Solak'tan ilginç açıklamalar

12 Mart’ta korktuğu için yurtdışına kaçan, 12 Eylülcü Kenan Evren’i ‘verin bana yargılayayım’ diyen gazeteci İsmet Solak Aksiyon’a konuştu.

Solak'tan ilginç açıklamalar

Zaten tanınmış bir gazeteciydi; ancak 28 Şubat sürecinde yaptığı ateşli postmodern darbe savunuculuğuyla ismi hafızalara kazındı. Hele NTV’de hazırladığı programda söz, Çevik Bir’in Manastırlı baba ile Selanikli anadan olduğuna gelince “Ben de oralıyım Paşamm...” vurgusunu yapması uzun süre konuşuldu. Atatürk’le ilgili bir rüyasını da ertesi gün köşesinde yayımlayan bir gazeteci olarak tanınmaktaydı o: “Çok iyi giyinmiş, fotoğraflardan tanıdığım bir önder durgun, düşünceli, biraz da üzüntülü bir görüntü içinde; sanki bana o ruh hali ile ülkenin durumunu anlatmaktaydı. Etkilendiğim bir rüyaydı o.” Rüyanın sahibi, 1963 yılındaki Talat Aydemir Olayı sebebiyle ordudan atıldıktan sonra gazetecilik yapmaya başlamış İsmet Solak’tı. Ondan dinleyelim: “Hatta anneme bile sormuştum telefonda. ‘Atatürk’ü görmek çok büyük bir mutluluk oğlum’ demişti.” -İsmet Bey, siz nasıl yorumladınız peki bu rüyayı? “Ülkenin iyiye gitmediğine yorumladım ben.” 43 yıllık gazeteci Solak, 17 yılını verdiği ve en son yazdığı Hürriyet’ten, 2001 yılında, kendisine haber verilmeden ve telefonuna çıkmayan Ertuğrul Özkök tarafından uzaklaştırıldı. İsmet Solak, hatırlattığına göre Bülent Ecevit ile Fethullah Gülen’in görüşmelerini de ilk haber yapan gazeteciydi. 12 Mart’tan sonra, adının bir listede yer aldığı duyumu karşısında ‘korktuğu’ için yurtdışına kaçan İsmet Solak’ın bende bıraktığı izlenim, önyargılı biri olduğuyla ilgili. Sonra, tezatları da olan birisi Solak. Seneler önce Parlamento Muhabirleri Derneği’ne üye yapılırken, inandığını söylediği parlamenter sisteme, 28 Şubat gibi bir süreçte aykırı düştüğünü bugün bile fark etmiyor mesela. Solak, ardından “Kenan Evren’i benim elime verseniz ben derhal yargılarım.” diyor. Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra bir yıl Damga Gazetesi’nde yazan, şimdilerde Derviş Günday’ın başında bulunduğu TESK’in basın koordinatörlüğünü yapan, 1943 doğumlu Solak, baba tarafından Bulgaristan’dan Kırklareli’ne gelmiş, anne tarafından da Karaman’a dayanan evlad-ı fatihan bir Türkmen olduğunu söylüyor. -Harbiyeli birisi olarak, 20-21 Mayıs 1963’te Talat Aydemir Olayı olduğunda neler yaşadınız? İçimizde Aydemir’i tanıyan ve onunla birlikte hareket eden arkadaşlarımız vardı, 20-25 kişi. Ama bizler Aydemir’i hiç görmedik bile. O gece de görmedik. O gece öyle bir şey söylediler ki, yani İsmet Paşa’yı devirmeye kalkmışlar, biz onu koruyacakmışız. Harbiye’den çıkma sebebimiz o. Orada bu sel, yani sel önüne ne gelirse götürür ya, taşı, toprağı bilmem kütüğü... O sel sürükledi. -Bir günlük hadise mi bu? Onun öncesi yok mu? Hazırlık falan... Yok hayır. Ertesi sabah topografya imtihanına girecektim ben, o olayda alarm çaldığında hâlâ ders çalışıyordum. Ve bizim şubemizde, kesim derdik, bizim kesimde sanıyorum 17-18 kişi ders çalışıyorduk o sırada. Gece, saat yarım. Birden alarm çalıyor. Ne oluyor derken bir gürültü, patırdı; ‘alın silahları, yürüyün.’ Bölük komutan yardımcımız orada idi zaten. Sonra Ankara’ya dağıldık. -Sonra askeriye ile ilişiğiniz kesildi. Tabii. O olaydan dolayı 1459 Harbiyeli de ihraç edildi. 20-21 Mayıs Olayları’ndan sonra bir tek öğrenci bırakılmadı. Bizim dönemden, 1963-64 yıllarında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kara subayı yetişmedi. Bizim önümüzdeki 1962’lilerden kim vardı? Mesela Hurşit Tolon Paşa bizden bir dönem evveldi. Ondan sonra Doğu Aktulga. Bizden büyüktü. -28 Şubat döneminde görev alanlardan var mıydı, sizden önceki veya sonraki dönemlerden? Erol Özkasnak olabilir mi düşünüyorum; ama hiç hatırlamıyorum. -Sizinle beraber olanlardan daha sonra öne çıkanlar var mıydı? Süleyman Genç var mesela. Milletvekilliği yapmış Ertoz Vahit Suiçmez falan var. 6-7 milletvekili, müsteşar, dekan, profesör çıktı onlardan. 68 KUŞAĞI ZARARLI; 12 EYLÜL SÜRPRİZ OLDU -Sonra gazeteciliğe başladınız. Benim edebiyatım iyiydi, şiire merakım vardı. O yüzden gazeteci olmaya karar verdim 1963 senesinde. Okula gittim. Kırklareli’nde Atayolu diye bir gazete vardı, ilk orada başladım. Ama aynı zamanda bizi okulda seçen Abdi İpekçi vardı. Milliyet’te staj yaptırdı. Sonra Kim Dergisi’ne geçtim. Askere gittiğimde de Erzurum Radyosu’na spiker olarak girdim. Döndüm İstanbul’a Son Gazetesi’nde 3 ay çalıştım. Oradan Uzanlar’ın Yeni İstanbul Gazetesi’ne geçtik. -12 Mart oldu sonra. Ne yaptınız o dönemde? 1972’de ben yurtdışına gittim. -Neden? Bir liste varmış Faik Türün’ün elinde dediler. Doğan Koloğlu gelmişti, genel yayın müdürü bize. Dedi ki ‘Oğlum, beni içeri alıyorlar. İşte 21 veya 22 kişilik mi listede sen de varsın, 12. sıradasın. Gördüm listeyi’ dedi. Halbuki biz o dönemde tam aksine, 12 Mart’a karşı yayın yapıyorduk Yeni İstanbul’da. Sonra Faik Türün senatör olduğunda, parlamento muhabiriydim ben. Ona sordum. ‘Hiçbir kaydın yok senin’ dedi. Ama 3 kere de ifadem alınınca korktum doğrusu. İçeriye giren çıkmıyor ki o askerî dönemlerde. Çok kötü bir dönemdi, o sağ-sol çatışmaları Türkiye’nin başına beladır. Mesela 68 kuşağı deriz. Ben 68 kuşağının Türkiye’ye faydası olduğuna inanmayanlardanım. O kuşaklar Türkiye’ye fayda getirmedi. İlk çıkışı özgürlük adına idi; ondan sonrası çatışmaya döndü. -Hangi ülkeye gittiniz 1973’te? İtalya ve İsviçre. Orada çok matrak şeyler yaptık. Oto boyacılığı yaptım önce, 8-9 ay. Ondan sonra cam silen bir şirkete geçtim. -Dönme kararını nasıl verdiniz sonra? Seçim dalgası başlayınca, 12 Mart’ta içeri alınanları serbest bırakma durumu vardı. Af çıkmamıştı henüz; ama ben şunu gördüm. Seçim olduğu anda mutlaka Ecevit veya şey, demokrasiyi savunanlar, iktidara gelecek... Onun için güvenim vardı. Ve bir daha da artık ihtilal olmayacak gibi geliyordu bana. 12 Eylül bile sürprizdir benim için. Sonra Teoman Erel ‘Ankara’ya gel’ dedi. Anka Ajansı kurulmuş. O yazı işleri müdürü idi. -Ankara’ya geldiğinizde Parlamento Muhabirleri Derneği’ne üye olurken size, ‘Milletvekillerinin seçilmiş insanlar olduğuna ve demokratik parlamenter sisteme inanmıyorsanız bu kapıdan içeri girmeyin’ diyorlar. Bunları söyleyen İzzet Er, bizim derneğin kurucusu. O zaman sarı basın kartı taşımayanı içeri sokmuyorlardı Meclis’ten. Orda şunu söylediler: ‘Parlamentoya bakan insan parlamentere saygı gösterir, bir de egemenliği içine sindirmesi lazım. Sen inanıyor musun millî egemenliğe?’ ‘İnanıyorum.’ ‘O zaman millî egemenliği savunacaksın arkadaş. Onun aleyhine bir şey uydurmayacaksın.’ -Buna bağlı kaldınız mı? Kaldım. -Sonraki yıllarda 28 Şubat süreci yaşandı. Kaldım, kaldım. Hem de parlamento muhabirliğine en sadık şekilde gazetecilik yaptım. HARBİYELİ DAMARIN KALKTI GENE! -12 Eylül’ü nerede yaşadınız? Barış Gazetesi’ndeydim o zaman. Yaşar Aysev’in çıkardığı. İlan için çıkıyordu. -Ne hatırlıyorsunuz orada? 12 Eylül daha da kötü oldu, tam bir baskı rejimiydi. 12 Eylül’de müthiş bir şey hatırlıyorum. Siyasete girecektim. Seçim olsa liste başıyım. Delege seçimleri için Kırklareli’ne gidip geliyordum. Gece yarısı idi. Askerler koşuşuyordu. Darbe kararı çıkmış, alarm verilmiş. Ama sivillerin haberi yok. Benim yanımda da CHP’nin ilçe sekreteri Yol-İş Sendikası’nın şube başkanı Yusuf var. Dedim ki ‘Ya bu hayra alamet değil. İhtilal oluyor galiba.’ Yusuf dedi ki ‘Harbiyeli damarın kalktı gene asker görünce. İhtilal aklına geldi.’ ‘Allah korusun. Bak mumla arayacağız Demirel’i eğer ihtilal olursa’ dedim. Şerif diye bir arkadaşımız da ‘Tecrübe konuşuyor oğlum Yusuf’ dedi ‘Tecrübe konuşuyor.’ Eve geldim ‘Galiba ihtilal oluyor baba’ dedim. O da ‘Oh be’ dedi ‘çok şükür.’ Dedim ki ‘Öyle diyorsun; ama 27 Mayıs’ta iflas ettin, battın şimdi de oğlun batacak, göreceksin. Hem ihtilal olsa bir daha demokrasiyi ne zaman geri getireceklerini bilemiyoruz’ dedim. Orada, Türkeş’in lafıdır, ‘En ideal askerî rejim, en kötü demokratik idareden daha zararlıdır. Bunu bilesiniz’ dedim. O da ‘Büyük laflar ediyorsun’ falan dedi. İhtilalden sonra babam dâhil bizim köyden 52 kişiyi toplamışlar. -Bir de ‘12 Eylül hem siyaseti hem bizi mahvetti’ diyorsunuz bir yerde. 12 Eylül’de en çok siyasetçilerle gazeteciler ezilmiştir. Gazetecilerin sinir uçları gitti, 12 Eylül toplumun da sinir uçlarını aldı, götürdü. -Bu darbelere karşı bu kadar şey söylüyorsunuz, 28 Şubat’a destek çıktınız. Ama 12 Eylül ile 28 Şubat’ın hiç benzer tarafı yoktur. -O zaman şöyle sorayım. Madem postmodern darbeler iyi sonuçlar veriyor, niçin 3-5 sene sonra tekrar o halk o kişileri iktidara getiriyor? İşte bak mağdurun yanındadır halk. Bütün mesele odur. 12 Eylül sonrasında demokratik seçimlere gidilirken generallerin okey verdiği üç tane parti ANAP, SODEP ve MDP. O 1983 seçim gezilerinde hemen hepsi ile gezdim ben. Hürriyet’te ekip başı idim. O gezilerde o kadar can alıcı izlenimler edindim ki. Van’ın Başkale ilçesinde MDP, yani paşaların partisi, amblemi horoz. Horoz resmi geçiyor. Bir kahvede 8-10 kişi, yaşlı bir adamla sohbet ediyoruz. Adam bana döndü dedi ki ‘Bu horoz kimin?’ Dedim ‘İşte paşanın partisinin.’ ‘Ha’ dedi. ‘Bu nasıl horoz, eşekten büyük’ dedi. Şimdi anladım adamı. ‘Kim kazanır’ dedim. ‘Paşanın partisi kazanır. Öyle diyorlar’ dedi. ‘Peki, sen kime oy vereceksin’ dedim. ‘E paşa benim oyuma karışmaz artık’ dedi. Çok anlamlı bir şey söyledi. Anlatabiliyor muyum? ‘Tamam da paşa benim oyuma karışamaz’ dedi. Bu demin senin sorunun cevabı. ‘Tamam. Kurtar beni; ama oy zamanı geldi mi oyuma ben sadığım.’ Bu, Serbest Fırka’da da böyle olmadı mı? DARBE DEĞİL, BAŞKA BİR ŞEY İSTERİM -Merak ediyorum. Sizin net görüşünüz nedir? Her halûkarda darbe gibi girişimler olmalı mı olmamalı mı? Bakın, demokrasi müdahaleye uğrayınca ara rejim oluyor, tekrar geriye geliyor. Ama laik cumhuriyeti bir yitirirsek bir daha asla geri getiremeyiz. -Yani müdahale yapılabilir. Darbe değil o. Bir şey lazım. Yani ne lazım, o yapılmalı. -Adını koyalım. Adını koyun. Darbe meselesi değil ki. Bana göre 28 Şubat askerî bir müdahale değildi. Bizim Hürriyet’in manşeti neydi biliyor musunuz? Sivil Kuvvetlerin Zaferi. -Erbakan, hükümetin başı. Demin okudum sizin sözlerinizi. Parlamento Muhabirleri Derneği’ne kaydolurken ‘milletvekilleri seçilmiş kişilerdir. Biz de demokratik parlamenter sisteme inanıyoruz’ diyorsunuz; ama 28 Şubat’ta... Ama demokrasiyi alet olarak görenler varsa ne yapacağız? -Ama seçilmiş bir iktidar var ortada. Seçilmiş ama... -Tezat var sizin söylediklerinizde. Hayır hiçbir tezat yok. -Hem demokratik parlamenter sistemi savunuyorsunuz hem de 28 Şubat’ta seçilmiş bir parlamentoyu alaşağı etmeye çalışıyorsunuz. Artık çare yok. -Bir taraftan darbelere karşıyım diyorsunuz... Darbelerden zarar gördüğümüzü anlamış bir insanım. -E? Darbe olsun istemem. Ama laik cumhuriyeti feda da edemem yani. -Bunu netleştirelim. Netleştirin. Ben darbe istemem; ama laik cumhuriyeti feda edemem. O konuda sivil güçlerin akıllarını başlarına toplaması, örgütlenmesi ve bu olaya el koyması lazım. Sivil toplum örgütleri en önemli olaydır bunun için -Tabii ki sivil güçlere bir şey demiyoruz. ‘12 Eylül hem siyaseti mahvetti hem bizi mahvetti basın olarak’ diyorsunuz. Devamında da ‘Yani darbe yapanları eleştirmek için söylemiyorum’ diye de açıklama getiriyorsunuz. Şahsî olarak ben gidip Kenan Evren’i eleştirmek için söylemiyorum. O zaten dersini almış olması lazım. Alamadı. Yani o kadar şey ki. Bir kere yaptığı anayasa bizleri yok ediyor ortalıkta. Bu anayasa Türkiye’ye, Türk milletine göre bir anayasa değil EVREN’İN KORUNMASINI ANLAMIYORUM -Bugün baktığınızda Evren için ne düşünüyorsunuz? Evren’i elime verseniz ben derhal yargılarım ve bu anayasa ile yaptığı uygulamalardan dolayı da gerekli her cezayı da veririm. -Yaptıkları anayasa ile korunuyor. İşte geçici maddeler mahvediyor bizi. Hayır zaten benim elime verseniz, o anayasayı kaldırır yeni anayasa yaparım. -Niye değiştirilemiyor? Dengeler korunuyor. Zannediliyor ki Kenan Evren Paşa’yı TSK komuta heyeti hâlâ tutuyor. Tutmuyor. Bir şey var. Ama onu tehlikeden korumak için de gerekli önlemleri devlet alıyor. Bunu da anlamış