Bazen dostlarım bana kızıyorlar. Bizim 'Abderalılar' hikâyesini kastederek 'Senin gibi ciddî bir devlet adamına bu yakışır mı?' diyorlar. Yani, 'Ağır ol da molla desinler!' demeye getiriyorlar. Halbuki ben
deniz hem 'ağır'ım (135 kg), hem de laikçi yobazlara karşı çıktığım için bazı çevrelerce, hak etmediğim hâlde, 'molla' ilan edilmiş bulunuyorum.
Allah aşkına, bırakınız
Genelkurmay Başkanı ile Cumhurbaşkanı'nın, XIV. Louis gibi 'Devlet benim!' dercesine verdiği beyanatlarını; Erdoğan'la
Baykal'ın, tulûata dönüşen karşılıklı sataşmalarını; uçaklardan kurtulduk diye apronda
deve kesilmesini; anlı şanlı medyamızın son günlerde manşetlerden düşürmediği ve ne olduğu hâlâ anlaşılamayan 'testis muhabbeti' dahi şimdi anlatacaklarım kadar trajikomik değildir.
* * *
Ekranlarda,
CHP yöneticilerinin ve milletvekillerinin Deniz Baykal'ın etrafında Kral'ın silahşörleri gibi toplanarak 'son
kale'
Çankaya Köşkü için 'sine-i millet'e dönüşten söz ettiklerini görünce, gülmekten koltuktan yere yuvarlanmışım.
Efendim, bu 'sine-i millet' lafı Türk
siyasetinde ilk defa yarım asır önce kullanılmıştı. Bizim dayızâde Murat Sökmenoğlu'nu hariç tutarsanız (O da son derece sözünün eri, mert ve dürüst bir siyaset adamıydı), bugüne kadar hiç bir siyasî kadro ve kişi 'sine-i millet'e dönmedi.
Sine-i millet edebiyatını en çok yapanlar da, tahmin edeceğiniz gibi hep CHP tâifesi olmuştur. Sorarlar adama: Siz, ne zaman sine-i millette buldunuz ki, sine-i millete döneceksiniz? İnançlarına, değerlerine ve iradesine daima karşı çıktığınız millet, sizi bağrına basar mı zannediyorsunuz?
Niyetiniz ortalığı karıştırıp 'asker ağabeylere'
mesaj göndermekse mesele yok. Bu, zaten hep yaptığınız iştir. Lâkin, birisi çıkıp da 'Hodri meydan' dese, sizi
TBMM'nin kulislerinde bile bulamazlar. Baykal, Türkiye'yi olumsuz bir tabloya sürüklenmekten alıkoymak için 'her şeyi yapacakları'nı söylemiş. Elhak, 'her şeyi' yaparlar. 27
Mayıs'ta orduyu darbeye
teşvik edip iktidara gelenler bunlar değil miydi?..
'Sine-i millet Donkişotları'na, Anayasa'nın 78. maddesini lûtfedip bir kere daha okumalarını
tavsiye ederim. Buna göre, boşalan üye sayısı üye tamsayısının yüzde beşini bulduğu hallerde, ara
seçimlerin üç ay içinde yapılmasına karar verilir. Amma ve lâkin, 'Genel seçimlere bir yıl kala, ara seçimi yapılmaz.'
'O halde, biz de 2007 Kasımı'na kadar bekleriz' diyorlarsa, Ak Parti Grubu da kalan milletvekilleriyle TBMM Genel Kurulu'nu toplar; Cumhurbaşkanı seçiminden sonra
erken seçime karar alır ve aradaki üç aylık dönemde de seçim çalışmaları için Meclis'i tatile sokar...
Zaten bütün bu senaryoları düşünmeye gerek yoktur. Nasıl olsa, Baykal istese dahi (istemez ya) CHP milletvekilleri
istifa etmezler ki. Hele bir daha seçilip seçilmeyecekleri belli değilken...
* * *
Efendim, bu anlatacaklarıma inanmayacaksınız biliyorum ama isterseniz doğruluğunu tahkik edebilirsiniz.
Bizim kül yutmaz Devlet Başkanımız Sezer, Köşk'e gönderilen üst düzey kamu yöneticilerinin
tayin kararnamelerini imzalamadan önce, normal istihbarî bilgilerin dışında, haklarında araştırma yaptırıyormuş. Artık Köşk personeli midir, polis midir, istihbaratçı mıdır bilinmez, bir
takım kişiler atanacak müsteşarın, genel müdürün ve diğer kamu yöneticilerinin evlerine gidip, eşlerinin başörtülü olup olmadığını, yöneticilerin
ibadet edip etmediklerini filân soruşturuyorlarmış.
Düşünebiliyor musunuz? Kapınız çalınıyor; adamın biri gelip eşinize, ananıza, babanıza, çocuklarınıza münasebetsiz özel sorular soruyor. Sonra gidip Devlet Başkanı'na sizi
rapor ediyor. O da atama kararnamenizi imzalıyor veya veto ediyor...
Meselâ,
Başbakanlık '
Strateji Geliştirme Başkanı'nın evine bu 'münkir' ve 'nekir'ler gelip sual eylemişler; sınavı geçen Başkan'ın kararnamesi imzalanmış.
Başbakanlık
Müsteşar Yardımcısı yılların değerli bürokratı Ruhi Özbilgiç'in
TRT Genel Müdürlüğü kararnamesi geri çevrilmiş. Kararname iade edilmeden Köşk'ün 'maiyette istihbaratçıları' Özbilgiç'in
kapıcısı İdris Çiftçi'ye gelerek Ruhi Bey ve ailesi hakkında bilgi almışlar. Kapıcının, 'Karısının başörtüsü yok' şehadetine ve tezkiyesine rağmen kararname imzalanmamış. Özbilgiç, 'Eğer kararnamem imzalanıp TRT Genel Müdürü olsaydım, beni tezkiye eden kapıcı İdris Çiftçi'ye teşekkür edecektim; artık edemiyeceğim' diyor.
* * *
Şu Mayıs ayı gelse de bu kâbustan kurtulsak...