Türkiye 12. Cumhurbaşkanını kendisi oylayarak tarihte bir ilke imza attı. Halk Cumhurbaşkanını kendisi seçti. Peki yeni dönemde Türkiye'nin yönetim sistemi yarı başkanlık sistemine mi dönüşecek? Zaman gazetesinden Savaş Genç'in analiz haberine göre, Ulusalcı ‘fetvaları’ ile Türkiye’nin siyasi tarihine 367 krizi olarak geçen ve Millet Meclisi’ni cumhurbaşkanı seçemez hale getiren hamle akabinde AKP iktidarı önemli ve oldukça demokratik bir tercihte bulunarak devlet başkanının halk tarafından seçilmesine imkan tanıyan anayasal değişikliğe imza attı.
Tercih edilebilinecek en demokratik seçim sistemlerinden bir tanesi olan mevcut cumhurbaşkanı seçim sistemi, yarı başkanlık sistemi ile yönetilen Fransa’dan (adaylık süreci hariç) neredeyse noktasına, virgülüne dokunulmadan alınmıştır. Yürütmenin başı olan Fransa cumhurbaşkanının koabitasyonlardan kaçınmak için 5+5 modeli ile seçilmesi sistem adına büyük ve oldukça başarılı bir reform olarak getirilmiştir. Türkiye’de ise cumhurbaşkanının 5+5 iki dönem seçilme hakkının bulunması siyasal sistemimizin en zayıf halkasıdır. Fransa’da yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı seçildikten iki hafta sonra parlamento seçimleri ifa edilir ve devlet başkanını muhalif partilerle iktidarı paylaşmasından rahatsız olan Fransız seçmenine pratik bir çözüm alternatifi sunulur. Bizlerin koalisyonlardan nefret ettiği gibi Fransızlar da koabitasyonlardan nefret ettikleri için bu model sayesinde uyumlu iktidarların önü açılmıştır.
Cumhurbaşkanlarının parlamenter sistem içinde denge ve denetim rollerini ifa etmeye çalışırlar. Tekrar seçim kazanmak isteyen yürütmenin başı bir başbakan devlet imkanlarını akıl almaz proje ve sübvansiyonlara kanalize edip tıpkı iflas eden Yunanistan’da ya da kadınları 38, erkekleri 43 yaşında emekli edip tekrar iktidar olma hayalleri kuran Demirel Türkiye’sinde olduğu gibi nesillerin geleceklerini seçim malzemesi olarak kullanabilirler. İki dönem seçilme opsiyonu olan cumhurbaşkanları yürütme erklerinin popülist politikalarına güçlü bir şekilde eleştirip karşı duramayabilir. Hukukun dışına çıkıp anayasayı zorlayan icraatlara siyasi hesapları nedeniyle karşı çıkamayabilir. Nitekim tekrar cumurbaşkanı, olmadı Erdoğan akabinde başbakan olma hesapları yapan Abdullah Gül’ün AYM’den dönme ihtimali çok yüksek yasa değişikliklerine imza atması ve devlet başkanına yakışmayacak şekilde imzaladığı yasaların uygulamasında değişiklikler yapılması için iktidarla pazarlık yapması 5+5 formülünün devlet zirvesine kötü yansımalarıdır. Türkiye, normalleştiği ilk günlerde öncelikle cumhurbaşkanının yine halk tarafından ama tek dönem 6 veya 7 seneliğine seçilmesini ve seçimlerin mutlaka ekim ayının ilk haftasında yapılmasını sağlamalıdır. Tatilin, hasatın tam ortasında ağustos sıcağında acil olmadığı takdirde devlet başkanı seçen bir demokrasi yoktur.
Yarı başkanlık fiilen uygulanabilir mi?
