Türkiye ilk defa gerçek anlamda
sivil anayasa yapmayı konuşuyor. Daha doğrusu konuşmaya çalışıyor. Kendine ve topluma güveni olmayan kimileri 'öcü' masallarıyla süreci akamete uğratmaya çabalıyor.
'Bizim gibi düşünmeyenlere söz hakkı tanırsak, yaşama imkânı verirsek biz biteriz' paranoyası tartışmalara damgasını vuruyor. Yelpazenin uçlarındaki
azınlık hallerine rağmen gürültücü üsluplarından dolayı varlıklarının ötesinde güç gösterisi yapıyorlar. Merkezdeki büyük kalabalık ise çoğunlukla marjinalleri başından savmanın çabasında. Ancak, yer yer 'ya haklılarsa' şüphesi oluşturduklarını göz ardı etmemek gerekiyor. Uçlardaki azınlık, kendini ideolojik kavramlarla nitelemeye bayılıyor. İdeoloji bir bakıma abartılı bir özgüven gösterisine sebep olacakken, bunlarda özgüven eksikliği olarak tezahür ediyor.
Özgüven eksikliğini kendilerine yakıştıramadıklarından, toplumla ilgili kaygıları varmış gibi yapıyorlar.
Sivil anayasa girişimi, birkaç madde üzerinde yoğunlaşan karşı saldırılara muhatap. İlk öcümüz, kılık
kıyafet hürriyetini getirecek madde. Rivayete göre üniversitelerde başörtüsünü de serbest bırakan madde geçerse, üç vakte kadar başı açık kimse kalmayacakmış.
Araştırmacı Tarhan
Erdem, duyumlarına göre bu kanaate varmış. Hayatını veri üreterek kazanan birinin, sübjektif duyumlarını kamuoyu ile paylaşması ve buradan hareketle felaket senaryosu yazması bize özgü bir tuhaflık. Kendi şirketinin son araştırmasının verileri de, 2003'te
Milliyet için yaptığı araştırma da Erdem'i yalanlıyor. Bir yanda insanların yüzde 76'sının eğitim için başörtüsünün çıkarılabileceğini söyleyecek kadar esnek olduğunu söyleyip iki cümle sonra, 'ama serbestlik gelirse
baskı olur, iki yıl sonra başı açık kimse kalmaz' diyor Erdem. Toplumsal gerçeklik de Erdem gibi düşünenleri tekzip ediyor. Sokakta başı açık ile örtülü olan yan yana yaşıyor, aynı apartmanlarda oturuyor, birlikte alışverişe çıkıyorlar. Onlarca yıldır devam eden bu sürecin bugün çoktan tamamlanmış ve sokakta hiç başı açık kalmamış olması gerekmez miydi? Hem de sokaktaki insanların önemli kısmı üniversitelilere göre etkiye daha açık insanlar.. Şu anda üniversitede başörtülü insanlar yok mu? Başının üstünden söküp aldığınız örtüyü başının içinde taşıyor bu insanlar. Kapıdan çıkar çıkmaz da örtüyorlar nitekim. Mağduriyetin çevrede oluşturduğu yumuşak iklim ve bu psikolojiden güç alan direnme gücü başörtülülerin etki kapasitesini artırır. Yani
özgürlük ortamından daha fazla çevrelerini etkileme gücüne bugün zaten sahipler. Ve hâlâ üniversitelerde başı açık öğrenciler çoğunlukta.
Bütün dünya üniversite çağına gelmiş, belli oranda eğitimden geçmiş insanına güveniyor, onun kararına saygı gösteriyor. En katı
laiklik uygulamalarının vatanı
Fransa bile üniversitede böyle bir
yasak uygulamıyor. Bizde birileri 'bunları kendi hallerine bırakırsak ya davulcuya varır ya zurnacıya' noktasında direniyor. Medeni Kanun, belli yaştan sonra ebeveynin rızası olmasa da istediğine varma hakkı bile veriyor, halbuki!
Diğer nirengi noktası ise din eğitimi meselesi. Burada iki şey birbirine karışıyor. Din pratiğinin zorunlu olması, yani zorla ibadeti kimse savunmuyor. Ama dinî bilginin asgari seviyede okullarda alınmasının ne zararı var? Ülkedeki bitki örtüsünün bilgi değeri kadar olsun, bu topraklarda yaşanan dinlerin değeri olmalı.
Kültür kapsamında malumat verecek bir müfredatla bu sağlanmalı. En laikçi gazeteler bile
Ramazan ayında özel sayfalar yapıyor. Demek dinî bilgi, toplumda karşılığı olan bir ihtiyaç.
Sivil anayasa için önce kafaların sivilleşmesi gerekiyor. Tartışmalar, Türkiye'de üniformasız dolaşan birçok insanın, kafasının içinde asker kepi taşıdığını gösteriyor.