MetroPoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin genel müdürü Prof. Dr. Özer Sencar gündeme ve seçimlere ilişkin çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte Sencar'ın 'bir araştırmacı olarak bunu söylemek gerçekten çok üzücü ama evet manipülasyon olduğunu düşünüyorum' dediği röportajının ilgili bölümü:
"Demokratik hayat, ‘kamuoyu’ denen sihirli kelime etrafında dönüyor. Gücü elinde tutan onu belirlemek istiyor. Sencar, araştırma şirketlerinin nasıl manipülasyon aracına dönüşebileceğini anlatıyor; hukuk istikrarsızlığının ekonomik maliyetine dikkat çekiyor.
Kamuoyu araştırmalarına dair giderek septik düşüncelere sahip olmaya başladıysanız lütfen alıcılarınızla oynamayın! Yavaşça sırtınızı koltuğa yaslayın. Duyacağınız şeyler bir süredir kendinizden bile şüphelenmenize yol açan ağır kamuoyu manipülasyonuyla ilgili. ‘Halkın toplumsal ve siyasal eğilimleri’ne dair çeşitli araştırma şirketleri etiketiyle önümüze düşen rakamlar ve bulgulara karşı bir şüphe taşıyor olmak akıl sağlığınıza dair bir işaret bile olabilir. Siyaseti ve sosyal gelişmeleri izleyen, bu can sıkıcı durumlarla yüzleşenler için iyi haber; ‘evet, hissettiklerinde haksız değilsiniz’. Kötü haber, bu manipülasyon devam ediyor ve edecek. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en doğru tahmini yapan ve ilgilendikleri araştırma konu ve verileriyle dikkat çeken MetroPoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin genel müdürü Prof. Dr. Özer Sencar söylüyor bunu.
-Siz seçimlerde araştırma şirketleri üzerinden bir manipülasyon olduğunu düşünüyor musunuz?
Bir araştırmacı olarak bunu söylemek gerçekten üzücü ama evet düşünüyorum. Alanda tekniğine uygun üretilen bilgiyi değil, masa başında üretilen ya da değiştirilen bilgiyi hele de kritik zamanlarda kamuoyuyla paylaşıyorsanız bunun adı manipülasyondur. Dikkatli gözlemciler bunun izlerini rahatlıkla fark edeceklerdir.
-Cumhurbaşkanlığı seçiminde bazı şirketlerin sonuçları çok tartışıldı. Siz o sonuçların Cumhurbaşkanlığı sonuçlarını etkilediğini düşünüyorsunuz.
Evet, bu benim görüşümden bağımsız olarak araştırma verilerine dayanan bir değerlendirmedir. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yaptığımız araştırmada seçmenlere kamuoyu araştırma şirketlerinin açıkladığı sonuçların oy verme tercihlerini etkileyip etkilemediğini sorduk. Yüzde yirmisi etkilendiğini belirtti. Bu hiç de azımsanacak bir oran değildir. Ayrıca araştırma bulgularından bağımsız olarak dikkatli bir gözün fark edebileceği kadar açık şekilde yapıldı maalesef.
-Devlette kadrolaşma sürekli gündeme gelen bir konu. Bu toplumsal kesimlerin devletle problemli ilişkisinden kaynaklanmıyor mu?
Demokratik ve hukuk devleti olmayan sistemlerde toplumsal gruplar devletin kendisine zarar verdiği kurumların içine sızmaya çalışır. Mesela üniversitede okuyan Kürtlerin büyük bir kısmı hukuk fakültesinde okur. Çünkü Kürtler karakol ve mahkemelerden çok çekmiş. Bu zulümden kendilerini korumak için Kürtler doktor, mühendis değil, avukat olmayı tercih etmişlerdir. Dinî cemaatler nereden zarar görür? Polisten zarar görür, yargıdan zarar görür, teftiş kurumlarından zarar görür. Dinî cemaatler de kendilerine yakın gençleri bu kurumlara girmeye yönlendirirler. Bu anlaşılır bir durumdur. Ancak herhangi bir siyasi, etnik ve dinsel grubun kamu kurumlarına hâkim olması ve o kurumları etkileyecek boyutta güce ulaşması kabul edilebilir bir durum değildir. Orta ve uzun vadede bu durumun sakıncaları yaşanır.