değilim. -Devlet dediğiniz hükümeti mi kastediyorsunuz? Hükümet de dâhil. Canım koruması var ya onların. Bir bölük var ya onu koruyan Bodrum’da, Marmaris’te filan. -Net konuştunuz, TSK komuta kademesi desteklemiyor dediniz. Desteklemiyor. Ben konuşuyorum. Bir sürü tanıdığım insan var. Emekli generaller, albaylar falan. Çok hatalı buluyorlar. Ve 12 Eylül’de TSK büyük ders almıştır. Büyük ders çıkartmıştır, 12 Mart ve 12 Eylül’den. Çünkü o sırada zannettiler ki gençler bu olayı kötüye götürüyor. Öyle değil kardeşim. İçeride bu gençleri eğiten, kışkırtan asıl geri plandaki adamlar önemli. BARIŞ GÖNÜLLÜLERİ, NİFAK TOHUMU EKTİ -Kimleri tarif ediyorsunuz? Bakın benim görebildiğim şu. Türkiye’ye 27 Mayıs’tan sonra gelen barış gönüllüleri olayı var. Barış gönüllüleri olayında sanki Türk halkına yardım ediyor, çocukları okutuyor gibi bilmem ne yardımı ile geldiler. Her köyü, her mahalleyi dolaştılar. O güne kadar kimse kimsenin hakkında şu Alevî, şu Sünnî, bu Pomak, bu Kürt, bu Türk’tü dememişti. Bu, Sevr’in hazırlayıcılarının Lozan intikamı, orada başladı. Bizi etnik ve dinî parçalara ayırmak için en zayıf noktalarımızı buldular. O gün bugün kendimizi toparlayamıyoruz. -Siz bunu ne zaman fark ettiniz? Hemen hemen 1970’li yıllarda. -Neyse dönelim Hürriyet’e. 1982’de girdiniz ve sonrasında Rahmi Turan Hürriyet’in başına geçince Ertuğrul Özkök’ün öncülüğünde ayaklandınız. Sonra Özkök kaldı, siz ayrılmış oldunuz. Bu nasıl oldu? Kanaatim şu. Patron katından ‘kalmanı istiyoruz’ diye ricada bulundular. Bize öyle söyledi. Sonra biz Güneş’e geçtik. GAZETE İLE GAZOZ FABRİKASI AYNI; 28 ŞUBAT’I ERTUĞRUL ÖZKÖK DE DESTEKLEDİ -Ertuğrul Özkök Hürriyet’in genel yayın müdürlüğüne gelince siz de 1992’de buraya geçtiniz. Özkök bu kadar uzun süre orada nasıl kalabildi? Çok zeki bir insan. Kendi çevresinden bakacaksınız başarılı mıdır diye. Hani benim açımdan bakmıyorum. Dışardan bakınca diyorsun, başarılı. -Kendi pencerenizden baktığınız zaman nasıl görüyorsunuz? Yani duygusal bakmamaya çalışıyorum. Bu kadar zaman Hürriyet’i yönetebildiyse ve tirajını düşürmediyse... Aydın Bey bir de gazetelerin içeriğinden çok gelir hanesine bakar. Erol Simavi içeriğine de bakardı. Ama artık bir patron için gazete ile gazoz fabrikası arasında çalışan yönetici arasında fark yok. Bir de habercilik anlayışı değişti. Eskiden başbakanlık, siyasi parti merdivenlerinde 30 yıllık muhabirleri görürdünüz. 12 Eylül’den sonra özellikle Özal’la birlikte değişti. Başbakan muhabirle konuşmak yerine açıyor genel yayın müdürüne ‘Nasılsın şekerim?’ diyor. Ben yaşadım bunu. Ertuğrul’la da kavgamız oldu. Yahu yanlış. Sana Özal, Mesut Yılmaz telefon ediyor, Ecevit’le konuşuyorsun; ama alt tarafta olan gelişmeleri haberin içine koymuyorsun. Muharrem Sarıkaya’yı bir gece biz Özal’ın konutunun önünde unuttuk. Garibim... Ertuğrul dedi ki ‘Git orada bekle. Kim geliyor, kim gidiyor, not al.’ Özal yeni başbakan olmuş. Çocuğa gece ‘tamam’ demeyi unuttuk. Ertesi gün telefon etti ‘Geleyim mi?’ diye, saat 9.30’da sabah toplantısına geldi. -Ertuğrul Özkök’le kavganız mı oldu? ‘Duygusal konuşmayayım’ dediniz. Kavga etmedik yani sonunda sadece benim değil ki dört beş tane insanın sözleşmesini aynı anda hiç gerekçe göstermeden feshetti. 2001 kasım ayında. Bana telefona bile çıkmadı. -Bir tahmininiz vardır İsmet Bey, yolları ayıralım demelerinin sebebi konusunda. Yani mesela 28 Şubat’ı destekledim gibi geldi aklıma ama Ertuğrul da destekledi. -O yayın yönetmeniydi ama. Olsun. Ama o ‘Sivil Kuvvetlerin Zaferi’ manşetini atarken ikimiz konuştuk. Yine de bana göre öyle değil. Olsa olsa ben Ecevit’i de eleştirdim çok sert. Bir de Kemal Derviş’i çok sert eleştirdim, ‘Kemal Derviş Türkiye’nin içine sokulmuş bir hançerdir’ diye yazılar yazdım. -Hakkınızda şikayetler gitmiş olabilir mi? Tabii, çok. -Nerelerden gitmiş olabilir? Çok kişiden gittiğini biliyorum yani. -Söylemek istediğiniz var mı? Yok. -Askerî kesimden gitmeyeceğini biliyorum. Askerden gitmedi. -İş dünyasıyla da çok alakalı değilsiniz. Değilim evet. -Ne kalıyor geriye? Yani bir de hükümet çevresi, siyasi çevre kalır. Olursa ANAP, ama ne alaka? Yani (derin bir nefes alıyor) Mesut Yılmaz belki sevmezse sevmeyebilir beni. Ama ANAP da olmaz yani. BENİ KİMİN KOVDURDUĞUNU BİLİYORUM - ‘Ben biliyorum’ dediniz ama... Yok yani elimde belge olmadan konuşmam. -O zaman biliyorsunuz. Yani az çok. -28 Şubat’ta sizin açınızdan neler yaşandı? Birçok gazetecinin mağdur olduğu o süreçte sıkıntı çekmediniz sanıyorum. Kim mağdur edildi? Andıç meselesi ise, o ayrı bir şey. Şimdi oraya girmeyelim ya. Neden biliyor musun? Mehmet Ali Birand’ın Abdullah Öcalan’la yaptığı söyleşiler falan var. Yani asker tavır alır buna ya. -Halen 28 Şubat sürecini sürdürüyorsunuz. Hayır yani olur mu ya. Siz biliyor musunuz, 28 Şubat sürecinde az daha o bölge gidiyordu elden. O gazeteciler oraya götürülmeseydi, bölge tanıtılmasaydı... -Bölge elden gidiyordu derken… O sırada APO’ya yaygın bir medya sempatisi veya onunla görüşme yaparak gazetecilik yaptığını zannedenler vardı. Suçlama açısından söylemiyorum. Yalçın Küçük, M. Ali Birand görüşmüştü, Yalçın Doğan görüşmüştü. (Cengiz) Çandar’ın Talabani ile iç içe olduğu söyleniyordu, İlnur Çevik’in ilişkisi olağanüstü boyutlarda… Ben bunları söylerken Türk medyasının ilgisi bölgeyi bizden koparacak boyutlara erişmişti diyorum yani. -Size söylenmiş bir bilgi mi vardı yoksa kendi yorumunuz mu bu şekilde? Orada bizzat Genelkurmay’ın şeylerinde bu ifade edilmiştir. -Genelkurmay’ın neyinde? Konuşmalarında. -Böyle bir yakınlaşmadan kaygı duyulduğu için mi andıç olayı oldu? Bilemiyorum. Ama o şeyi, (MGK) Genel Sekreteri vardı, tümgeneral, adı neydi ya sonradan Zırhlı Birlikler Komutanı olmuştu. (Erol Özkasnak. CK.) Onun bir sohbetinde geçmişti bu. Yani biz ‘bunu niye düzenlediniz?’ dediğimizde TSK ‘orasının basın tarafından tanınması için ve oranın halkını tanımadan APO’ya sempati duymaya başlamışlardı’ diyor. Değerlendirmem o. -Yaşadığınız sıkıntılar olmadı değil mi? Olmadı. Genelkurmay’a çağırıldığımda gittim, haberimi yaptım, yazımı yazdım. -Nasıl hareket ettiniz o süreçte? Ben 28 Şubat’ın gerekli olduğuna inanıyorum. -28 Şubat sürecinde generallerden size talepler geldi mi? Hayır, hayır. -Aranızın iyi olduğu generaller hangileri idi acaba? Biz gittiğimizde konuşuyorlardı bizimle, o şekilde. Bir de bir açıklama yapılacağı zaman dosya geliyor diye, basın yayın bölümünden albay arardı beni. ‘Bir dosya gönderiyoruz’ diye. Yoksa 28 Şubat’ın generali bana açacak da İsmet Bey... ANDIÇ BENİ DE ŞOKE ETTİ -Andıç olayını biliyor muydunuz, ortaya çıkmadan önce? Bilmiyordum. Hani onu duyduğumda da şaşırdım. Hatta ilk çıktığında şok geçirdim. Olamaz ya. Çünkü biz belgeyi görmeden çıktı Hürriyet’te o. -Onu okuduğunuzda ne hissettiniz? Müthiş irkildim. Ve şunu düşündüm: ‘Ulan bu tür şeylerde gazeteciyi gazeteciyle başbaşa bırakın. Biz otokontrolümüzü yapalım. Ne karışıyorsunuz bu işe’ diye de hayıflandım. Rütbeli birine de bunu söyledim. -O anda ‘kullanıldım’ diye bir his geçti mi hiç içinizden? Hayır, hiç kullanılmadım ben. BALBAY’A DA, DONAT’A DA GELİYORDU -Andıç olayı... Andıç ayrı bir şey. Belli kişilere tuzak. O bize gelmedi. Bana gelseydi düşünürdüm. Ama bana bir tek rica bir tek şey gelmedi. -Siz zaten gönülden desteklediğiniz için öyle bir şey olabilir mi? Olabilir. Çünkü ben inanıyordum, yani 28 Şubat’ın çok zaruri olduğuna hâlâ inanıyorum. -O sürece destek verdiğiniz için rahatsızlık duyduğunuz oldu mu? Hayır. Gurur duyuyorum. - Hiç hata yapılmadı mı o süreçte? Hata olmaz mı? Uygulayıcılar elbette hata yapar. 28 Şubat’ta da yapmışlardır, haksızlık da yapılmıştır. -Andıç’ın dışında? Bilmiyorum yani. 8 yıllık eğitim çıktı mı çıkmadı mı? Ben 28 Şubat’ı o gözle değerlendiriyorum. -Haberlerinizin çoğunu size ulaştırılan dosyalar mı oluşturuyordu, yoksa siz mi buluyordunuz haberleri? Samimi cevap istiyorum sizden. Samimi cevap. Genellikle o brifinglerde olan haberleri yazdım. Yani ama bana gelen Mustafa’ya (Balbay) da geliyordu Cumhuriyet’ten, Sabah’tan Yavuz Donat’a da ulaşıyordu. Yani yazdığımız zaman herkes yazıyordu. Sadece bana gelmiyordu ki. -Çevik Bir ile NTV’de bir program yaptınız. Orada Bir, Selanikli olduğunu söyleyince siz de ‘Evet Paşam ben de oralıyım’ vurgusunu yapma ihtiyacını niçin hissettiniz? Selanikli değiliz bir kere. Balkanlardanız yani. -O vurguyu yapma ihtiyacı neden hissettiniz? Öyleyiz yani. -Çevik Bir’le görüşüyor musunuz? Hayır. En son Ali Şen’in ve Marmara Grubu’nun düzenlediği toplantıda gördüm. ATILMASAYDIM ORGENERALDİM -Askeriyeden atılmasaydınız hangi dönmede hangi rütbeye ulaşırdınız? Ben şimdi orgeneraldim. -Genelkurmay başkanı da olabilecektiniz yani. Yapmazlardı beni herhalde. Neden biliyor musunuz? Benim edebiyat derslerim ve sporum iyiydi. Diğer derslerim orta sınıftı. -O zaman size de darbe metinlerini yazdırırlardı! Yok yazdıramazlardı. Belki de yazdırırlardı ne bileyim. Askeriye, ‘yaz ulan’ dese ne yapacaksın? Emir demiri keser. Aksiyon
<< Önceki Haber Solak'tan ilginç açıklamalar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER