ÖZÜR DİLİYORUM
Saklayıp gizlemeyi kalemime yakıştıramam; hiç eğip bükmeyeceğim. Belge gerçek çıktı. Belgenin sahte olduğunu; “Orduyu
darbeci gösterme ve
iktidar partisi AKP'yi
mağdur-mazlum sayma niyeti bulunduğunu, bazı gazetecilerle aydınların bu kötü niyetin aleti yapıldıklarını” yazdım.
Ben bu kez yanıldım.
Aralarında profesörlerin de bulunduğu
Adli Tıp uzmanlarının açıklamasına göre,
belgeyi
Taraf Gazetesi'inde ilk kez yayınlayan
genç muhabir Mehmet Baransu'nun haberi doğru çıktı.
Belge sahte değil.
Özür diliyorum.
Bu durumda; orduda darbe ortamı yaratarak halkın seçimle getirdiklerini iktidardan silahla uzaklaştırma eğilimi taşıyanların var olduğunu benim de kabul etmem ve bu niyeti eleştirmem, kınamam gerekiyor.
Siz okurlarım şahitsiniz.
Yıllardır şunu savundum:
Seçimle gelenler!
Seçimle gitmeli!
Hep böyle yazıp durdum.
Değişmiş, dönmüş değilim.
Şu gerekçeyle orduyu savundum: Ankara'da askeri savcılar 12 gün araştırmış, “Bu belge sahtedir” açıklaması yapmışlardı. İstanbul'da
sivil savcılar da 46 gün uğraştıktan sonra; “Bu belge sahtedir” demişlerdi.
Genelkurmay Başkanı da; “Şu anda elimizde olan hukuki anlamda bir kâğıt parçasıdır” diyerek belgeyi hazırladığı iddia edilen
Albay Dursun Çiçek'i korumuştu.
Ben bahane üretemem.
Bahanelere sığınamam.
Bahanelere sığınıp kendimi
kurtarma ucuzluğuna giremem, “Beni yanıltan savcılar oldu” diyemem.
Yanıltan savcılar olmadı.
Beni yanıltan şu oldu:
Ergenekon davasından
şüpheli avukat Serdar Öztürk'ün bürosundaki masanın çekmecesinde bir belge, ihbar üzerine
polis baskını ile bulunmuştu.
Savcıya teslim edilmişti.
5 gün geçmişti.
Adalet yani savcılar; 5 gün içinde bu belgenin doğru olup olmadığını soruşturacak, doğru ise hazırlayanı kulağından yakalayıp “seni
darbeci seni...” diye
adalete teslim edecek yerde 5 gün sonra bu fotokopi gazeteye sızdırılmıştı.
Pis medya infazı yapılıyordu.
Bu hukuksuzluktu.
Hukuksuzluğu yapanların “yalan söyleyebilecekleri ve sahte belgeyi gerçekmiş gibi sunabilecekleri” yargısına vardım. Devlet ve adalet belgenin gerçekten Albay Dursun Çiçek'in kaleminden çıktığını ispatlayamıyor fakat sahtekârlığı yapanı da bulamıyordu. Bu çelişkili durum da benim “Orduya yıpratama vuruşu yapıyorlar” yargısını güçlendiriyordu.
Şimdi
Adli Tıp, “Belge gerçek” diyor.
Ve çok garip bir durum.
Ordunun ismi açıklanmayan
subaylarından biri, 2009
Nisan ayından bu yana 6 ay bekledikten sonra orijinal belgeyi Ergenekon savcılarına gönderiyor. Bu subay, 6 ay niçin bekledi? Bu subay, haklı olarak, “Beni ordudan atarlar” diye düşünüp yüzünü saklıyor olabilir fakat niçin zamanlamayı böyle yaptı? Bu soru da önemli fakat benim için ismin ve yüzün saklanıyor olması da “bahane” yapılamaz.
Adli Tıp “Belge gerçek” diyor.
Doğruysa, orduda darbe niyetleri olanlar var. Bunun hesabı sorulmalıdır. Hesabı verilmelidir. Benim kalemim de yine “Unutma! Unutturma!” köşesi açıp “Belge gerçek çıktı,
hesap soruldu mu, kaç gün oldu?” diye yazmayı sürdürmeli.
Sürdüreceğim.
Darbeciliği savunamam.
Seçimle gelenler!
Seçimle gitmeli!
Asker askerliğini yapmalı.
Politikacı demokrat olmalı.
NECATİ DOĞRU-VATAN