Beğler'in iddiaları,
PKK'nın derin ilişkileri konusunda önemli ipuçları veriyor. Abdullah
Öcalan hariç, Murat
Karayılan ve
Cemil Bayık gibi PKK'nın en üst düzey elebaşlarını
Kuzey Irak'ta yakaladıklarını söyleyen Beğler; ancak yukarıdan gelen bir emirle serbest bıraktıklarını savunuyor.
Bölgede birçok kere PKK'ya göz yumulduğuna; hatta çoğu kez örgüte
yardım edildiğine şahit olduğunu söyleyen Beğler şöyle konuşuyor: "İstesek PKK'yı bitirirdik. Bitirmedik, çünkü bizim işimize geliyordu. Biz derken,
Özel Kuvvetler... PKK'ya erzak veriyorduk, ilaç veriyorduk. PKK'ya
silah veriyorduk."
PKK ELEBAŞLARININ SERBEST BIRAKILMASINA ŞAHİT OLDUM
Oslo'da Cihan'a verdiği mülakatta, Kuzey Irak'ta TSK adına
ajan olarak görev yaptığı dönemde
Murat Karayılan'dan Cemil Bayık'a kadar birçok üst düzey PKK'lının yakalandığını savunan Beğler, şu önemli ayrıntıları ekliyor: "Kuzey Irak'ta M. Yarbay'a bağlı olarak çalışıyorduk. M. Yarbay da o dönemde
Şırnak Tugay Komutanlığına bağlıydı. 92 yılında Apo hariç hepsini yakaladık. Ne yaptılar? 'Aman
Türkiye'ye götürmeyelim, beklesin' dediler. Buna ben bizzat şahit oldum. Başlarında
nöbet tutanlar arasında ben de vardım. PKK'nın bütün merkezi kadrosunu Zaho'daki
Talabani'nin karargâhı olan komite denilen yere getirdik. Burada bu gece kalsınlar, yarın götürelim şeklinde yukarıdan emir aldık. Başlarında biz duruyorduk. Daha sonra bir emir daha geldi: 'Siz çekilin, Peşmergeler onları korur, yarın erkenden götürürüz.' dediler."
Yakaladıkları PKK'lıları gece Peşmergeler'in korumasına bıraktıklarını, fakat sabah geldiklerinde hiçbirini göremediklerini ve kendilerine "Kaçtılar" denildiğini kaydeden Beğler, "Bir baktık Süleymaniye'ye Zala kampına gitmişler. Talabani almış götürmüş." diye konuştu. PKK elebaşlarının âdeta serbest bırakılarak
terör örgütüne büyük fırsat verildiğini söyleyen Beğler, şu anda
Ergenekon davasında yargılanan bir
subayın da bu ihanetin içinde olduğunu öne sürüyor.
4 BİN KALAŞNİKOFU, PKK'YA 'KIZILAY YARDIMI' OLARAK GÖNDERDİK
Silahsız haldeki bu kaçak PKK'lılara silahların da yine asker eliyle ulaştırıldığını savunan Beğler, Macaristan'dan gelen 4 bin
Kalaşnikof ile teröristlerin tekrar silahlandırıldığını söylüyor. Beğler şöyle devam ediyor: "Bu silahlar 2-3 sene limanda kalmış ve bize gelmişti. 'Bunları bir şekilde, ortaya çıkmayacak şekilde, PKK'ya ulaştırın' emri geldi. 4 bin tane keleş. Şu anda bir PKK'lıyı dağdan al, elindeki keleşi al, bak. Keleşin kabzaları kahverengi. Seri numaralarının hepsini silmişiz biz. Hiçbirinin
seri no'su yok. PKK'nın elindeki keleşlerin seri no'su yok. Kabzaları kahverengi olan dipçiği de böyle içeri doğru."
