yüzde 40'ın üzerinde bir oy oranıyla giren en yakın rakibine iki kat fark atan parti için bu kez yüzde 50'ler telaffuz ediliyor. Türk siyasetinde hiç de alışık olmadığımız bu durumun, AK Parti için özel anlamı da var. AK Parti ilk defa, seçimi kazanması hâlinde bir rejim sorunu çıkacağı 'korku senaryosu' ile karşılaşmıyor.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği bir karar bulunmasına rağmen 'laik cumhuriyetin temeline kastetmek' seçim propagandası olmuyor. Ve tartışmalar büyük ölçüde reel politika üzerinden gidiyor. İktidar partisinin 'devlet'le barışık hâli, hayrettir ki,
halkın güvenini kazandıran, muhtemelen de oy artıracak bir unsur.
Yüzde 40'ların üzerinde oy beklediği hâlde, en yakın rakibine neredeyse iki kat fark atacakken AK Parti'nin seçime en çok asılan parti olması manidar. Seçime bir ay kala, bütün partilerin toplamının 8 katı miting yapmış bir partiden söz ediyoruz.
GENAR araştırma şirketinin yöneticisi Mustafa Şen'e göre, AK Parti'nin tavrı normal, olması gerektiği gibi. Muhalefet bir şey yapmadığı için iktidar partisi çok şey yapmış oluyor.
Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun bu konuda farklı bir tezi var. Ocak ayı ortasında
Radikal'de yazdığı '29 Mart seçimlerini AKP nasıl kazandı?' başlıklı yazısında kısaca demekteydi ki, "Gazze, TRT Şeş, Nazım derken seçim unutuldu. 29 Mart, AK Parti'nindir, hepimiz için hayırlı uğurlu olsun." AK Parti'ye ilişkin pek de olumlu düşünmeyen kesimin 'AKP kan kaybediyor,
zafer yakındır' gibi bir söylem yerine,
ders kitaplarına geçecek bir seçim stratejisiyle zafere yakın olduğunu yazıyor Kalaycıoğlu. Kendisiyle buluşup konuşmaya başladığımızda, iktidar partisini eleştirirken, aslında sözlerinin ellerindeki
altın fırsatları değerlendiremeyen muhalefete yönelmiş olduğunu fark ediyoruz. Altın fırsatlar nedir peki? Anayasa Mahkemesi'nin partiyi kapatmamakla birlikte 10 üyenin oyu ile AK Parti'yi
laiklik karşıtı odak olarak tanımlaması. Kılıçdaroğlu'nun yönlendirdiği yolsuzluk iddiaları ve giderek etkisini gösteren iktisadi kriz. Kalaycıoğlu, bu üç konunun da AK Parti iktidarını sarsmak için yeterli olduğunu düşünüyor: "90'ların başında olsaydık
Demirel canına okurdu AK Parti'nin." Ona göre, "İktidar ne kadar uzarsa yolsuzluk o kadar artar." sözü en temel siyaset yasasıdır. CHP'nin bazı gayretlerine rağmen yolsuzluk meselesi o kadar iyi değerlendirilememekte, odak meselesine ve meşruiyet sorununa hiç girilmemektedir bile. AK Parti'nin yine seçime en çok asılan taraf olmasının Kalaycıoğlu'ndaki karşılığı, "AKP, Anayasa Mahkemesi'nin 'odak' kararını ve CHP'nin 'yolsuzluk' iddialarını bir nevi halkoylamasına sunmak, aldığı oyla 'bakın halk sizin gibi düşünmüyor' demek istiyordur." şeklinde. Bir nevi referandum.
