Gerçekler ebediyyen gizli kalmaz
Tatildeyken çok garip bir şey oldu: Siyasi bir suikastta hayatını kaybetmiş
gazeteci Uğur
Mumcu'nun
avukat ağabeyi bir başka siyasi suikastla ilgili yazdıklarımdan yola çıkarak bir davada
tanıklık etmemi istedi. Talebini internet sitelerinde okuyunca çok güldüm.
İfademe başvurulmasında yarar gördüğü siyasi suikast Doç. Bahriye
Üçok'a yapılandı; olayın hemen ardından başlayan iz sürmelerim sonucu bir teze ulaşmıştım: Doç. Üçok aslında ölmeyeceği, ancak öldürülmüş kadar tepki uyandıracak bir suikast girişimine mâruz kalacaktı; ancak ne olmuşsa olmuş, patlamayacak
bomba patlamış ve hayatını kaybetmişti...
Benim de katıldığım yemekli toplantıda, MİT'in asker kökenli müsteşarı, "Biz kendisini bir hafta önce teşkilâta çağırmış ve bombalı paketlerin zararsızca nasıl açılacağı konusunda eğitmiştik" demişti.
Üçok'u öldürecek bombalı paketi taşıyan
İstanbul Ekspres adlı kurye şirketinde çalışan görevli kız, ilk ifadesinden sonra ortadan yokolmuş, MİT'in İstanbul teşkilâtında âmirlere
hizmet veren bir
şoför de,
Sanayi Sitesi'nde çıkan bir
kavga sonucu hayatını kaybetmişti...
Topladığım ayrıntılar üzerine oturan
senaryom o zaman belli çevreler tarafından '
komplo teorisi' olarak yaftalanmıştı.
Uğur Mumcu'nun ağabeyi galiba senaryo içerisinde yer alan birileriyle davalı hale gelmiş, beni imdada çağırıyor... Çağırsın da, söyleyebileceğim her şeyi yazdığım için kendisine nasıl bir yararım dokunur bilmiyorum. Umarım beni resmi
belge ve bilgi akışına mâruz biri olarak düşünmüyordur; o tür yazılarımda yalnızca gri
beyin hücrelerimi çalıştırırım ben, kendi gelen belgelere de hiç güvenmem...
İsterse, Uğur Mumcu suikastıyla ilgili yazdıklarımı da okuyabilir. Önceden uyarayım: Okuyunca, ailenin hiçbir ferdi, bir daha"Fâiller bulundu ve cezalandırıldı, artık rahat uyuyabiliriz" diyemeyebilir.
Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi bizde de suikastlar siyasi sonuçlar almak için işlendi durdu. Öldürülenlerin çoğu kişisel olarak
hedef değildiler; onların öldürülmeleri tetikçileri kullananlar açısından eylemin doğuracağı tepki için kararlaştırıldı.
Siz bana geçmişte hayatını siyasi suikastlarda kaybetmiş ismi bilinen insanları
teker teker sorun, size hangisinin kişisel hedef, hangisinin tepki odağı olduğunu söyleyeyim...
Herhangi bir belgeye veya tanıklığa başvurarak değil, gri hücreleri çalıştırarak...
Diyarbakır Emniyet Müdürü
Gaffar Okkan sözgelimi, diğer pek çok suikasttan farklı olarak kişisel bir hedefti; 30 yıllık polisti ve öldürüldüğü eylemde 450 mermi ile dört adet bomba kullanılması gerekmişti. Öldürenlerin nereden çıktığı kadar nereye gittikleri de tespit edilemedi.
Biri, "Sanki yer yarıldı, yerin dibine girdiler" diye anlatmıştı ortadan kaybolmalarını...
24 Ocak 2001 tarihinde, Diyarbakır'ın tam orta yerinde kurulan pusuda, Okkan'la birlikte beş
polis memuru da hayatını kaybetti. Acemi işi değildi suikast; suikastçıların polislerden daha profesyonel tipler olduğu belliydi.
İlginç bir ayrıntı daha:
Suikasttan kısa bir süre önce medyada "
Hizbullah yeniden diriliyor" anlamı taşıyan
manşet haberler çıkmış, birkaç gün önce neredeyse her gazeteden bir ismin, Gaffar Okkan'la mülâkat yapacağı tutmuştu. Mülâkatlardan birinde, Okkan, "Hizbullah'ın 28 tetikçisi var, hedeflerinden biri de benim" diyordu.
Suikast, tahmin edilebileceği üzere, 'yeniden boy veren' ve Okkan'ı hedef seçtiği bizzat
kurban tarafından dillendirilmiş Hizbullah'a mal edildi. 26 Hizbullah militanının yargılandığı davada, ağırlaştırılmış müebbetten başlayan cezalar verilip
dosya kapatıldı.
Kapatıldı da ne oldu? Dün bir gazete,
Ergenekon davasının 3. İddianamesi'nin ek dosyasından bir
gizli tanık ifadesi yayımladı. Tanık, Gaffar Okkan'ın kimler tarafından, nasıl öldürüldüğünü anlatıyor.
Adamın dediği şu: Suikast şimdilerde Ergenekon'dan yargılanan dönemin önemli bir görevlisinin verdiği talimatla işlendi. Emri altındakileri çağıran o görevli, "Diyarbakır'da çok önemli bir göreve gidiyorsunuz" dedi. "Dört araçtan birini ben kullandım. Şehirde yedi kişi lav silâhı ve tüfeklerle bizden ayrıldı. 20 dakika sonra silâh sesleri duydum. Geriye gelenlerle buradan ayrıldık. O gün Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ı öldürdüklerini sonradan öğrendim, korkumdan konuşmadım."
Belgede ve belgeyi haberleştiren gazetenin haberinde talimatı veren kişinin adı ve unvanıyla suikasta karıştığı iddia edilen kişilerin özellikleri açıkça yazılıyor.
Doğru olabilir mi bu anlatılan? Buna
mahkeme karar verecek...
Prof. Muammer Aksoy 1990 Ocak ayında öldürüldü,
Necip Hablemitoğlu da 2002
Kasım ayında... İkisi arasında işlenen suikastlara yakından göz atmak şart...
Bahriye Üçok suikastıyla da olsa olur; bir yerden yola koyulmalı.
TAHA KIVANÇ-YENİ ŞAFAK