Yıllarca siyasi otoriteden bağımsız, hatta onun üstündeydi. Siyaseti de toplumu da denetleyen ve tanzim eden bir güce sahipti. Şimdi kışlasına çekiliyor, aslında
gönüllü bir çekilmeden söz edemeyiz. Sivil güçler, dayandıkları demokratik meşruiyetle orduyu olması gereken konuma geri itiyorlar.
Kimse de buna
itiraz edemiyor. Demokrasiye görünürde bile olsa inananların söyleyecek tek bir sözü yok; ordu
sivil demokratik kurumların gözetim ve denetiminde olur, devlet içind
e devlet değildir.
Ancak iş bitmiş değil, süreç ilerlemeli.
Kısa dönemde atılması gereken adımlar var. Birincisi,
terfi sırası gelen 14
general ve 58 albayın bu YAŞ kararlarıyla
emekli edilmesi. Tamam, bu kişiler hakkında yargı kararı henüz yok, belki de mahkemeler delilleri yeterli bulmayacak ve
beraat edecekler. Ama unutmayalım, söz konusu kişiler sıradan devlet memurları değil, ellerine
silah verilen ordu mensupları. Yakın tarihte üç defa bu silahları halkın sivil temsilcilerine doğrultan bir ordunun mensupları... Böyle bir tarih ve gelenek varken, ortaya dökülen delillerle bu kişiler hakkında 'kuvvetli suç şüphesi' oluşmuşken bu kişilerin, terfi etsin etmesinler, ellerine yeniden silah verilmesi son derece tehlikeli.
Demokrasiye bağlılığı konusunda kuşku oluşan insanlardan ordu komutanı, kuvvet komutanı olmaz. Onların eline tank, top, savaş uçağı verilmez. Bu konuda risk alamayız.
Ordunun 'demokratik yeniden yapılandırılması' devam etmeli. Bunun yolu da hükümetin, haklarında yargı süreci başlatılan subayları emekliye sevk etmesi.
Ordu üzerindeki sivil denetimin her geçen gün biraz daha güçlendiği doğrudur. Ama bakın, geçen yıl yapılan YAŞ toplantısında da 'tarihî' adımlar atılmış, hükümet
tutuklu subayların terfi taleplerine direnmişti. Ama o YAŞ'la şekillenen komuta kademesindeki üç kuvvet komutanı ve genelkurmay başkanı bu yıl istediklerini yapmayan hükümet ve yargıyı
protesto ederek emekliliklerini istediler.
Bu 'pasif protesto', daha önceki dönemlerde ortaya çıkan
darbe,
muhtıra vs. gibi eylemlerle karşılaştırıldığında bir 'normalleşme' işareti kuşkusuz. Ancak
Genelkurmay Başkanı'nın
veda mesajındaki 'zihniyet' kaygı verici. General
Koşaner darbe iddialarının soruşturulmasından açıkça rahatsız. Bunca bilgi ve belgelere karşın hukuki sürecin işlemesine karşı. TSK Personel Yasası'nın açık hükmüne rağmen tutuklu subayların terfi ettirilmesini istiyor. Yetmedi, olup bitenleri hâlâ TSK'ya karşı yürütülen bir
kampanya olarak görüyor.
Pes doğrusu. Bu açıklamayı yapan, geçen yılki YAŞ'la
Genelkurmay Başkanı yapılan kişi. NATO'nun ikinci büyük ordusunun başına gelen komutanların hukuka ve demokrasiye tam bağlılığı sağlanmalı artık. Orduda herkes, demokratik kurumların gözetim ve denetimi altında olduklarını bilmeli. Bunun net mesajını vermenin yolu, haklarında şüphe bulunan subayların üniformalarını çıkartmak.
Orduda reform şart. İş, komuta kademesinin 'profesyonelleştirilmesi'nden de ibaret değil. Kısa vadede yapılması gerekenlerden birisi de Jandarma'nın
İçişleri Bakanlığı'na bağlanarak TSK'nın görevinin tamamen 'dış güvenlik'le sınırlandırılması. Ülke topraklarının % 90'ı Jandarma'nın, dolayısıyla TSK'nın görev alanıyken orduyu 'dış'a odaklı hale getiremezsiniz. İçeriye değil dışarıya dönük caydırıcı bir ordu oluşturmanın yollarından birisi Jandarma'yı İçişleri Bakanlığı bünyesine katmaktır. EMASYA protokollerinden, iç güvenlik üzerinden ordunun bütün illerde nasıl bir fiili askerî vesayeti kurmaya kalkıştığını biliyoruz. Sivilleşme ve
demokratikleşme iç güvenliği TSK'dan almayı gerektirir.
Kısa dönemde yapılabileceklerden biri de TSK İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesinin kaldırılmasıdır. Darbeleri meşrulaştırmak için kullanılan bu maddenin iptali 'sembolik' bakımdan önemlidir. TSK'nın 'cumhuriyeti korumak ve kollamak' diye bir vazifesi olamaz.
Ordunun demokratik denetiminde yolun başındayız. Sadece atamalarının değil, bütçesinin,
ekonomik faaliyetlerinin ve iç eğitim müfredatının da tamamen sivil denetime açılması şart. Ama bu başlangıç noktası bile
Türkiye için bir devrim.
Devrimin devamı ise öncelikle silahı '
şüpheli komutanlar'a vermemekten geçiyor.