Rektörler 'göreve' öyle mi?
Türkiye'nin normalleşme ve
demokratikleşme süreci, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde akamete uğratılmak isteniyor. Bu amaçla şimdiye kadar çıkartılmaya çalışılan
krizler milletin, merkez sağ partilerin, AK Parti'nin, anayasal kurumların, medyanın ve
sivil toplum kuruluşlarının sağduyusuyla atlatıldı.
Kriz ve hatta
darbe tezgâhlamak isteyenlerin son ümitleri, 14
Nisan'da Ankara'da yapılması düşünülen miting ve
Anıtkabir yürüyüşü.
Yürüyüşü tertip eden
Atatürkçü Düşünce Derneği genel başkanının, hakkında birçok darbe teşebbüsünde bulunduğu, şimdiki
Genelkurmay Başkanı
Yaşar Büyükanıt ve kara kuvvetleri Komutanı
İlker Başbuğ'u
tasfiye ederek
Kara Kuvvetleri komutanı ve genelkurmay başkanı olmak ihtirası taşıdığı, bu amaçla komutanlarının dahi telefonlarını gayri meşru şekilde dinlettiği gibi iddialar olan eski
Jandarma Genel Komutanı Şener
Eruygur olması, gözleri "olağan şüphelilere" çeviriyor. Böyle bir ismin ve böyle bir faaliyetin basit bir
protesto toplantısının ötesinde bir maksatla tertip edilmesi ihtimali, hiç de
komplo teorisi sayılmaz.
Bir süre önce
Nokta Dergisi'nin büyük bir yayıncılık başarısı ve cesaretiyle neşrettiği eski
Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait hatıralar, bu işlerin, yürüyüşlerin nasıl yapıldığını ifşa ettiğinden, bu yürüyüş de bu tip bir yürüyüş mü endişesini demokratlarda, sevincini cuntacılarda uyandırdı. Bu duruma bir de
demokrasi sicili zayıf olan 28 Şubat'ın
cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel'in basına cumhurbaşkanlığı seçimlerini protesto etmek üzere "Nerede bu ODTÜ'lüler?" çıkışı eklenince, kamuoyunda bir hassasiyet oluştu. Şimdi önce Örnek'in hatıralarına dönelim. Örnek, planladıkları darbenin hayata geçmesi için şöyle bir
eylem programı sunuyor: "Kendimize göre bir eylem planı yapmaya karar verdik. Önce basını ele geçirmeye çalışacaktık. Bu nedenle ben M.Ö.'yü davet edecektim. Sonra rektörlerle temas edip öğrencileri sokağa dökecektik. Sendikalar ile aynı şekilde hareket edecektik. Sokaklara
afiş astıracaktık. Dernekler ile temas edip, onları da hükümet aleyhine
teşvik edecektik. Bütün bu olayları
yurt çapında yapacaktık. Yukarıdakiler
Sarıkız olarak anılacaktı." Burada Sarıkız olarak anılan şey planlanan darbe oluyor.
İnönü Üniversitesi Senatosu'nun 14 Nisan yürüyüşüne katılmak için üniversitenin sene başında ilan edilen sınav programını değiştirmesi de bu meyanda darbe programını çağrıştırıyor. Acaba Sarıkız yeniden gündemde mi? Demirel'in çıkışı da bu Sarıkız'a mı dahil edilmeli? Yukarıda da söylediğimiz gibi, Demirel'in demokrasi sicili sağlam olmasa da Demirel'in bugünkü 14 Nisan tertipleriyle pek ilgisinin olduğu söylenemez. Demirel'in sonradan pişman olduğu "Nerede bu ODTÜ'lüler?" sözü de, kendi sözü değil, bir öğrencinin yazılı sorusunun okunmuş halidir. Demirel, ne olursa olsun bu kadar
çürük ve başarısız olacağı bidayetinden belli bir projenin içinde yer almayacak akla sahiptir. En azından bizim bildiğimiz Demirel'in ahlakı buna izin verse de aklı bu tertibe ikna olmaz.
Darbe notlarından sonra, rektörler sırada...
14 Nisan yürüyüşü, Özden Örnek'in hatıralarında yer alan ilk darbe teşebbüsünden vazgeçilmesi ve ısrarla darbe yapılmasını isteyen Eruygur'un yalnız kalması sonrasında, kendi liderliğinde yapmayı planladığı darbe teşebbüsünde de başarısız olmasının yarattığı derin teessürün
emeklilik günlerinde telafisine yönelik bir rehabilitasyon faaliyeti mi? Yoksa,
Talat Aydemir gibi bu sefer, dışarıdan ve ordu içinde karışıklık çıkarmak üzere yapılan bir
tahrik mi? Yürüyüşün böyle bir boyutu varsa, yani emekli askerlerin rehabilitasyonu ötesine geçen, ordu hiyerarşisini bozmaya ve demokratik nizamı tehdit eden bir mahiyeti varsa bu; siyasi, hukuki ve idari yönden açılacak soruşturmalar gerektirir. İlgili makamların hadisenin bu veçhesini
ihmal etmemeleri icap ediyor. Böyle bir ihmalin, Talat Aydemir hadisesinde demokrasiye, devlet nizamına, ordu hiyerarşisine ve hatta darbecilere ne büyük bir zarar verdiği hafızalarda hâlâ taze olmalı. Talat Aydemir hadisesinin buna rağmen adeta unutulmaya terk edilmesi, yeterince
ders alınmasını engellemektedir.