Kalaycıoğlu'na göre, Türk Arap ilişkilerinin kökenlerindeki sorunlar sebebiyle Gazze meselesi hiçbir şekilde böylesine gündemimize gelemezdi, eğer AK Parti'nin seçim manevrası olmasaydı. "Halkın gündemindeydi zaten" hatırlatması üzerine de, "Halkın gündemine gelmesi bile enteresan bir olay. Bu Türkiye'deki ideolojik zeminin değiştiğini gösteriyor." diyor. AK Parti'nin siyasi ikliminde bir duyarlılık oluşturulmuş, böylelikle hem ekonomik krizin unutulması hem de Saadet'in bertaraf edilmesi sağlanmıştır ona göre. "
Eylül-ekimden beri AKP'nin yaptığı her şey 29 Mart'ı kazanmaktır, onun dışında yapılan hiçbir şeye inanmam." Kalaycıoğlu'nun 'her şey seçim için' söylemine katılmak pek mümkün değil. Ama bu Gazze ve Davos meselesinin seçimde bir karşılığı olmayacağı anlamına gelmiyor.
Fehmi Koru ve Ali Bulaç'ın dillendirdiği, AK Parti'nin onu var eden siyasetten vazgeçtiği, açıkçası 'yoldan çıktığı' görüşü artık alıcı bulmuyor. AK Parti hâlâ bütün Türkiye'yi kapsayan tek 'şemsiye parti' hüviyetinde. Bu AK Parti'yi içeride ve dışarıda güçlü kılıyor. 29 Mart'la birlikte tazelenen güvenoyu, yeni reform paketlerini de beraberinde getirebilir, yeni bir reform sürecine girilebilir.
Seçmen, 'reformlar karın doyurmuyor' demezse tabii!
AK Parti istese Diyarbakır'ı alır!
Seçimle ilgili en merak edilen şey kim, nerede kazanacak. Ama seçim bundan ibaret değil, özellikle de AK Parti için. Mustafa Şen'e göre AK Parti için Özalcı demek yerine Özalsı demek daha mümkün.
Bugünlerde siyasiler en çok araştırma şirketlerinin kapısını aşındırıyor. Soru belli, kazanıyor muyuz, kazanmıyor muyuz? Biz de, GENAR yöneticisi Mustafa Şen'le seçim tartışmalarını konuştuk. Meselenin sadece seçimi kazanmak değil, 'halk'ı kazanmak olduğunu da unutmadan.
-29 Mart'tan siyaset bilimi kitaplarına bir not düşecek mi?
Sıradan bir seçim değil bu. En temelde iktidarda olan parti oy kaybeder, muhalefettekiler kazanır geleneğini yıkıyor. AK Parti'nin gireceği 4. seçim ve öyle gözüküyor ki oyu artacak. Fakat 22 Temmuz seçimlerine göre oy kaybetse de sorun değil. Çünkü ilk iktidara geldiği yılda aldığı oydan fazlasını alacağa benziyor. 4 seçim üst üste oy artırmak bizim seçim tarihimizde ilk defa oluyor. Siyaset bilimi kitaplarında yer alacaktır.
-'AK Parti Gazze'yi ile krizi unutturdu, seçimi kazanacak' görüşüne ne dersiniz?
Ne Gazze'yi siz
doğurabilirsiniz, ne de doğurtabilirsiniz. Türkiye bu güçte olsaydı zaten Davos meselesi olmazdı. Bu yaklaşım hem doğru hem etik değil.
-Bu kadar gücü
kontrol ediyor olmak AK Parti için risk mi olur?
Doğrusu bunu demokratik siyasal yapı açısından bir partinin, genel başkanı ben de olsam, bu kadar güçlü olmasını istemem. Babam da evde bu kadar güçlü olmasın! Ama şöyle bir şey var; iktidar siyasetini diğer partiler AK Parti'ye
havale etti, muhalefet siyasetini de kendileri yapacağına bazı kurumlara bıraktılar. Sonuç bu oldu. AK Parti'nin kabahati değil. AK Parti için diğer partiler tehlike değil; ama bir parti yöneticisi için 'iktidar' olmak en büyük tehlike.
-Bu yeni bir şey değil, 6 yıllık AK Parti iktidarı var...
İşletme fakültelerinde 'öğrenen organizasyonlar teorisi' okutulur. Bu şu demek; her organizasyon canlıdır ve öğrenir. AK Parti iktidar gücünü nasıl kullanmaması gerektiğini öğrendi, öğreniyor. 'Ben iktidarım, meşruiyetim benden menkuldür' deme hakkına sahip değil. Fakat güçlü iktidarlar bazen bu zaafa düşer. Mesela
Adalet Bakanı bunu izhar etti, ardından "Maksadını aşan sözler söyledim." dedi. Düzeltmeyi duyan herkes de öğrenmiş oldu.