-Bu ‘koruma ihtiyacı’ Aleviler için de geçerli…
Evet. Çünkü onlar da devletin zulmüne karşı kendilerini korumak istemişlerdir. Bütün Cumhuriyet döneminde böyledir. Ama ilginç bir şey söyleyeyim. Erbakan’la başlayan veyahut İskenderpaşa, Samiefendi cemaatiyle başlayan diğer İslami ekoller devletle fazla çatışmadığı için devlet kurumlarında yoğunlaşmak yerine daha çok para işlerine ve toplumda itibar kazandıracak işlere yönelmişlerdir. Avukat veya öğretmen olmak yerine doktor-mühendis olmayı tercih etmişlerdir. AKP, iktidara geldiğinde görmüştür ki devleti yönetecek mühendis ve doktordan başka hiçbir adamı yok. Bu nedenle, AKP, devleti yönetmek ve istediklerini gerçekleştirmek için Cemaat’le işbirliği yapma ihtiyacı hissetmiştir.
-Siyasi iktidar elitleri devlete karşı hak hukuk mücadelesi birikimi olan grup değil miydi yani?
1950’li yıllardan bu yana devletle en çok karşı karşıya gelenler Kürtler, Aleviler ve Nurcu kökenli dinî cemaatler oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında tarikatlar özellikle Menemen’de olduğu gibi sert bir şekilde tasfiye edilmişti. Tarikatlar büyük bir darbe yedi, bu yedikleri darbeyle kendilerini güvenli hissedecekleri sessizliğe çekildiler. Bu süreç içerisinde sessizliğe çekilmeyen bir tek Bediüzzaman ve onu takip edenler oldu. Devlet de birinci derecede hasım olarak onları gördü. Yetiştirdikleri çocukları zararını gördükleri bu kurumlara yönlendirdiler. Aleviler ve Kürtler de öyle. Onlar iktisatçı-doktor olamazlar mıydı? Olabilirlerdi. Ama onlar kendi etnik ve dinsel gruplarının varlığını sürdürebilmek için bunu tercih ettiler. Devlete hâkim olan güç bu grupların birini kendine rakip olarak görürse bu grubu tasfiye etmede hukuki hassasiyet göstermez. Bu devletin geleneğidir. Bu durumun önüne geçebilmek için yapılması gereken, bütün kesimlerin samimi bir şekilde Türkiye’de eksik olan demokrasi, hukuk devleti mücadelesi vermesidir.
-Peki, AK Parti’nin devleti gerçek anlamda demokratikleştirme ve dönüştürme derdi olmadı mı hiç?
AKP’nin daha çok dindarların zarar görmeyeceği ve hâkim olacağı bir devletin peşinde olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir ideolojiye sıkı bağlı kişi veya toplumların zaman içinde evrilmesinin zor olacağını düşünüyorum. Belirli ideolojilere, belirli kültürlere çok aşırı bağlı olan kesimlerin demokrasiyle ilişkisini geldiğimiz noktada yeterli bulmuyorum. Size 1215 yılında İngiliz Kralı’nın yetkilerini kısıtlayan Magna Carta bildirgesinin 39. maddesini okuyayım: “ Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanamayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden mahrum bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya herhangi ne şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.” Türkiye hâlâ Magna Carta’ya ulaşamamış görünmektedir.
-Siyasi iktidardan ve muhalefetten açık bir memnuniyetsizlik var ama ortada seçmeni tatmin edecek bir alternatif de çıkmıyor. Niye?
