Bu kapsamda Savcı Serdar Coşkun’un Emniyet’e gönderdiği yazılı emir, ceza hukuku ve Anayasa ihlalleriyle dolu. İnsan haklarına müdahalede sınır tanımayan talimat, bütün vatandaşları şüpheli sayıyor.
Ankara Savcısı Serdar Coşkun’un Emniyet’e yazdığı talimat, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, demokratik hukuk devletlerinde eşi benzeri olmayan bir yargı operasyonu ile karşı karşıya getirdi. Savcı Coşkun’un hazırladığı ‘Fethullah Gülen cemaati örgütlenmesini araştırın’ talimatı, hem ceza hukuku hem de anayasal haklar açısından sayısız ihlaller içeriyor. Darbe dönemlerini hatırlatan, insan hak ve özgürlüklerine müdahalede sınır tanımayan içeriğe sahip ‘talimat’, masumiyet karinesini, delilsiz suç isnat edilmemesi kuralını, özel hayatın gizliliğinin korunması haklarını hiçe sayıyor. Türk yargı tarihine ‘skandal’ diye geçecek soruşturmada, Hizmet Hareketi’ne gönül vermiş herkesi (dershane, okul, işyeri vb yerlerde çalışanlar, öğrenciler…) ‘potansiyel şüpheli’ yapan bir yaklaşım bu. Ne kanunlarda ne de hukuk ilkelerinde karşılılığı var. Eğer talimatname hayata geçirilirse sonraki adımda, ‘gözaltında işkenceyle zorla suç kabul ettirme’ safhası başlayacak. Bu da, darbe dönemlerinde sadece siyasi görüşlerinden dolayı insanların suçlu sayılıp mahkum edilmesine benziyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’na yazılan bu yazılı metni hukuki açıdan adım adım irdeleyecek olursak;
Talimatın girişinde, ‘ülke içinde ve dışında örgütlenen değişik alanlarda birçok faaliyet ve özellikle ticari işlemler yürüten Fethullah Gülen cemaatinin içindeki örgütlenmeye yönelik yoğun şikâyet ve ihbarlar üzerine soruşturma açıldığı’ belirtiliyor. Daha en başta, somut bir suçun şüphelisi değil, kafadan bir “şüpheli” belirlenip ona suç arandığı anlaşılıyor. Yoksa normal hukuki yoldan yapılması gereken, her somut ihbar doğru mu değil mi, delil var mı diye araştırmaktır.
Zaman Gazetesi'nin haberine göre, Savcı, kim olduğu belli olmayan bu hayali şüphelilerin, ‘silahlı örgüt ve devlet kurumlarını ele geçirerek anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etmek iddiasıyla’ araştırılmasını istiyor. Ortada hiçbir silahlı eylem, buna dair en ufak bir emare yokken, silaha elini değdirmemiş insanlar bir anda potansiyel terör şüphelisi yapılıyor. Kaldı ki, 28 Şubat sürecinde bile Hizmet camiası hakkında “silahsız terör örgütü” suçlamasıyla iddianame hazırlanmış ve yargılama sonucunda beraat çıkmış ve bu da Yargıtay tarafından onanmıştı. (Daha sonra Avrupa Birliği uyum sürecinde ‘silahsız terör örgütü’ suç olmaktan çıkarıldı.) 28 Şubat yargısı önünde “silahsız terör örgütü” suçlamasından aklanmış Camia, şimdi silahlı suç kategorisine sokuluyor.
Yazıda, ‘hükümeti yıkmaya teşebbüs etmek’ suçlarından soruşturma yürütüldüğü belirtiliyor. Türkiye’de ilk kez, Ergenekon ve Balyoz davalarında, suikastlar, fişleme ve darbe planlarıyla anılan sanıklar hakkında bu suçtan yargılama yapıldı. Gelinen noktada, bu davanın sanık ve mahkûmları hükümetin açtığı yoldan serbest bırakıldı. Şimdi, aynı suç ikinci kez silah kavramı ile hiçbir zaman yan yana gelmemiş dini bir camia için ileri sürülüyor.