-Peki CHP ve diğer kurumlar?
CHP nasıl iktidar olunmayacağını öğrendi. Siyaset bilimi literatüründe 'ordunun demilitarize edilmesi' diye bir kavram var.
Ordu da bu süreçte demilitarizasyonu öğrendi. Türk ordusu tarihi ve geleneği itibariyle savaşkan bir ordudur. Modern dönem hariç hiçbir zaman militarize bir ordu olmamıştır, Osmanlı da buna dâhil. 28
Şubat ve sonrasında, 27
Nisan'da ordu, militarizasyonun kendisi için en büyük tehdit olduğunu anladı.
-AK Parti eleştirisini cipe binen başörtülü kadınlar üzerinden yapmak doğru mu? Burada kastedilen mütevazılık galiba?
Evet, cipin insana verdiği farklı bir duygu vardır; ama bunu lüks
yaşam meselesi içine almak gerekir. Bir de bu eleştiriyi sufiler getirebilir. Sufi değilse bu eleştiriyi 'niye bende yok' şeklinde algılamak pekâlâ mümkün. Ekoloji ve sufilik meselesinde eleştirmiyorsan, 'başörtülü kadın' deyip eleştiriyorsan, bu gericiliktir. Peki niye aynı eleştiriyi erkekler için dile getirmiyoruz?
-Ya zenginlik meselesi?
Bir iktidar kendi zenginini üretmezse orada üç gün kalmaz. Demokrasi budur. Çıkar gruplarının çıkarlarının korunması meselesidir. Eleştireceksek demokrasiyi eleştireceğiz o zaman. Demokrasiyi yüceltip sonra demokratik zeminin sunmuş olduğu imkânlarla bir zenginleşme oluyorsa onu eleştiriyoruz, bu tutarlı değil.
-Ama AK Parti için yeni zenginlerin iktidarı da denilemez herhâlde?
AK Parti Özal'ın açmış olduğu zenginleşme yolunda tökezleyen kitlenin oluşturduğu bir iktidar. Özal, insanlara 'kendi zenginliğinizi kendiniz üretebilirsiniz' duygusu verdi. Ve bu insanlar 28 Şubat'ta vs. biraz tökezledi. AK Parti bunlara 'yola devam edebilirsiniz' işareti verdi, onlar da bu şansı iktidara dönüştürdü. Özal'ın oluşturduğu ortam olmasa AK Parti olamazdı. Hâlâ iktidarda kalmasının bir sebebi bu. İnsanlara hâlâ 'zengin olma, kendi geleceğini, zenginliğini üretme' vaadinde bulunması. Özalcı değil, Özalsı bir çizgi.
-29 Mart seçimiyle ilgili İstanbul'da büyük bir tartışma var. Sonuç ne olur?
İstanbul'da AK Parti yüzde 50, CHP yüzde 30 bandında. Diğer partiler 'biz de varız' diyorlarsa bile fiilen havlu atmış durumdalar. Sadece Bekaroğlu medya iletişimi yoluyla fark oluşturmaya çalışıyor. Bu partinin oyunu yükseltecek; ama sonucu değiştirmeyecek. Bekaroğlu
insan hakları savunucusu, her kesimden oy alabilecek bir adam.
-Saadet'in AK Parti tabanından oy alabileceği konuşuluyor İstanbul için?
Saadet Partisi'nde genel başkan değişikliği yapıldı; ama bu değişim bir dönüşüm olmadı. Bu büyük bir iletişim hatası. Hâlbuki
Numan Kurtulmuş ismi, titri, birikimi buna müsaitti. Bu
tren kaçtı gibi. Bir de, parti olarak Saadet, AK Parti'den oy almaya çalışan bir parti imajından kurtulmalı. Türkiye'nin partisi olmak zorundadır. 'Benim ailevi, toplumsal, ekonomik vs. sorunlarım var' diye herkesin SP'de bir
cevap bulması gerekir. Teşkilat gözlemlediğim kadarıyla en dinamik parti
teşkilatı; ama içe dönük büyüyor.
-Ak Parti'ye etkisi ne olur?
Saadet'in İstanbul'da oy yükselmesi olacak gibi. Bazı ilçelerde oy oranını artığını gösteriyor. Ama bir kutuplaşma var, bu durumda kutuplar kazanır. Saadet Partililerin çoğu 'CHP gelmesin' diyebilecek bir kitle. Onun için bir ilçede yüzde 10 almışsa
büyükşehir oylamasında bu yüzde 5'e düşebilir.
-AK Parti 22 Temmuz'u aşabilir mi?
AK Parti'ye Davos öncesi ve sonrası diye bakmak lazım. Davos'tan önce birkaç puan erimişti. Davos'la birlikte 22 Temmuz'un birkaç puan üzerine çıktı. Eğer o arada, Davos benzeri olumlu ya da olumsuz bir olay olmazsa AK Parti 22 Temmuz'un üzerinde oy alabilir. Arz ve talep eğrisine benzer iki eğri var. Birisi Davos; azalan bir eğri, öbürü de ekonomik kriz eğrisi, o da artan etki gösteriyor. Bu iki eğrinin kesiştiği yer oy oranını belirleyecek. AK Parti yüzde 34'ün altına düşerse başarısızdır, onun üzerinde her oran başarıdır.
-AK Parti alamadığı illere strateji geliştiriyor. Malum 'kaleler' tartışması?
Bazı yerleri de alma, İzmir'i alma kardeşim! Diyarbakır'ı alma, Bakırköy'ü alma, ne olur yani. Diğer partilerin kendilerini gösterebilecekleri, günahlarını veya sevaplarını sergileyebilecekleri mekânlar bırak. Kale konsepti, AK Parti gibi gerçek anlamda her yerden oy alan bir partiye uygun bir söylem değil. Bana kalırsa, Diyarbakır
başkan adayının
Trabzon'da açıklanması aslında Trabzon'u almak istediğini gösteriyor. Belki de Diyarbakır'ı almayı gerçekten düşünmüyor.
-Niye?
AK Parti Diyarbakır'ı istese alır. Çünkü
bölgedeki oy oranı itibariyle en büyük parti durumunda. Sadece
Kürtlerden değil bütün etnik gruplardan oy alıyor. Bölgede AK Parti'nin oy oranı yüzde 60-70'lerde, istese alır.
-
Ergenekon davası seçimi etkiler mi?
Ergenekon meselesini vatandaşın dörtte üçü gibi bir oran, 'devletin kendisinin temizlemesi' olarak algılıyor. Az bir kısmı 'muhalefetin bastırılması' olarak görüyor. Ergenekon davası iktidarın yararına, muhalefetin zararına şeklinde etkiler. CHP'nin hatası, halkın büyük çoğunluğunun karşı olduğu bir konuyu avukatlığını yaparcasına savunuyor olması. Davos'ta müthiş bir manevra yaptı, önce karşı çıktı, hemen döndü CHP? -Yerel seçimde Ak Parti'nin öne çıkan karizmatik bir adayı yok, niye?
Yok diyemeyiz. Bu seçimde aday seçme stratejisi belirlenirken 'AK Parti uzun ömürlü olacak mı, olmayacak mı?' sorusu soruldu ve adaylar buna göre belirlendi. Bu dediğime uymayan istisnalar var, genel olarak AK Parti'nin ömrünü uzatacak bir
profil seçildi. Bunu merkezî iktidar ortamında değil yerel iktidar ortamında gerçekleştirecek.
-Sadık mı demek istiyorsunuz?
Akıllı, zeki, donanımlı, becerikli, aynı zamanda sadık. Dayanıklı, mukavemetli. Bunlar listelere serpiştirildi. Yeni alt karizmalar.
-MHP ne yapıyor peki?