İnsanların oy verme davranışlarını belirleyen faktörler vardır. 7-8 yılda yapılan ölçümlere bakılırsa bunu en fazla ekonomik faktörler belirliyor. İdeolojik gereklerle oy verme eğilimi yüzde 25-30’larda kaldı. Eskiden daha fazlaydı. Seçmenin yüzde 60’ı ekonomik faktörleri dikkate alarak oy vermeye yöneliyor. İnsanların belirli bir süreç içerisinde yakaladığı bir yaşam standardı ve gelir seviyesi var. Kendisi ve özellikle çocukları için hayal ettiği şeyler var. Son 10 yılda özellikle 99-2001 yılları arasında yaşanan ekonomik krizlerden ve ciddi fakirleşmelerden sonra alt gelir grubunda ekonomik durum AK Parti döneminde düzeldi. Çok geniş kitleler iş yapma kapasitelerini artırarak ya da devlet yardımlarıyla yeni bir yaşam standardına ulaştı. AKP’li belediyeler ve direkt devlet kurumlarının planlamasıyla halka, dar gelirlilere, ev kadınlarına kaynaklar aktarıldığını biliyoruz. İnsan hakları ve özgürlüklerin oy vermedeki etkililiği yüzde 3-4 civarında çıkıyor. Biz ölçmeye başladığımızdan beri böyle. İktidar da bunu çok iyi biliyor ve yönetiyor. Muhalefetin çıkmayışının nedeni AKP’nin ekonomideki başarısını daha yüksek oranda sağlayabileceği vaadini ve güvenini veren bir lider ve kadronun çıkmaması. Ancak bir risk var şimdi. Ekonomik kararlarınızı ve mekanizmalarınızı evrensel hukuktan koparırsanız o zaman yatırımlarınız düşer, hukuk sistemi doğru çalışmazsa yabancı yatırımcı gelmez, yerli yatırımcı da parasını güvenmediği için yatırıma yönlendirmez, ekonomide ciddi bir sorun yaşamaya başlarsınız.
-AK Parti döneminin ikinci cumhurbaşkanının seçilmesi Bahçeli’nin hayati dokunuşuyla mı oldu yani?
Hem Abdullah Gül (tamamen) hem de Tayyip Bey (büyük oranda) cumhurbaşkanlığını Devlet Bahçeli’ye borçludurlar. Bu konu özel olarak merak ettiğimiz ve araştırdığımız bir konudur. Tayyip Bey’in kazanmasında ikinci faktör CHP’li seçmenin Ekmeleddin Bey’i kendilerine yakın bulmaması ve Kemal Bey’in onu ilan ediş yöntemine tepki olarak 2,5 milyon CHP’linin sandığa gitmemesidir.
-Star gazetesi Erdoğan’ın BM’de konuştuğu boş salonu dolu gösterdi. Sanki sadece yüzde 50’ye seslenen bir medya düzeninden bahsediyoruz.
İki sebep var burada. Bir, kendi okurlarına, kendi gazetelerini okuyan parti yanlılarına mesaj veriyor; bakın Tayyip Bey bütün BM’ye hitap ediyor diye. İkincisi Tayyip Bey’e de ‘bak ben ne kadar güzel gazetecilik yapıyorum’ mesajı veriyor. Yani diğerlerinin bunu yakalaması, bunu görmesi onu yapanlar için çok önemli değil. Mesaj yerine ulaşıyor nasılsa. Tayyip Bey’in hitap ettiği daima yüzde 60 olarak gördüğü bir kitle var. Medyası da öyle.
-Erdoğan’ın ‘dindar nesil yetiştireceğiz’ demesi ve ardından artan devletçi muhafazakârlık siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Kemal’in insanları zorla Atatürkçü yapmasıyla bugün Tayyip Erdoğan’ın zorla dindar yapması arasında bir fark yok. Onun için birileri ‘yeşil Kemalizm’ diyor.
-CHP kongresinde Muharrem İnce ‘2015 seçimlerinden sonra genel başkanın önemi kalmayacak, bütünüyle Erdoğan devletine dönecek’ dedi. Ne dersiniz buna?
Bizim yeniden Türkiye’de çoğulcu bir demokratik yapıya geri dönülmesi için son şansımız manasında söylüyorlar diyorsanız bu çok da yanlış bir şey değil.
ABDULLAH GÜL ‘ADAYIM’ DESEYDİ SEÇİLİRDİ
-Abdullah Gül bahsini konuşabilir miyiz? Sizce onun stratejisi ne?
Abdullah Gül’ün ayrılacağı ay 7 yıllık performansı üzerine bir araştırma yaptık. 7 yıl süreyle Gül’le ilgili bütün o araştırmalarda sorduğumuz sorularla birlikte değerlendirdiğimizde; Gül’ün özellikle son bir yılda çok büyük bir itibar ve destek kaybettiğini gördük. Toplumun bütününün cumhurbaşkanı olarak görme ve gösterme şeklindeki eğilimi, son bir yılda AKP’nin cumhurbaşkanı olarak görme ve gösterme eğilimine döndü. Son bir yıl içerisinde Gül yüzde 80’lere ulaşmış olan itibarını yüzde 45’lere indirdi. Abdullah Gül’ün muhtemelen Tayyip Bey’le bir Medvedev-Putin yöntemini yapabileceği beklentisi içinde olduğunu düşünüyorum. İktidarın son dönemlerinde çıkardığı ekonomiye ve hukuka aykırı her türlü yasayı o modeli düşünerek onayladığını tahmin ediyorum. Ama başından beri Abdullah Bey’in cumhurbaşkanı olmasını Tayyip Bey istemedi. Gül’ün 2007’de cumhurbaşkanı olması Erdoğan’a rağmendir. Dolayısıyla Tayyip Bey bunu unutmuş değil. Ama Gül bir şekilde böyle bir mekanizmanın işleyebileceğini düşündü ama bu gerçekçi değildi.