Bu rektörler hakkında savcılar harekete geçmeyecek mi?
Türkiye, bütün iddiaların aksine
Cumhuriyet tarihinin en başarılı ekonomi ve dış
politika performansını sergilemeye devam ediyor. Şu son günlerde açıklanan
büyüme, ihracat ve enflasyon rakamları bile bu başarıyı, inkârı kabil olmayacak şekilde meydana koyuyor. AB sürecinde yapılan iktisadi ve siyasi reformlar, bütün dünyada şaşkınlıkla imrenilerek takip ediliyor. Ancak bir kısım bürokratlar ile siyasiler, Soğuk
Savaş sonrası dünyada yaşanan değişim dalgasına intibak edemeyerek, Türkiye'deki ve dünyadaki zihniyet dönüşümünün dışında kaldılar. Bu durumun yarattığı reaksiyonerlik, onları bırakın demokratik rejimi, ciddi bir devlet nizamının kabul etmeyeceği bir marjinalliğe ve laubaliliğe sürüklüyor. Bu yüzden de giderek devlet kurumları arasında reformlara intibak edenlerle edemeyenler şeklinde bir farklılaşma ve gerginlik yaşanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değişim karşısında yaşadığı endişe ve kaygılar, reaksiyonerler tarafından tahrik edilerek TSK reform karşıtı bir mevziye sürüklenmek, hatta darbe yaparak reform sürecini sona erdirecek bir aktör haline getirilmek isteniyor. Bu arada TSK içinde
terfi nizamı içinde istedikleri yere gelemeyeceklerini düşünen kimileri de kendilerine
rakip ve engel olarak gördükleri komutanları bu şekilde tasfiye etmek istiyorlar. Şimdiki
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt da, bundan önceki Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök de böyle tezgâhlarla karşı karşıya kaldılar. Ancak TSK mensuplarının bütün sıkıntılarına rağmen Türkiye'deki ve dünyadaki büyük paradigma gelişiminden uzak kaldığını düşünmek mümkün değildir. Bunun ötesinde değişen Türkiye ve dünya şartlarını dikkate almadan bir harekete girişmenin TSK'yı ne kadar zor durumda bırakacağı gerçeğini ihmal etmeleri de düşünemez. Nitekim Örnek'in hatıralarında yer alan bilgilere göre dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın Kara Kuvvetleri'ndeki kor ve orgenerallerle yaptığı görüşmeler neticesinde sıkıntıların darbeyle aşılması yönünde bir görüş ortaya çıkmadığı, Türkiye'nin ve dünyanın halihazırdaki dengelerinin bir darbeye imkan vermediğini düşündükleri ifade ediliyor. Şu halde yeniden 14 Nisan'a dönersek, bu yürüyüşün ordu ve komuta kademesiyle ilişkilendirilmesi fevkalade yanlış olacaktır.
İnönü Üniversitesi Rektörü ve Senato'sunun aldığı karar, bu bakımdan bütün üniversiteleri bağlamayacaktır. Çünkü İnönü Üniversitesi Rektörü, bu yürüyüşü tertip eden ADD Yönetim
Kurulu üyesidir. Rektör'ün bütün üniversiteye böyle bir emir vermesi,
öğretim görevlisi, öğrenci ve idari personeli Ankara'ya götüreceğini ilan etmesi, nereden bakarsanız bakın üniversite anlayışına ve akademik hürriyetlere aykırıdır. Üniversitelerdeki otoriterleşme ve yozlaşmayı bu karardan daha iyi hiçbir şey anlatamaz. Üniversite, araştırma ve eğitim misyonundan önce emir komutayla yönetilen bir siyasi organizasyona dönüşmüştür. Şayet YÖK veya Üniversitelerarası Kurul, bu duruma mani olmaz, hatta yanılır da bu yürüyüşe katılma kararı alırlarsa meşruiyetlerini tamamen yitirirler. 14 Nisan yürüyüşünde olabilecek her türlü tahrike rağmen, hükümete ve AK Parti'ye düşen görev, yürüyüşün güvenli bir şekilde yapılmasını sağlamak ve yürüyüşün eleştirisini kamuoyuna bırakmak olacaktır. 14 Nisan yürüyüşü Türkiye'nin demokratikleşmesi ve normalleşmesi bakımından önemli bir kilometre taşı olacaktır. Bu yürüyüşe
destek istenmesi üzerine MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'nin söylediği gibi meselenin çözüm yerinin
sokak değil,
TBMM olduğu net bir şekilde ortaya çıkacaktır. 14 Nisan, darbecilerin marjinalleşme yürüyüşü olarak tarihe geçecektir.
([email protected])