MHP'nin bir yaklaşımı yok. Belirginleşmiş bir siyasal söylemi yok. Bir siyasal strateji belirlememiş olmaktan kaynaklanıyor zannedersem bu. Sayın Bahçeli'nin iki tavrı var. Biri, sağduyulu milliyetçi tavır, ki Türk siyaseti açısından çok önemli ve yapıcı, diğeri de agresif bir milliyetçi söylem. Bu tavır siyasetçiden çok devlet adamına yaslanan yapısına ters. Bunun dışında bir yerel yönetimler konsepti yok.
-CHP?
CHP? konseptsizlik konseptini bir konsept olarak sundu. Yerel seçim konsepti 'abi sen yolsuzluk yapıyorsun' değildir. İstanbul gibi bir şehre belediye başkanı adayı sayın siyasetçi elinin altında
müfettiş dosyaları ile İstanbul'u dünya başkenti yapacak proje ve dosyaları ile gelir. CHP'nin yaptığı konseptsizlik konsepti; ama bu ona oy kazandıracak.
Müzmin muhalefette
ümit var mı?
Kur'an kursu ve çarşaf açılımlarının getirecekleri ve götürecekleri ana muhalefetin yönünü belirleyecek.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) açısından, belki de son yılların en farklı ve ilginç seçim sürecini yaşıyoruz. Bunun temel sebebi, Cumhuriyet'in en köklü partisinin, uzun bir aradan sonra seçim stratejisinde yaptığı önemli değişiklikler elbette. Yıllardır her seçim kampanyasında 'laiklik ve irtica' vurgusunun öne çıkarılmasına, muhalefet politikasının sadece ideolojiler üzerine kurgulanmasına alışmış (aslında alıştırılmış) seçmen açısından olduğu kadar, medya açısından da son derece yeni ve ilginç bir durum. Meşhur 'çarşaf
açılımı' ile başlayan süreçten söz ediyoruz. Her ne kadar 80 günde çökse de, çarşaflılar bizzat Genel Başkan Deniz
Baykal'ın taktığı rozetleri çıkarsa da, ailesi çarşaflı
aday adayı partiden daha seçim yapılmadan ayrılsa da, CHP'nin bu açılımı yerel seçimin en fazla tartışılan olgusu olmayı başardı denebilir. Arkası da geldi elbette bu açılımın.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Sefa Sirmen, "her mahalleye bir Kur'an kursu" projesi ile açılımı bir adım daha ileri taşıdı. Hem de lideri Baykal'ın desteğini alarak.
Yıllardır muhafazakâr kesimle, dindarlarla
kavga ve zıtlaşma üzerine kurulu politik stratejiler ve seçim kampanyaları, bu kez radikal değişimler yaşıyor. Bizzat Baykal'ın, parti grubunda yaptığı açıklamalarda, kendi partisinin eseri 'tek parti dönemi' uygulamalarını sorgulaması, bu yeni hâlin, geçici ve muhal olmadığının göstergeleriydi aslında. En azından genel kanaat bu yönde.
Sultanahmet Camii eski imamı Osman Nuri Bedir'in, CHP'nin
Sultanbeyli adayı olduğunu ve son olarak
Kadiri tarikatına mensup bir grubun partiye katılımını da bu listeye eklemek lazım. Bunlar da açılımın bir parçası olarak sunuldu. Kim bilir belki de, yıllardır yüzde 20'lere demirleyen CHP oylarını kıpırdatmak için bulunan en gerçekçi ve pragmatik formül; muhafazakâr kitleye yönelik açılımlar! Peki, gerçekten CHP bu radikal denebilecek derecedeki yeni stratejisi ile 29 Mart'ta istediğini alabilir mi?
Bu sorunun net cevabı elbette 30 Mart sabahı alınacak; ama yaşananlardan, saha izlenimlerinden, adaylardan, çalışmalardan, kampanyalardan ve elbette açılımların bulduğu karşılıklardan bazı öngörüler çıkarmak mümkün. 29 Mart seçimleri öncesi CHP'nin en çarpıcı ve ses getiren adayı,
Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Bir süredir Meclis'te iktidarla dosya savaşına giren Kılıçdaroğlu, Baykal'ın seçimlerdeki en büyük umudu hâline geldi. Kılıçdaroğlu, 'yerel seçimde parti değil aday önemlidir' sözünün hakkını vermek istercesine, polemikçi ve sakin kişiliğini iyi kullanarak âdeta AK Parti'ye tek başına muhalefet ediyor. Bu yüzden olsa gerek ona bazı cevapları rakibi
Kadir Topbaş değil, bizzat Başbakan Erdoğan veriyor!