Suç da hayali, şüpheli de
Savcı, “paralel yapının ne olduğu, kimlerden oluştuğu, nihai amaçları, örgütlenmenin şekli ve şeması, insan kaynakları… Örgütlenme içinde yer alan faillerin tespitine çalışılmaktadır.” diyor. Burada da bütün temel ceza yargılama ilkeleri tersyüz ediliyor. 2005’te uygulamaya giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) amacı, suçla etkili mücadele için insan haklarını ihlal etmeden “delilden sanığa” ulaşmak. Camia’yla ilgili soruşturmada ise önce ‘hayali şüpheliler’ belirlenmiş, sonra delil bulunması ya da oluşturulması için polis ve devlet kurumları harekete geçirilmiş.
Ankara Emniyeti Terör Şube’nin de dahil edildiği süreçte, ‘Gülen Cemaati’nin elindeki ekonomik gücün ülke içi ve dışındaki imkânlarının tespiti’ isteniyor. Böylece ülke içinde ve dışında o yerin kanunlarına göre işletilen, vergi denetimi yapılan kurumlar yine ortada hiçbir somut delil yokken ‘terör şüphelisi’ yapılıyor. “Bu ekonomik gücün eyleme kalkışması halinde hükümeti yıkabilecek veya anayasayı ortadan kaldıracak silahlı grupları veya organizasyonları desteklemeye yeterli olup olmadığı” cümlesi de dikkat çekici. Bu mantıkla bakılırsa, Türkiye’de bütün sivil gruplar, dernekler, cemaatler içinde ellerinde ne var ne yok araştırma, fişleme hakkı doğar. Mesela sokakta dolaşan her uzun sakallı, şalvarlı kişi radikal İslamcı, terör örgütü şüphelisi sayılabilir. Nasıl bir mantık ki, insanlar gelecekte işlemesi muhtemel bir suç iddiası için yargı eliyle mercek altına alınıyor. Bu amaçla, “Fethullah Gülen cemaatinin kullandığı yayın organları, kurduğu vakıf, şirket, arsa ve emlaklarının, Cemaat mensuplarının ticari faaliyetlerinin, himmet ve bağışların harcandığı yerlerin bildirilmesi” isteniyor. Hatırlanacağı üzere Başbakan Erdoğan, “Haşhaşi” hakaretini dile getirdiği zaman, bazı vatandaşlar suç duyurusunda bulunmuştu. Yargı birimleri de, “önce Cemaat mensubu olduğunu ispatla” diyerek suç duyurularını geri çevirmişti. Bu durumda, Erdoğan’ı şikâyet etmek için Camia mensubu olduğunu kanıtlayamayan insanların ‘örgüt mensubu’ olduğunu savcılık nasıl ve hangi delile göre kanıtlayacak?
Savcılık, özellikle ‘Cemaat’in ekonomik boyutunun araştırılmasının üzerinde duruyor. ‘Yapılanma mensupları veya ilişkin kişilerce tehdit, şantaj, komplo, tuzak dışlama, aşağılama, şiddet, kamuoyu nezdinde küçük düşürme, yağma türü yöntemler kullanılarak toplanan bağış, himmet, burs, arazi bağışı şeklinde menfaat sağlamaya yönelik faaliyetler” yapıldığını ‘düşünen’ savcı, ‘buna rağmen menfaat temin edilemeyen kamu görevlileri veya işadamları hakkında sahte ya da gerçeğe aykırı belge düzenleyerek suç uydurmak suretiyle yapıldığı iddia edilen operasyonel faaliyetlerin’ araştırılmasını istiyor.
Bu suç hangi kanunda var?
Savcılığın saydığı, ‘dışlama ve küçük düşürme’ hangi kanunda ‘terör suçu’ olarak düzenlenmiş acaba? Savcılık adeta ‘proje suç’ tespit etmiş, delil oluşturulmasını istiyor. Tam da nokta atışı bir suç tanımı. Hizmet Hareketi bugün ortaya çıkmış bir yapı değil, eğer yıllardır tehdit, şantaj, yağma şekli ile bağış, himmet alsa mutlaka yargıya başvuru olurdu. Ancak hiçbir şikâyet gündeme gelmedi. Bu maddeye bakılınca, birilerine çıkar sağlayarak şikâyetçi olmasının sağlanması bile mümkün görünüyor.
Yazının devamında, yapının özellikle ihaleye fesat karıştırma, zimmet, irtikap gibi suçlarının araştırılması isteniyor. İhaleler, devletin ihale kurumu tarafından denetlenen işlemler. Zaten bu konuda şikâyet ya da şüphe varsa işleme konulmuştur. Şimdi polisten araştırma istenmesi, yine suç arama taktiğinin bir parçası.