Cumhurbaşkanı’nı halkın doğrudan seçiyor olması sistemin başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine evrildiği anlamına gelmez. Parlamenter demokrasilerde sembolik, seremonyal dengeleyici ve denetleyici bir makam olan cumhurbaşkanlığının görev ve yetkilerinin, nasıl seçildiği ile doğrudan bir ilintisi yoktur. Siyasal bir aktörün doğrudan halk tarafından bir makama taşınması şüphesiz meşruiyetini artıran çok önemli bir enstrüman olsa da sırf bu gerekçe ile Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı ‘ben yürütmenin başıyım’ iddiasında bulunamaz. Gerek gördüğünde kabineyi toplama yetkisi olan cumhurbaşkanının alınan kararlara imza yetkisi bulunmamaktadır. AKP Grubu üstünde Erdoğan’ın baskın ve belirleyici kimliği neticesinde Türkiye fiilen yarı başkanlık sistemi gibi yönetilecektir. Bu sürecin ne kadar ve hangi etki alanında devam edeceğini AKP içindeki kaybedenlerin tavrı ve 2015 genel seçimlerinin neticesi belirleyecektir.
Gelişmiş demokrasilerin aksine Türkiye’de milletvekillerinin tamamına yakını genel başkan tarafından belirlenmektedir. AKP Grubu’nu bugünler için hazırlayan ve isimleri kendisine sadık siyasetçiler arasından belirleyen Erdoğan, güven ilişkisi üzerinden defakto yarı başkanlık sistemini uygulamayı ve yürütmenin başıymış gibi hareket etmeyi deneyecektir.
Halkın tercihlerini hangi etkenler belirledi?
AKP’ye oy veren seçmen ‘çatı aday’ formülüne alternatif bir lider olarak itibar etmedi. AKP oylarının tamamına yakınını korumasını bilen Erdoğan, partisinin yerel seçimlerdeki son resmî oy oranı %42,8’e ekleme yapamadı. Sandığa gitmeyen kitlelerin yüzdelere yansıması neticesinde kazanılan %8-9 oran sayesinde ilk turda seçilmeyi başardı. Seçim sonuçlarını kısmen AKP dışında kalan başta MHP olmak üzere muhafazakar seçmen ve küçük partiler belirledi. MHP tabanı, genel merkezin aksine CHP ile ortak aday belirleme fikrine sadık kalmadı. Muhtemelen daha seküler MHP’liler çatı adaya oy verirken daha dindar MHP’li seçmen Erdoğan’a yönelmiş olabilir. İptal edilen Yalova seçimlerinde belediye başkanını belirlerken AKP ve CHP adayları arasında ikiye bölünen MHP oyları cumhurbaşkanlığı seçiminde beklenenin ötesinde bir ayrışma yaşadı. Saadet Partisi, tabanına söz geçiremeyeceğini gördüğü için adaylar arasında tercih yapamadı ya da yaptığı tercihi açıklayamadı. BBP, Saadet’in yapamadığını yapmak sureti ile gösterdiği cesarete karşı AKP tarafından karıştırılmak istendi ve türlü maniplasyonlara karşı mücadele etmek zorunda bırakıldı.
CHP seçmeninin tercihleri seçime katılım oranı ile birlikte okunmalı. Ekmeleddin İhsanoğlu ismini kendisine yakın bulmayan ulusalcı çizgiye yakın ve laiklik hassasiyeti üst seviyede olan CHP seçmeni sandığa gitmeyerek yüzde oranlarını alt üst ettiler. Yaklaşık 2 milyon CHP ve MHP seçmeni sandığa gitmeyerek Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini sağlamış oldular. Erdoğan’ın %51 oy aldığı oy sayısı ile partisinin %42,8 oy aldığı seçimlerdeki oy sayısı mukayese edildiğinde toplam oy içindeki Erdoğan ve AKP oyları çıkartılabilir. Kılıçdaroğlu hassas araştırmalar akabinde başarılı bir aday bulup sahaya sürdü, lakin Türkiye’nin kutuplaşmış siyaseti ve iki turlu doğrudan seçim tecrübesi olmayan seçmenin refleksleri netice almasına müsaade etmedi.