CHP'nin yerel seçim
yıldızı demek yanlış olmaz Kılıçdaroğlu için... Kağıthane'ye 'Kağıttepe', 30 Mart'a, 30
Ağustos demesi gibi
küçük gaflarını; İstanbul'u tanımamasını ve Ankara bürokrasisinden gelmesi gibi dezavantajlarını saymazsak, etkili bir seçim stratejisi izliyor denebilir. En azından laikçi ve dar ideolojik bir söyleme sıkıştırmıyor kendini. Her kesime sıcak mesajlar gönderiyor. "
İsmailağa cemaati CHP'ye neden oy vermiyor, gidip soracağım." bile diyebiliyor. En büyük silahı ise elinde bulunduğunu söylediği yolsuzluk dosyaları. Kılıçdaroğlu neredeyse her gün yeni bir dosya ve ona uygun isimlerle medyanın karşısına çıkıyor. İşin tuhaf yanı ise bu kadar önem verdiği dosyalarını yargı sürecine taşımayı tercih etmemesi. Bu da kafalarda soru işaretlerine yol açıyor. Başbakan'ın, 'belediye başkanlarının dokunulmazlığı yok, yargıya gitsenize' şeklindeki çağrısı, hâlen karşılık bulmuş değil. Bu durum o meşhur dosyaların güvenilirliğinin sorgulanmasına sebep oluyor.
Yolsuzluk demişken
Mehmet Sevigen olayına da değinmek lazım. Bilindiği gibi Sevigen yıllardır Baykal'ın 'sağ kolu'ydu.
Mitinglerde Baykal'dan önce çıkar ve onu methiyeler eşliğinde, kalabalığı da coşturarak platforma çağırırdı. Öncelikle CHP bu seçime Sevigen'siz hazırlanıyor.
Medyada yer alan ve aynen
Şaban Dişli olayına benzeyen yolsuzluk iddiaları üzerine
istifa etmek zorunda kaldı, Genel Sekreter Yardımcısı. Elbette olay dışarıya yansıyandan ibaret değil. Her ne kadar yolsuzluk iddiaları ciddi olsa da, olayın parti içi bir mücadelenin sonucu bu noktaya geldiğini düşünenlerin sayısı hayli fazla. Bunun yanı sıra Sevigen'in çarşaf ve muhafazakâr camiaya yönelik açılımların asıl mimarı olduğu gerçeği de bu noktada önem kazanıyor. Hakkındaki iddiaları cevapladığı basın toplantısında, "Benim gibi bir
Anadolu çocuğunun CHP'de bu konuma gelmesine tahammül edemeyenler var." demesi, parti içi mücadelenin göstergesiydi aslında. Görünen o ki bu işin kokusu seçim sonrası ortaya çıkacak; ancak bu seçimde en büyük silahı yolsuzluk dosyaları olan bir partinin başını epey ağrıtacak bir durum olduğu da aşikâr.
Kılıçdaroğlu'nun diğer bir dezavantajı İstanbul ile ilgili projelerinden bahsetmemesi. Çizdiği 'müfettiş, Ankara bürokratı' havasının, İstanbul gibi dev bir metropolde ne kadar karşılık bulacağını şimdiden kestirmek zor. Buna rağmen Kılıçdaroğlu'nun, asıl hedefinin
başkanlık koltuğuna oturamasa bile, Topbaş'a sandıkta iyice yaklaşarak, onun ve tabii ki İstanbul Belediyesi kökenli Başbakan'ın karizmasını çizmek olduğunu söyleyebiliriz.
"CHP'nin yerel seçimlerdeki yıldız ismi Kemal Kılıçdaroğlu" dedik, ama
Gürsel Tekin'den bahsetmemek haksızlık olur.
