Bugün Gazetesi Yazarı Gültekin Avcı, "Yolsuzluğu bile gölgede bırakacak nice ağır suçlar ve bağlantılar ortaya çıkmak üzereydi" diyerek, Selam Terör Örgütü davasında '7 bin kişi dinlendi yalanı ile neyin ve kimlerin üstü örtülmek isteniyordu? Suçu ihbar edenlerin ifadeleri baskılarla neden değiştirildi?' sorularını yöneltti
Selam Terör Örgütü soruşturmasını ilerlemeden ve kritik isimlere ulaşmadan karartmak isteyen havuz medyası önce 7000 kişi dinlendi yalanını ortaya atmıştı.
Üstelik illegal dinleme varmış izlenimi doğurdu. Hatta soruşturmayla ilgisi olmayan kişileri, hatta Gezi Parkı soruşturmasında ifadesi alınanları bile dinlenmiş gibi haber yaptı.
Soruşturma savcıları Adnan Çimen ve Adem Özcan bu çarpıtmaları derhal yalanladı.
Mahkeme kararıyla doğrudan dinlenen kişi sayısı açıklandığı üzere 230'du.
Hükümet çevreleri de havuz medyasıyla ahenk içinde "Selam diye bir örgüt uydurmuşlar" diyerek soruşturmayı itibarsızlaştırıyordu.
Oysa Selam Örgütü EGM'nin yayınladığı 12 terör örgütü arasındaydı.
Selam Terör Örgütü hakkında 2002 yılında hazırlanan iddianamede, örgütün suikast talimatlarında İranlılar'ın ismi yer almaktaydı.
Ekseriyetle İran Başkonsolosluğu'nda legal misyonda görevli bu şahsıların en bilineni Muhsin Karger Azad'dı. Azad'ın pek çok eylemde doğrudan parmağı olduğu ya da azmettirici olduğu hususu örgütün iddianamesinde açıkça yer almıştı.
Bugün Azad'ın yerinde Naser Ghafari var(dı.)
Ama 3 yıldır gizlilikle yürütülen bu fevkalade kritik soruşturma havuz medyası ve hükümet çevreleri tarafından deşifre edildi.
4 kişilik derin hücre
Deşifrasyon sayesinde Naser Ghafari kaçtı.
Ulaşılması gereken diğer kişi ve deliller karardı.
Devam eden Selam Terör Örgütü soruşturmasında teknik ve fiziki takipte olan örgüt mensubu H.A.Y da İran İstanbul Başkonsolosluğu'nda görev yapan Devrim Muhafızları Kudüs Gücü mensubu bir İran ajanına bağlı çalışıyordu.
Bir önceki yazımda örgütün Türkiye'deki 4 kişilik derin hücresine işaret etmiştim.
Bu 4 kişiden birisi Hakkı Selçuk Şanlı idi.
Selam Terör Örgütü davasında; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce mahkûm edilen Hasan Kılıç'a 92 öncesi örgüt faaliyetleri sorulmuştu.
Kılıç, İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü ajanı Nasır Takipur ve örgütün Türkiye yapılanmasını kuran Hakkı Selçuk Şanlı ilişkisini 11 Mayıs 2000 tarihli ifadesinde şöyle anlatmıştı:
"Bunlar Savama değil. O ayrı bir birim bildiğim kadarıyla. Bunlar Devrim Muhafızları Ordusu elemanları olarak kimlik taşıyor... Barış dönemlerinde Kudüs Gücü'nün görevi; özellikle İran dışındaki İslam ülkeleri veya İslam ülkesi olmayıp da İslami grupların olduğu ülkelerde bu tür gruplarla ilişkiye girmek, onları desteklemek, onlara kültürel, lojistik ve askeri destek sağlamak..."
Yine mahkeme kararıyla yapılan 09.05.2013 tarihli ortam dinlemesi söz konusu.
Nasır Takipur'la birlikte çalışan Hakkı Selçuk Şanlı ve 4 kişilik derin çekirdek hücrenin DMO/KG yetkilisi General Mir Vekili, konuşma esnasında eski ajan Takipur'u anıyorlar:
Bunca yalan haber neden?
Ajan Nasır Takipur Umut operasyonu başlayınca İran'a kaçtı.
Birçok kanlı eylemde ismi geçen Hakkı Selçuk Şanlı ise 13 Mayıs 2000'de tutuklandı.
12 yıl 6 aya mahkûm olmasına rağmen 2004'te afla çıktı.
Hal böyleyken bunca yalan haber neden?
7 bin kişi dinlendi yalanı ile neyin ve kimlerin üstü örtülmek isteniyordu?
Suçu ihbar edenlerin ifadeleri baskılarla neden değiştirildi?
Selam soruşturması kritik bir evreye girmişti.
Ve yolsuzluğu bile gölgede bırakacak nice ağır suçlar ve bağlantılar ortaya çıkmak üzereydi.
İran'ın yukarıda anlattığım dönemde irtibat kurduğu pek çok kişi, AKP döneminde hızla yükseldiler.
Bazıları devlet kademelerinde çok önemli görevlere geldi.
Devam eden Selam soruşturmasıyla ise çember daralıyordu.
Tam da bu hengâmede Tevhid-i Selam Terör Örgütü soruşturmasında görevli savcıların pasivize edilip Başsavcı Vekili Oğuzhan Atamtürk Uyar'ın devreye girmesi manidardır.
Zira kritik soruşturmalar yürütülürken savcı değiştirmek doğal değildir ve ağır bir soruşturmayı karartma kuşkusu doğurur.
Nitekim Adalet Bakanı Bozdağ'ın başsavcılara nasıl baskı yaptığı İzmir ve Adana örneklerinde basına yansımış, hatta İzmir Başsavcısı Hüseyin Baş tuhaf bir atamayla Samsun'a gönderilmişti.
Yaşanan örneklerden de anlaşılacağı üzere Selam soruşturması da yolsuzluk soruşturması gibi siyasetin ve havuz medyasının kuşatması, karartması altında kaldı.