Muazzam bir medya desteğine sahip olan Erdoğan, topladığı bağışlar ve maddi gücünü sonuna kadar kullanabileceği bir seçim stratejisi güderken diğer adaylarla TV düellosu yapmaktan kaçındı. Rakipleri ile aynı platformda buluşarak onlara görünür olma fırsatı vermeyen bu taktik çoğulcu katılımcı demokrasilerden ziyade şark kurnazı coğrafyalarda rastlanan bir tercihtir.
Seçimlere Başbakan sıfatı ile girip devlet imkânları ile yarışıp başta TRT olmak üzere dolaylı olarak kamu kaynakları ile finanse edilen medya organlarının algı operasyonu ile işi şansa bırakmayan Erdoğan, her halükârda partisinin son resmî oy oranı %42,8’in üstüne çıkarak cumurbaşkanlığı %50 KÜSÜR gibi sonuçla seçimi ilk turda kazanması (beklenenden düşük olmakla birlikte) başarı, muhalefet partilerinin de başarısızlığıdır. Yüzdelerden ziyade oy sayısının da mukayeseli okunması gereken bir seçim olmakla birlikte seçmenini sandık başına getirmeyen aday ve partiler bu başarısızlığı da üstlenmek zorundadır. Seçmenin sandık başına gelmesine mani olan Konda ve Konsensüs araştırma şirketlerinin Erdoğan lehine açıkladıkları %57-58’lik tahminler tatilcileri sandığa gitmemek için demotive etmiş olabilir. Katılımın %70 civarında kalması Türkiye’de vuku bulan son seçimlere bakıldığında izah edilebilecek bir tablo değildir. CHP ve MHP seçmeni mevcut yönetim ve liderleri ile AKP’ye karşı seçim kazanabilme ihtimal ve umutlarını yitirmişler. Çatı aday formülünün başarısız olmasının nedeni İhsanoğlu’nun adaylığından ziyade iki parti tabanının seçim motivasyonudur.
Bundan sonra ne olur?
Erdoğan’ın seçilme ihtimalini erken satın alan merkez medya yeni dönemde ayakta kalıp Erdoğan gölgesinde kendilerine yaşam alanı sağlayacak hamlelerde bulundular. GYY değiştirip etkin köşe yazarlarına siyaset yazma kısıtlaması getirenler yeni dönemin hangi zeminde yol alacağının ipuçlarını hepimize göstermiş oldular. Devletin merkezine MİT’in yerleştirilip, medya dahil olmak üzere neredeyse tüm denetim ve kontrol mekanizmalarının sistem dışı bırakıldığı bir Türkiye’de bürokrasi, yargı ve diğer kurumlar tıpkı merkez medya gibi daha tedirgin davranabilir. Erdoğan sonrası ‘yeni AKP’ ve bu tercih, partinin kurmaylarının tahammül kapasitesi demokrasimizin geleceğinde etkili olacaktır. Yeni başbakan muhtemelen ‘ne yaptıysak birlikte yaptık’ ekibinden bir isim olacak ve tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar Çankaya’ya ilintili çalışması süpriz olmayacak. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin akıbetini iki temel değişken belirleyecek, makro ekonomik veriler ve Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması akabinde partisini emanet edeceği ekip. Türkiye’de siyasetin katedeceği mesafeleri belirleyen ana etkenler arasında mevcut muhalefet parti ve liderlerinin olmayışı demokrasimizin en temel sorunudur. Hizmet Hareketi’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde belirleyici ve baskın bir rol üstlenmeme çabası herkes için hayırlı olmuştur. Hizmet Hareketi’ne sempati ile bakan ya da antipati duymayan entelektüel ve bireylerin görmek istedikleri tablo da budur. Kamuda ön plana çıkmayan, karar alma süreçlerinde sivil toplum sınırlarında kalan ve seçim sürecinde ilke ve değerler üstünden duruş sergileyen fotoğraf, Türkiye’nin normalleşmesine büyük katkı sağlayacaktır.