İl başkanı olduktan sonra partiyi İstanbul'da âdeta ayağa kaldıran Tekin, Sevigen'le birlikte son açılımların mimarlarından. Farklı kesimlerle kurduğu diyaloglar, örgütçü yapısı ve halkın içinde siyaset yapmasıyla kısa sürede dikkatleri toplayan Tekin, Kılıçdaroğlu'nun da en büyük destekçisi konumunda. Aslında İstanbul için ilk düşünülen isim oydu, yazarların tahminleri de bu yöndeydi; ancak Baykal tercihini Kılıçdaroğlu'ndan yana kullandı. Tekin şimdi Kılıçdaroğlu'nu seçtirebilmek için var gücüyle çalışıyor, aynı zamanda 'il genel meclisi başkan adayı' sıfatıyla... Bu arada kısa süre önce yaşanan gerginlik, Gürsel'in istifanın eşiğinden dönmesi ve parti içinde yaşanan liste savaşını bu tabloya eklemek lazım. Kaybedilecek bir İstanbul seçimi, Gürsel Tekin ve İstanbul örgütü açısından önemli gelişmelerin habercisi gibi görünüyor.
Aslında CHP açısından bu seçim sanki sadece büyükşehirlerde (o da bazılarında) yaşanıyor gibi bir hava var. Kılıçdaroğlu'ndan sonraki iddialı isim, Ankara adayı ve eski başkan
Murat Karayalçın. Başkentte bir dönemlik aranın ardından yine bir Karayalçın - Gökçek mücadelesi yaşanacak. Ancak yarışta bu kez MHP de iddialı. Beypazarı'ndaki başarılı belediyecilik deneyiminin ardından büyükşehirde yarışa katılan
Mansur Yavaş, Gökçek'in işini zorlaştıran bir etken. Üç dönemdir MHP tabanından oy alan Gökçek'e bu kez ciddi bir rakip var. Zaten Karayalçın'ın beklentisi de, bu
rekabette aradan sıyrılan isim olabilmek.
İzmir CHP'nin en rahat olması gereken, fakat buna rağmen AK Parti'nin nefesini ensesinde hissettiği şehir. CHP'nin adayı, '
efsane başkan' Ahmet Priştina'nın ölümüyle koltuğu devralan Aziz
Kocaoğlu. Priştina kadar karizması olmasa da Kocaoğlu CHP'nin en büyük umutlarından. İzmir il örgütünde kısa süre önce yaşanan
Aziz Kocaoğlu - il başkanı Kemal
Karataş kavgası unutulmuş değil. Karataş,
Konak'tan aday olmuştu ancak bazı partililerin, il başkanlığı görevinden zamanında istifa etmediği gerekçesiyle yaptığı itirazla adaylığı ilçe seçim kurulu tarafından düşürüldü ve yerine
Hakan Tartan geldi. Bu olayla birlikte Kocaoğlu'nun parti içindeki rakibi
tasfiye edilmiş oldu. İzmir'de bu dönemde bir yenilik de, büyükşehir sınırlarının genişletilmiş olması. Bu Ak Parti'nin işine yarıyor. Bu arada CHP'nin İzmir'deki efsanevi başkanlarından Ahmet Sarışın'ında Ak Parti Konak adayı olduğunu hatırlatalım. Uzun sözün kısası CHP İzmir'de anketlerde göründüğü kadar rahat değil. Buna rağmen seçimin favorisi...
Yine CHP'li belediye tarafından yönetilen Mersin'de en büyük rakip MHP. Devlet Bahçeli'nin mitinglerine bu şehirden başlaması boşuna değil. 2004 yerel seçimi öncesi solun ve dolayısıyla CHP'nin kalesi olarak bilinen
Antalya,
Gaziantep, Kocaeli gibi büyük şehirlerde ise son beş yıldır yönetimde bulunan AK Partili başkanların başarıları göz dolduruyor ve şimdi bu iller, iktidar partisinin en iddialı olduğu merkezlere dönüşmüş durumda.
