Demokratlar ısrarla net bir
cevap alabilmek için aynı soruyu tekrarlıyor; "Dün Susurluk'a karşı çıkanlar bugün neden
Ergenekon karşısında susuyorlar?"
Sol adına "Yiyin birbirinizi!" manşetiyle durumdan tarafsızlık çıkarılıyor, merkez medya biraz mesleki kıskançlık, biraz da ucu bize dokunur korkusuyla kendi 'balonlarını' uçuruyor, siyasi muhalifler 'safsataya karşı avukatlık' yaparak
iktidara vurmaya çalışıyor. Baştaki soruyu bu kez nedense bu toz
duman arasında unuttuğumuz seçkin ve 'vatansever' bir zümre için yineleyelim; "İrticaya, bölücülüğe, küresel şer odaklarına' karşı var güçleriyle statükonun yanında saf tutan 'akademik camia' neden Ergenekon karşısında üç maymunları oynayarak, sus pus olmayı
tercih ediyor? Bu
örgüt iddia edildiği gibi
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel esaslarını illegal biçimde değiştirmek istiyorsa buna öncelikle üniversite mensuplarının karşı çıkması gerekmez miydi?"
Modernleşmenin en önemli aygıtı olarak 'eğitim mekanizması' görüldüğünden olsa gerek Türkiye'de, 'üniversite', iktidar değişimlerinde her zaman ele geçirilecek ve otoriteye
lojistik destek sağlayacak bir alan olarak tasarlandı. Ünlü doğubilimci H.A.R. Gibb, 1930'ların tepeden inmeci ve geçmişi bütünüyle
tasfiyeye odaklı ideolojisinin sonuçlarını, 'Türkiye, pozitivist bir anıtmezara döndü.' diyerek tanımlayacaktı. Türk seçkinlerinin yeni devletlerini kurarken sığındıkları 'pozitivizm' kavramı, aydınlatılacak kişi ve kurumları tek geçerli (aslında otoriter) yol olan 'bilimsel pozitivizm' ile
terbiye ve tahakküme zorunlu kılmıştı. Hiçbir farklı düşünceye ve yoruma hayat hakkı tanımayan, tasavvurları ve çoğulcu yorumları hiçe sayan katı bir pozitivizm aynı zamanda otoriter bir yönetime de meşruiyet ve katkı sağlıyordu.
20. yüzyılın ortalarına kadar
egemen olan bu pozitivist görüşü eleştiren Max Horkheimer, bu ideolojik bilimciliğin
siyasetteki izdüşümünü 'Akıl Tutulması' adlı kitabında açıklıyordu; "... Pozitivizm, felsefi teknokrasidir. Pozitivizm için toplumsal meclislere üyeliğin koşulu, matematiğe koşulsuz bir
inanç duymaktır. Matematiğe övgüler yazan Platon, yöneticileri idari uzmanlar olarak, soyutun mühendisleri olarak düşünüyordu... Aralarındaki bütün farklara rağmen Platon da pozitivistler de insanlığı kurtarmak için onu bilimsel düşüncenin
kural ve yöntemlerine bağımlı kılmak gerektiğini düşünmektedir."
'Türbanlılar bilim yapamaz' diyerek yankı uyandıran ve askerlerle telefonda konuşurken hazır ola geçtiğini söyleyerek gururlanan Prof. Dr. Celal
Şengör, bu anlayışın, rasyonalite zaafına dair büyük bir simge olmuştu. 367 krizinde,
sivil anayasa girişimlerinde,
türban yasağında ön safta müdafaa yapan eski YÖK Başkanı
Erdoğan Teziç ise Horkheimer'ın sözünü ettiği 'pozitivist siyaset/iktidar' özleminin bir göstergesi olarak görev yaptı. Gizli bir toplantıda yaptığı iddia edilen konuşmada; "O
bildiri (e-
muhtıra) orada duruyor. Hadi bakalım sıkıysa Çankaya'ya birini bindirsin (Gül) arabaya da
yemin ettirip göndermeye kalksın. Yolda
kaza olur, elektrikler kesilir. Neler olur!" diyerek bu jakobenliğin sınırlarını ifade ediyordu. Mutlak bilimcilikle başı döndüğü için otoriteyle
bağımlılık yaşayan pozitivist Türk üniversite eliti, istisnalar dışında mutlak iktidarın yani statükonun yanında saf tuttu. Oysa Behice Boran'ın tasfiye edildiği 1947 olayları, 27
Mayıs darbesini alkışlayan akademisyenler yüzünden 147 üniversite mensubunun ihracı, 12
Eylül sonrasında 1402'lik olarak akademi dışına itilenler yine bu pozitivist ideolojinin darbe severliğine
kurban oldular. 'Halk % 99 oy verse de iktidar meşru olmaz' diyenler neden 'Ergenekon ülkeyi ele geçiremez' diye bağırmıyor? 'Kansız darbe olmaz' diye
akıl veren rektörün arkasında yürüyenler nerede?
Bu ülkede sadece siyaset,
iş dünyası ve medya değil üniversiteler de dürüstlük ve ilericilik sınavından geçiyor. Sorunlarımızı tartışmak yerine statükoya takviyeler yapmak ve karşılığında
koltuk rantı sağlamak alışverişi kimseyi bu değişimin tasfiyesinden kurtaramaz. Neden üniversitelerinizde
Kürt,
Alevi,
Ermeni enstitüleri kurup barışın ve anlaşmanın yollarını, bilimsel yöntemlerini aramadınız? Neden hep kırılma noktalarında ve egemenlerin taarruzlarında ortaya çıkıyorsunuz? İşte görüyorsunuz, Ergenekon 'devleti ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti'ni tehdit ediyor, kamusal alanda
eylem amacını güdüyor. '
Ordu göreve' pankartlarıyla yürüyen laikçi, Kemalist ve vatanseverlere uyarıda bulunmak zorundayız. Sessizliğiniz kuşku yaratıyor...
Orhan
Oğuz Gürbüz/ZAMAN