Ağaçlar budandı, çimler söküldü, granit taşlar döşendi her yere. Değişim kimini memnun etti, kimini etmedi.
Sultanahmet sevdalısı yazar
Beşir Ayvazoğlu ile tarihî mekânı gezdik, eksiğini-artısını konuştuk.Sultanahmet, bugünlerde yeni yüzüyle karşılıyor misafirlerini.
Türk ve
İslam Eserleri Müzesi'nin önüne konan minyatür kulübelerde sanatçılar eserlerini sergiliyor, turistler takı ve aksesuarları inceliyor dikkatle.
Ne
ağaçların gölgesinde uyuklayanlar, ne çimlere yayılan büyük gruplar var çevrede. Beton zemin kırılmış, ağaçlar budanmış, çimlerin yerine granit taşlar döşenmiş. Atmeydanı boylu boyunca boş.
Beşir Ayvazoğlu, meydanın tarihini anlatarak başlıyor söze: "
Bizans döneminde hipodrom olarak bilinirdi. Haçlı seferinden sonra yerle bir edilmiş. Bütün madeni heykeller, abideler sökülmüş, ya eritilip para haline getirilmiş ya memleketlerine taşınmış.
Osmanlı döneminde Topkapı Sarayı'na yakın olduğu için vezir ve saraylarla
dolmuş etrafı. At yarışları, sportif faaliyetler, törenler, şenlikler düzenlenmiş."
O zaman meydan boş muydu, var mıydı etrafta yeşillikler? Eski fotoğraf ve gravürlerde meydanın boş olduğunu söylüyor Ayvazoğlu, bu yüzden yeni çevre düzenlemesini beğeniyor. Meydan dediğin rahat dolaşılabilir olmalı, boşluğu algılanmalı.
Kitapçıları göstererek konuşuyor: "Yakın zamanlarda caminin avlusuna sığmayan bir kitap fuarı vardı. Girişe sözde Osmanlı evlerine benzer derme-çatma evler kurulurdu.
Sucuğundan kebabına birçok şey satılırdı.
Tarihi alanı hoyratça çiğneyen, çiğnediği alanın ne anlama geldiğini bilmeyen bir kalabalık vardı burada. Şimdi tertemiz.
Uzun zamandır köklü bir değişim olmadı. Buna ihtiyaç vardı zaten. Sultanahmet eskiden parka benziyordu, şimdi meydana benziyor."
Ağaçların kesilmiş olması, her tarafın taştan olması hiç mi rahatsız etmiyor kendisini? Ağaçlarla
mimarinin uyumundan bahsediyor ilk önce. Ağaçsız mimari düşünülemez.
Bir cami yapıldı mı mutlaka bahçesine ağaç dikilir.
Caminin etrafını turlarken ağacın tehlikeli olduğunu söylüyor.
Allah muhafaza kökleri alttan ilerler bütün mimariyi temelden sarsar. Onun için böyle ağaçlara müdahale etmek şart. Neyse ki tarihi mekânda bu konuda kendine güvenen ağaç yok.
Ayvazoğlu, avluyu saran ağaçların
manzara görünümünü engellemesinden oldukça rahatsız. "Sağdan, soldan nereden bakarsan bak, caminin fotoğraflarını çekebilmeli insan." diyor.
Eski zamanlarda böyle miydi? Her açıdan caminin tamamı görülürdü. Ağaç mimarinin organik bir parçası olmalı. Onu işgal eden, görünmez kılan değil, estetiğine yeni bir unsur olarak ilave edilmeli.
İleriden geçen tramvaylara laf atıyor ardından: "Titreşimler tarihi dokuya zarar veriyor. Uzun vadede büyük hasarlar bırakır. Kimsenin elini taşın altına sokacağını düşünmüyorum ama seferler iptal edilebilir."
Arnavut kaldırımları kullanılabilirdi
Ayvazoğlu, yeni çevre düzenlemesinin tamamını benimsemiş olmamakla beraber meydanın meydan olma hüviyetini az çok kazandığını düşünüyor. Bir önceki döneme göre daha iyi.
Peki neler eksik? Şehir tarihçilerinin güneş ışınları yansıtıp tarihi dokuya zarar vereceğini iddia ettiği kaldırımları eleştiriyor. Bu kadar düzgün taşlar kullanılmalı mıydı emin değilim.
Tarihi dokuyu ön plana çıkaracak Arnavut kaldırımları (eskiden de bu kullanılıyordu) kullanılabilirdi.
Bu sentetik bir hava veriyor.
Alman Çeşmesi'nin önünde duruyor, durumunu konuşuyoruz. Malum geçtiğimiz günlerde tazyikli suyla yıkandığı için mozaiklerin zarar gördüğü basına yansımıştı.
Ne düşünüyor Ayvazoğlu? Restorasyonda çok kötü olduğumuzu aktarıyor. Eserlerimize sahip çıkmıyor, toplumumuzun düşünüldüğü kadar muhafazakar olmadığından dert yanıyor:
"Hep pırıl pırıl olanın peşindeyiz. Tarihimize sahip çıkmıyoruz. Bir gün gördüğüm bir manzarayı ertesi gün göremiyorum mesela. Roma'ya 20 yıl arayla iki kere gittim. Meydanların hiçbiri değişmemiş. Bizde değişilmesi mümkün olmayan şeylerin dışında her şey değişiyor."
Son şiirini meydanda yazdı
Sultanahmet Meydanı'nın Beşir Ayvazoğlu için çok özel anlamı var. Nice şiirler yazmış burada, nice dostluklar kurmuş.
1969 yılında lise gezisiyle Sultanahmet'i gören yazar, on yıl boyunca Yahya Kemal şiirleriyle dindirmiş
İstanbul özlemini.
Gazeteci olarak büyük şehre geldiğinden bu yana hep buraları mesken edinmiş.
Ayvazoğlu, "İstanbul deyince benim aklıma Sultanahmet ve
Beyazıt Meydanı geliyor. Her yerde bir anım var. Kalaşnikof'la tarandığım da oldu, arkadaşlarımla tarih-edebiyat konuştuğum güzel günler de." diyor.
Yazar, Bir İstanbul Rüyası adlı son şiirini de burada yazmış.
Meydandaki taşların birbiriyle konuşmasını anlatan şiir için dört ay uğraşmış. Sipariş aldığı şiiri evde, çay bahçelerinde, banklarda yazmış ve son kitabı
Kayıp Şiir'e koymuş.
Sultanahmet Adliyesi yıkılmamalı
Konu İbrahim Paşa Sarayı'ndan açılıyor bu kez. Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı ve ikinci veziri olan Pargalı Damat İbrahim Paşa'ya ait saraydan.
O günlerden bugünlere kalan tek vezir sarayının hikâyesini anlatıyor. Şimdilerde
Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan bina uzun dönem cezaevi olarak kullanılmış, 1940-50'li yıllarda yıkılmak için çok çaba sarf edilmiş.
Bir mimar ömür boyu sarayı kurtarmak için mücadele etmiş ama Sultanahmet Adliyesi yapılırken bir kısmı yıkılmış. Geçtiğimiz günlerde boşaltılan ve akıbeti belli olmayan binanın yıkılmaması gerektiğini söylüyor yazar. Boş bırakılabilir, başka bir iş için kullanılabilir ama bir şeyi unutmamamız gerekiyor: "Adliye, sarayın önemli bir bölümü feda edilerek yapıldı."