Ana muhalefet açısından bu seçimlerdeki yeniliklerden biri de, adaylar noktasında yaşanıyor. Yıllardır bütün beklentilerin tersine, kadın adaylara kapılarını kapatan parti, bu kez önemli illerde kadın adaylarla seçime katılıyor. Toplam 47 kadın adayla seçime girecek CHP, ve bunların 8'i il belediye başkanlıkları için yarışacak. En iddialıları ise Aydın adayı ve hâlen Aydın milletvekili olan Özlem Çerçioğlu. Aydın, CHP'nin geleneksel tabanının bulunduğu ve başkanlıkta iddialı olduğu şehirlerden.
Bursa'da büyükşehir için aday gösterilen
Sena Kaleli fazla iddiası olmasa da, şehirde iyi tanınan ve sevilen bir iş kadını, ünlü turizm şirketi Kamil Koç'un da patronu. Bu iki isim dışında gösterilen il
belediye başkan adayları Nedret Can (
Balıkesir), Nuran Uygun (
Erzincan), İris
Şentürk (
Hatay), Aysel Erdoğan (
Isparta), Müjgan Alagöz (
Kastamonu) ve Nazan Odabaşı (Şanlıurfa) oldu.
İşin ilginç yanı bu seçimlerde, bitmeyen senfoni 'solda birlik' meselesi yine CHP'nin işini zorlaştıracak gibi görünüyor. Solun oy deposu konumundaki il ve ilçelerdeki CHP - DSP rekabeti, en fazla ana muhalefet partisine zarar verecek. İstanbul'un Şişli ilçesi buna somut bir örnek. İlçede ezici bir oy potansiyeli olan Mustafa Sarıgül'ün tekrar DSP'ye kaptırılması, buradan gelebilecek ve büyükşehir sonuçlarını etkileyebilecek oyları engellemiş oldu. Özellikle Mustafa Sarıgül'ün karşısına CHP'nin
Muharrem Sarıgül isimli bir adayı çıkarması alay konusu yapıldı basında. Benzer bir durum
Eskişehir ve Ordu'da yaşanıyor. Uzun süre ortak aday tartışması yapılan Eskişehir'de, şehrin belediye başkanı Prof. Yılmaz
Büyükerşen'in DSP'de kalması ve CHP'nin kendi adayını göstermesi, durumu iki parti açısından da zorlaştırarak, AK Parti'nin şansını arttırdı. Her ne kadar Büyükerşen kendisini 'solun ortak adayı' gibi takdim etse de, CHP bu birlikteliğe izin vermedi. Aynı şekilde yine DSP'li belediyenin bulunduğu Ordu'da da CHP'nin kadın adayla yarışa girmesi, kıyasıya bir rekabeti beraberinde getirecek. Bu rekabetin AK Parti'ye yarayacağını şimdiden söylemek mümkün.
Türkiye'nin seçim sonuçları haritasına bakıldığında, CHP'nin son yıllarda gittikçe bir 'sahil partisine' dönüştüğünü gözlemlemek mümkün. Mersin-
Muğla-
Çanakkale-
Edirne- Trabzon ve Artvin'e uzanan bir çizgide belediye başkanları hâlen CHP'li. Ana muhalefet, Doğu ve
Güneydoğu'da neredeyse hiç yok, Orta Anadolu'da da aynı şekilde.
Sahil kesimi ve kısmen Batı Anadolu, Türkiye'de ana muhalefet partisinin var olabildiği bölgeler. Bu aslında sadece CHP'nin değil, Türkiye siyasetinin de temel problemlerinden. Başlangıçtaki soruyu biraz revize ederek tekrarlayacak olursak, 29 Mart'ta CHP bu kısır döngüyü kırıp, bir bölge değil de Türkiye partisi olabilir mi?
Çarşaf ve benzeri açılımlar bu sonuç için yeterli mi?
Şu aşamada bu soruya olumlu cevap vermek kolay değil. Çünkü muhafazakâr kesime açılım belirli oranda oy getirse de, partinin geleneksel tabanında ciddi rahatsızlıklara yol açıyor. Açılımlar Türkiye'nin normalleşmesi adına ne kadar değerliyse, C