-Peki, Gül bunu niye göremedi?
E, insanlar beklentileri yüksek olunca bazı şeyleri görmezler.
-Aslında son yıla kadar Gül adaylık potansiyeli taşıdığını göstermemiş miydi?
Gül, aday olsa tekrar cumhurbaşkanı seçilebileceği hâlde böyle bir mücadeleye girmeyi istemedi veya buna cesaret edemedi. Aday olsaydı da seçilirdi.
-Bundan sonra ne olur?
Bundan sonra Gül’ün Tayyip Bey’e karşı açıktan mücadeleye girme cesareti göstereceğini zannetmiyorum. Ekonomik ve siyasi nedenlerle AKP iktidarı bir şekilde ciddi bir krizle karşılaşırsa, parti tabanından tekrar davet edileceği bir günü bekliyor olabilir Gül bence. Ama şunu da unutmamalı; cumhurbaşkanlığından 45 personel ve 15 tane binek arabayla ayrıldığını dikkate almak lazım.
-Bu neyi gösterir?
Bu ileriye dönük olarak sürekli hazır hâlde bekleme göstergesidir. 45 personelin kimler olduğunu bilmiyorum. Bir siyasi partide bile bu kadar imkân olmayabilir. Herhâlde buna kapıcı- sekreterler falan dâhil değildir. Birtakım uzmanları, siyaseten yardımcı olacak birtakım insanları da taşımıştır. Bu, Abdullah Bey’in siyaset sahnesinden geçici olarak çekildiğini ama bir imkân bulduğunda tekrar siyasete gireceğini gösteriyor.
-Sizin gördüğünüzü Erdoğan da görüyor değil mi?
Elbette. Erdoğan şu anda siyaset sahnesinde siyasi zekâsı en yüksek kişidir.
DİMYAT’A PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLDU!
-CHP’nin Ekmeleddin Bey tercihini nasıl yorumladınız?
Müşterek aday olarak ortaya çıktı. Kişi olarak reddedilecek bir aday değildi ama Türkiye’deki tanınırlığı ve siyasal tecrübesi yok gibiydi. Dolayısıyla bu kadar kısa süre içerisinde bu adayla yola çıkılması doğru değildi. Bu adayın ismi çıkar çıkmaz CHP içerisindeki ulusalcılar “Bu adam Tayyip Bey’den farklı değil!” söylemini ordaya attılar ve bütün hassas CHP’li seçmeni Ekmeleddin Bey’in aleyhine çevirdiler. Bu aleyhe çevirmeyi ciddi bir tehdit olarak gördü Ekmeleddin Bey ve ekibi bunu düzeltmeye çalıştı, bunu yaparken de bir sürü yanlış iş yaptı. Bu Ekmeleleddin Bey’in dindar-muhafazakâr kitle içerisindeki itibarını yok etti. “Bu bizden değil, CHP’li!” dediler. Dolayısıyla hem ulusalcı, aşırı Kemalist, laik seçmeni kazanamadı hem de AKP ve MHP içerisindeki muhafazakâr-dindar kimseleri yanlış yöne sevk etti. Dolayısıyla
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu.
-Ekmeleddin Bey değil de Mansur Yavaş aday olsaydı bir şansı var mıydı Cumhurbaşkanlığı seçiminde?
Mansur Yavaş çok rahat ikinci tura kalabilirdi. Çünkü Mansur Yavaş’ı CHP’liler Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi sırasında benimsediler. Yüzde 99’u Mansur’a oy verdi. Devlet Bahçeli bir taktik değiştirip Mansur’u destekleseydi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı şu anda Melih değil, Mansur olurdu. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday tespitinde zamanlama ve isim hatası yapıldı."
AKSİYON