Medya ne zaman rejimin
tehlikede olduğuna inansa atağa geçiyor. Yıllarca irtica korkusu yayan haberlerle rejimi korumaya çalışan bir kısım medya, artık bunun inandırıcılığını kaybettiğini görünce
mahalle baskısı kavramına sarılmayı
tercih ediyor.
Yani irtica ve
mahalle baskısı içeren başlıklar gördüğünüzde anlayın ki bu ülkede yine rejim elden gidiyor demektir!
"Mahalle baskısı
alkol satıcılarını vurdu!" Bu ve buna benzer başlıklı haberler, geçtiğimiz hafta birçok gazetede yer aldı. Son dört yılda
içki satış noktasının azaldığını söyleyen
Efes Türkiye Genel Müdürü
Tuğrul Ağırbaş, bu durumu mahalle baskısına bağladı! Oysa
Anadolu Ajansı'nın (AA) geçtiği başka bir haber de aynı tarihlerde Türkiye'de içki satışlarının arttığını gösteriyordu ama bunun çok da önemi yoktu. Ne diyelim? İçki satışının artmasına gülelim mi, ağlayalım mı?
Mahalle baskısı kavramı hayatımıza girdikten sonra Türkiye'de anormallik olduğunu görmek ve göstermek isteyen bir kısım medya, sürekli bu mahiyette haberler yapıyor. Yapılan açıklamaların doğru ya da yanlışlığı onlar için pek önemli değil. Önemli olan, açıklama! Asıl niyetleri ise Türkiye'de bir rejim sorunu olduğu izlenimini uyandırmak.
"
Başörtüsü kullananların sayısı artıyor" "Mahalle baskısı var", "İçkili restoranların sayısı azalıyor", "Rejim elden gidiyor", "Hepimizi çarşafa sokacaklar", "
Cumhuriyet tehlikede!.." Gerçi gazetelerin birinci sayfasında bu tür başlıkları gören okurlar bunu kanıksadı, bu haberlere itibar etmiyor ama olsun... Ne de olsa bu tür haberleri dosyalayanlar var.
Medya, rejim için her an tetikte!
Medyanın haberler üzerinden rejimi koruma arzusu, son döneme dayanan bir olay değil. Yakın tarihe baktığımız zaman rejimin tehlikede olduğu korkusu irtica haberleri ile bize aşılanmaya çalışıldı. Başörtülülerin içinde olduğu fotoğraf kareleri,
türban içerikli başlıklarla sunuldu; liselerde namaz kılan
gençler irticacı yapıldı.
İrtica paranoyalı haberler yüzünden rejim tehlikesi yaşandı! Allah'tan her defasında rejim bu tehlikeyi atlattı da rahat bir nefes aldık.
Gazeteci Ergun Babahan, Türkiye'de bir korku rejiminin var olduğunu söylüyor. Babahan, "Bu korkuları ayakta tutmak için kullanılan en etkili
araç da medyadır." diyor.
Sosyolog Doç. Dr. Vehbi Başer ise bu haberlerin veriliş biçimi ve etkisi konusunda, çok partili siyasal
sisteme geçiş sonrasında, birbirinden ayrıştırılabilen iki dönemden söz ediyor. 12
Eylül ve 28
Şubat dönemleri...
12 Eylül sonrasında şöyle haberler yapılıyordu... Özal'dan güç alan tarikatçılar, genç kızların aklını çelerek başlarını örttürüyordu.
İmam-hatipe gidenlerin ve "sıkmabaşlı kızlar"ın sayısı gittikçe artmaktaydı.
90'lı yıllardan 2000'lere doğru ilerlerken irtica içerikli başlıklar yine medyanın gündemindeydi. Ama bu kez işin içine kan ve şiddet bulaşmıştı. Birçok
faili meçhul cinayetin arkasında 'dinci'ler vardı. 28 Şubat sürecinde
Ali Kalkancı,
Fadime Şahin soslu irtica haberleriyle rejimin temellerinin sarsıldığını gözler önüne seren medya, günümüzde başka bir boyuta geçti. Vehbi Başer'e göre günümüzde dehşet sahneleri "eşini örten" politikacı, bürokrat,
işadamı imgesi ile "mahalle baskısı" gibi soyut imgelerle boy gösteriyor. Gazeteci Alper Görmüş, medyanın "rejim sorunu"nu "irtica tehlikesi" üzerinden dile getirmesini ve bir türlü bundan vazgeçmemesini anlaşılır buluyor. Görmüş'e göre, kendisini "çağdaş, laik, kentli,
modern" gibi sıfatlarla tanımlayan geniş kitleler ancak "hayat tarzlarının tehlikede olduğu"
propagandasıyla mobilize edilebilir.
