İşte bu soruların cevabını
Taraf Yazarı
Yıldıray Oğur bugünkü köşesinde veriyor.
O imza sizin de olabilirdi
“Silahlı Kuvvetler’in vazifesi; Türk yurdunu ve
Anayasa ile
tayin edilmiş olan
Türkiye Cumhuriyetini ‘kollamak’ ve korumaktır.”
Size ters gelen bir şey var mı?
Yoksa devam edelim.
“
Türk Silahlı Kuvvetleri bugün
Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısının en büyük güvencesidir. Türk Silahlı Kuvvetleri kararlılıkla görevinin başında olduğu sürece, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini aşındırma, ulusal birlik ve beraberliğimizi bozma yönündeki tüm girişimler yok olmaya mahkûm olacaktır.”
Yine mi sorun yok?
O zaman buyurun:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı karşıya olduğu en büyük iç tehditler bölücülük ve irticadır.”
Bu da mı rutin?
O halde
İrtica ile Mücadele Eylem
Planı’nın altında sizin imzanız olmaması sadece bir tesadüfmüş.
Hayat maceranızın seyri başka türlü aksaymış ve şu anda
Genelkurmay Başkanlığı’ndaki Psikolojik Harekât Dairesi’nde çalışıyor olsaymışsınız, bugün sizin imzanızın sahte olup olmadığını tartışıyormuşuz.
Verilmiş sadakanız varmış.
Çünkü o plan bir sinekse;
“Silahlı Kuvvetler’in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘kollamak’ ve korumaktır” diyen TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 35. maddesi;
“Türk Silahlı Kuvvetleri bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısının en büyük güvencesidir” diyen bir
Genelkurmay Başkanı’nın zihniyeti;
Her an her yerde karşınıza çıkabilecek “Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı karşıya olduğu en büyük iç tehditler bölücülük ve irticadır” saptamaları
Bataklıktır.
İşte “AKP ve
Gülen’i Bitirme Planı” böyle bir bataklıkta yetişmiş bir
çiçektir.
Şöyle düşünüyorsunuz;
Bir tarafta
Anayasa Mahkemesi kararıyla
laiklik karşıtı
eylemlerin odağı olarak ilan edilmiş bir AKP var. Hem de bu parti tek başına iktidarda.
Kapatma davasından son dakika kurtulmuş. Dikkatli, temkinli. Kanlı mı kansız mı olacak türü açıklamalar yapmıyorlar. Ama biliyorsunuz ki bunlar fırsatı bulsa laik rejimi kökünden değiştirir.
Atatürk’ten de pek hoşlanmıyorlar. Ama
demokrasi ile iktidara gelmiş, işlerini hukuk içinde kalarak yürütmekteler.
Cemaat de öyle. Okullar, dershaneler açıyorlar. Ortalıkta gazeteler, televizyonlar, öğrenciler, işadamları, sempatizanlar var. Hiçbir şey hukuk dışında değil. Ortada
silah yok, şiddet yok, beyan edilmiş siyasi bir amaç bile yok.
İşte tam bu noktada cemaati bir de
İlker Başbuğ’dan dinleyelim:
“Bazı din eksenli cemaatler siyasi alanda güçlü bir konuma geldiklerini düşünüyorlar. Bu yanıltıcıdır. En büyük engel olarak TSK’yı görmektedirler. Bu yapılanmaya karşı hukuk devleti kapsamında TSK’nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını sanmak bir yanılgıdır.”
Şifre, konuşmanın son cümlesinde saklı: Hukuk devleti kapsamında TSK’nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını sanmak bir yanılgıdır.
“Tepkisiz ve etkisiz kalınacağı yanılgısına” da düşmüyoruz diyelim.
Peki ya hukuk içinde kalarak işlerini görüyorlarsa, hukuk içinde kalarak “rejimin altını oyuyorlarsa” ne yapacaksınız?
‘En büyük iç
tehlike, demokrasi, hukuk,
özgürlük kılıfı içinde rejimi yok etmek için serpilip gelişirken’, her halde bir gün hukuk dışına çıkmaları için dua ederek geçirmeyeceksiniz günlerinizi.
Ben söyleyeyim:
Evlerine silah koyup basacaksınız.
Yandaş adam bulup içeriden parçalayacaksınız.
Haberler yaptırıp meşruiyetlerini zedeleyeceksiniz.
Ya da tam da bugünler için kurup, beslediğiniz, tam da bu konularda uzman olan Psikolojik Harekât Daire’nize bir İrtica ile Mücadele
Eylem Planı sipariş edeceksiniz.
İrtica, bölücülük gibi büyük bir iç tehlikeyse, kendinizi o tehlikeleri bertaraf etmekle görevli hissediyorsanız, bölücülerin üzerine 30 yıldır
bomba yağdırırken, onunla eşit diğer büyük tehlikeyle mücadele için de böyle bir planla bir tane pusu kurmuşsunuz çok mu?
Siz hâlâ bu plana şaşırıyor musunuz?
Dursun Çiçek’in yerinde siz de olabilirdiniz.