Binlerce kalaşnikofu PKK'ya ulaştırmak için nasıl bir yol izlediklerini de şu şekilde açıklıyor
Yıldırım Beğler: "
Sıfır kutularda bunları kamyonlara yükledik. Üzerine de
battaniye koyduk. Bir de
Kızılay'ın bayraklarını yapıştırdık. 'Bunlar Kızılay'ın yardımı' şeklinde lanse ettik. Zaho'da bu silahları
Barzani, Talabani ve
korucu A.U. yoluyla PKK'ya ulaştırdık."
Bütün bunların
Genelkurmay emriyle yapıldığı iddiasında ısrar eden Beğler, "Biz kimiz ki orada? Biz komple
Mete'nin (Ergenekon sanığı L.G.) emrindeyiz. Mete de E. paşanın emrinde. O da Genelkurmay'dan direkt emir alıyordu." diyor.
ASKERE SALDIRIP, PKK SÜSÜ VERİYORDUK; ORTALIĞI KARIŞTIRDIKTAN SONRA EVLERİ BASIP İŞKENCE YAPIYORDUK
Görev yaptıkları dönem içerisinde PKK ile iç içe olduklarını ileri süren Beğler, PKK'nın üst yönetimiyle bazen buluşup yemek bile yediklerini anlatıyor. Doğudaki birçok kargaşayı kendilerinin çıkardığını öne süren Beğler, şöyle devam ediyor: "PKK gelip de şehrin içinde falan çatışma yapmıyordu. Bakardık biz ortam sakin, çatışma yok. 'Ortamı kızdırın' diyorlardı yukardan. Bizden 2-3 kişi çıkıyordu.
Roketatarları atıyordu. (Ergenekon sanığı) L.G. diyordu ki, '
Silopi'yi kızdırın biraz.' Kızdırın derken tepeye çıkıyorduk iki roket alayın bahçesine salıyorduk. İki roket saldık mı hemen koş gel karakola. Herkeste silah vardı.
Millet sanıyordu ki bunu (askere saldırıyı) PKK yaptı. Herkes silahını havaya ateş açarak sevinç gösterisinde bulunuyordu. Ortalık toz dumana karışıyordu yani. Ondan sonra biz ne yapıyorduk? Tankları çıkarıyorduk, evleri basıyorduk. Evlerden silah mermisi çıkıyor haliyle. Milleti topluyorduk, işkence yapıyorduk, asıyorduk, kesiyorduk. Bu yani. Ortalık kızıştırmak bu."
HİZBULLAH DA BİZE BAĞLIYDI
Beğler ayrıca,14 sene boyunca
Habur'la Silopi arasındaki 15 kilometrelik mesafeyi her gün elini kolunu sallayarak geçtiğini, gecenin ikisinde bile PKK'lıların evine asker elbisesiyle girip çıktığını savunuyor. PKK'lılara her türlü desteği verdiklerini de sözlerine ekleyen Beğler, "PKK'nın ilacı bitseydi, bildiriyorduk
komutana. Komutan da diyordu: 'Şu iki koli ilacı götürün, Cudi'nin eteklerinde iki PKK'lı gelecek, onlara verin. Onlar da size zarf verecek, zarfı alın.' İşte toplantı ne oldu, kongre ne oldu; bunlarla ilgili notlar, bilgiler. Yani tamamen PKK da bizim bir kuruluşumuz gibi." diyor.
Bölgede terör estiren
Hizbullah konusunda ise şu ifşaatı yapıyor Yıldırım Beğler: "Hizbullah da bizim emrimizdeydi. Hadi Birge vardı, Hizbullah'ın Silopi sorumlusu. O da bizim emrimizdeydi. Herkes Hizbullah diye biliyordu ama bizim emrimizle hareket ediyorlardı. Bunlar 10-15 kişilerdi."