Peki, bu haberler kimin işine yarıyor? Yıllardır irtica başlığı ile '
olağanüstü hal' ilan eden medya, sokaktaki insanı, etkin çevreleri ve en önemlisi de Türkiye'nin ayrıcalıklı kesimini belirli dönemlerde etkilemeyi başardı. Fakat hep geleceği söylenen irtica bir türlü gelmeyince, bunun bir korku senaryosundan ibaret olduğuna herkes ikna oldu. Alper Görmüş, "Aslında işin suyunun çıktığını, bu konuyu istismar edenler de dahil herkes anladı." diyor. Görmüş haklı galiba; çünkü bu tür haberlerin merkezi konumundaki Cumhuriyet'in başındaki isim
İlhan Selçuk bile artık irticanın gelmediğini görmüş ve irticanın gelmeyeceğini, bu bekleyişin beyhude olduğunu, herkes duyacak şekilde ilan etmişti. Darısı diğerlerinin başına! r.
sezgin@zaman.com.tr
Yeni bir korku bulana kadar 'irtica korkusu'na devam...
Alper Görmüş: Hatırlayın, geçenlerde
İlhan Selçuk bile "Türkiye'ye şeriat-meriat gelmez." dedi
hastane odasından, bunu da Cumhuriyet'ten Hikmet Çetinkaya kayda geçirdi. Fakat yıllardır gazetesini "irtica korkusu"yla dolduran Selçuk'un bu çıkışı, çok ilginçtir, tam bir sessizlikle karşılandı. Ne
destek, ne karşı çıkış; sadece sessizlik. Koca İlhan Selçuk, sanki yaşı nedeniyle mazur görülmüş gibi bir
manzara çıktı ortaya. Böyle oldu, çünkü "irtica korkusu"nu ikame edecek başka bir korku
icat edilemedi henüz. "Sivil
darbe", "
sivil dikta" gibi çıkışlar ancak kısa süreli bir umut yarattı; çünkü hiçbiri "irtica korkusu"nun yerini alabilecek niteliklere sahip değildi. Şimdi soru şu: 'Sivil darbe korkusu', 'şeriat tehlikesi' korkusunun yerini alabilir mi? Türetilmiş bu yeni korkuyla da siyaseten alıklaştırılmış kitleler yaratılabilir mi? Bana sorarsanız 'şeriat tehlikesi' kadar etkili olmaz bu. Ortada gerçek bir tehlike olmamasından değil, ona bakarsanız ortada bir 'şeriat tehlikesi' de yoktu. Benim gerekçem başka: 'Şeriat tehlikesi' çerçevesindeki propaganda, '
yaşam tarzı' propagandasıyla birleştirilebildiği için çok etkili oldu. Fakat 'sivil dikta' böyle bir tehlikeyi içermiyor. O nedenle daha az kullanışlı gibi geliyor bana...
Diyeceğim, medya daha uzun bir süre bu malzemeyle idare etmek zorunda.
***
Çok seslilik medyanın çarpıtma özgürlüğünü elinden aldı
Ergun Babahan: Günümüzde medya artık tek sesli değil, çok sesli. Bu sayede tek yönlü güdümlemeler yapılamıyor ama bu tip haberlerle toplumsal kamplaşma keskinleştiriliyor. Bir kısım medyanın çarpıtılmış gerçekleri artık hemen açığa çıkıyor. Eskinin yalanlarını sürdürmek mümkün değil. Farklı görüşteki gazeteler, televizyonlar, internet siteleri gerçeği hemen yansıtıyor. Bugün kitleler kadar yargı yönlendiriliyor.
Ergenekon davası haberleri,
Erzurum-
Erzincan çekişmesi gerçeği bu açıdan değerlendirilmelidir. Çok seslilik, kendini merkez olarak niteleyen medyanın çarpıtma özgürlüğünü elinden almış oldu. Burada bir
ortaklık söz konusu. Sivil, asker,
bürokrasi ve bu sistem üzerinden zenginleşen kimi patronlar, bu korku sistemini pompalıyor çünkü iktidarları elden gidiyor.
***
'İçkili tüketim azaldı' haberleri artık etkili olamaz
Doç. Dr. Vehbi Başer: Bu dönemin dehşet senaryosu, "Türkiye,
İran mı olacak?" yahut "
Cezayir mi oluyoruz?" sorularıyla dile getirildi. Hatırlanacak olursa, Şerif Mardin'in bu sorulara verdiği "Ondan ziyade, Türkiye'nin Malezyalaşması tehlikesi var." cevabı, tuhaf bir şaşkınlık yarattı ve ardından da "mahalle baskısı" tehlike çanlarını harekete geçirdi. Halen içinde bulunduğumuzu söyleyebileceğimiz bu dönemin ne kadar süreceğini kestirmek zor; ama bu dönemin uzun bir süre devam etmeyeceği söylenebilir. Türkiye, bu süreçte hem yakın geçmişi hem de devletin yapısı ve işleyişi konusunda sarsıcı bir aydınlanma tecrübesi yaşıyor. Böyle bir ortamda, "okulda namaz", "içki tüketiminin azalması" gibi haberlerin etkili olması beklenemez.
ZAMAN