ERGENEKONCU KOMUTANLAR HÂLÂ GÖREVDE VE ÇOK GÜÇLÜLER; TANIDIKLARIM VAR; AMA SÖYLEMEYE KORKUYORUM
Yıldırım Beğler'e, Ergenekon iddianamesinde ismi geçmeyip de kendisinin bildiği "Ergenekoncu" subay var mı diye soruyoruz. Aldığımız
cevap şaşırtıcı: "Var da, şu anda isimlerini söyleyemem. Niye? Çünkü hâlâ çoğu görevde, çok faaller ve çok güçlüler. Çekiniyorum biraz açıkçası. Ailem için çekiniyorum biraz, kendim için değil. Çocuklar var, akrabalar var, yeğenlerim var Türkiye'de; onlar için. Şöyle diyebilirim: 2
general var, 1
yarbay var, 1 albay var. Bunlar yüzde 100 ergenekoncu, hâlâ da faaller. Onlarca da başçavuş var, onlarca."
"O SAVCI ABDULLAH GÜL'ÜN AKRABASIYSA, PARÇALARINI KAYSERİ'YE GÖNDEREYİM DE GÖRSÜN!"
Bölgedeki
kanunsuzlukları anlatırken ilginç bir hadiseden daha söz eden Yıldırım Beğler, 2000 yılında çantasından uranyumla ilgili belgeler çıkan Irak asıllı bir
Danimarka vatandaşını Habur
Sınır Kapısı'nda gözaltına aldıklarını ve konuşturmak için bu şahsa
iğne vurulduğunu dile getiriyor. "Ancak, iğnenin dozunu fazla kaçırınca adam
felç oldu. 47 plakalı
Renault model arabayla Silopi terminaline bıraktık." diyen Beğler, bu şahsın daha sonra Türkiye aleyhine dava açtığını anlatıyor.
Ancak 2005'te Silopi
Cumhuriyet Başsavcısı Talip Demirezen'in bu konunun üzerine gittiğini dile getiren Beğler, şöyle devam ediyor: "S1 timinden E. Başçavuş, 'Ne var ne yok? Yıldırım nedir bu?
Savcı ortalığı karıştırıyor' dedi. Ben de ona, 'Bu savcı Kayserili. Dedikoduya göre sırtı sağlam, Abdullah Gül'ün akrabası diyorlar' dedim. E. Başçavuş da, 'Bu adam Abdullah Gül'ün akrabasıysa, ben onu bir uçurayım da parçaları Kayseri'ye düşsün' dedi. Ertesi sabah Atilla Başçavuş ona
siyah bir poşetin içinde
bombayı getirdi. Bomba saat 7'de patladığında ben de, 'Ne oldu?' diye sordum, 'Savcının arabasına bomba koymuşlar; ama savcı kurtulmuş' dediler."
DEMOKRASİ İÇİN KONUŞUYORUM
Son yıllarda Türkiye'de bu tür kanunsuzlukların iyice azaldığına vurgu yapan Beğler, daha önce kanun diye bir şeyin olmadığını,
AK Parti hükümetiyle kanunların işlemeye başladığını dile getirerek şunları ifade ediyor: "Ben kendim kanundum daha önce. Herkes bir kanundu. İsteyen alırdı şüpheliyi içeriye. 5 dakikada emrini verirdi; idam edin, asın, kesin veya serbest bırakın. Bu hükümet
demokrasi için çalışıyor. Biz ise tam tersiydik, bir nevi demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışıyorduk."
Kimseyle bağlantısı olmadan, kimseden emir almadan konuştuğunun altını çizen Beğler, "Şu anda konuşmamın tek nedeni var. Sadece demokrasi için konuşuyorum. Bu
tren rayına otursun ve demokratik bir
ülke olalım,
Avrupa gibi olalım diye konuşuyorum. O kadar yıl bu halka zulmettik. Ha
Kürt, ha Arap ha Türk ne olacaktı yani? Bak burada (
Norveç) herkes eşit şartlarda yaşıyor. Herkes okuluna gidiyor, herkes parasını alıyor, kimse kimseye bir şey yapmıyor." diyor. (CİHAN)