Başka bir deyişle,
Amerika, Çin,
Rusya,
İngiltere,
Fransa,
İtalya gibi
egemen devletlerin her geçen gün biraz daha azalan petrol kaynaklarını ele geçirmek için verdikleri savaşa şöyle bir değiniyor. “Syriana”yla yardımcı erkek
oyuncu adayı olan George Clooney bu yıl “İyi Geceler İyi Şanslar” (Good Night and Good Luck) filmiyle aynı zamanda en iyi yönetmen adayları arasındaydı. Ancak daha yönetmen ödülüne sıra gelmeden, “En İyi Yardımcı Oyuncu Ödülü” eline tutuşturulunca, Akademi’nin, kendisine “En İyi
Yönetmen” ödülü vermeyeceğini bir anda kavradı. Hemen kendisini toparlayıp, aslında “En İyi Yönetmen” ödülünü alacağını düşünerek hazırladığı konuşmayı yaptı. Konuşmanın temelini, Hollywood’un ve
Oscar ödülleri dağıtan Akademi’nin ne kadar demokrat olduğu ve toplumsal hayatın gelişmesinde ne denli önemli rol oynadığı oluşturuyordu.
Yönetmenliğini Steven Soderbergh’in yaptığı, 2000 yılında çekilen “Trafik” (Traffic) filminin ekibi gerçekleştirmiş “Syriana”yı. Bu kez ekibe yapımcı ve oyuncu olarak George Clooney eklenmiş, Michael Douglas, Catherine Zeta-Jones ve Benicio del Toro ekibin dışında kalmış. Trafik’in görüntü yönetmeni Stephen Gaghan, “Syriana”nın yönetmenliğini üstlenmiş, Soderbergh sadece yapımcı olarak projede yer almış. Yine de “Sriyana” sinema tekniği, hikâye anlatma biçimiyle “Trafik”in bir kopyası gibi.
İlk filmini çeken yönetmenlerin yakasını bırakmayan bir hastalık vardır: Yeniyetme yönetmen bütün hikâyelerini ilk filmine yerleştirerek filmi boğar! Bilmem kaçıncı filmini çeken Soderbergh’in Trafik’te böylesi bir hastalığı vardı, bu hastalık bir tarz olarak “Syriana”da Stephen Gaghan’la devam etmiş. Tamam buna hikâye anlatma yöntemi denilebilir. Ancak, filmde öyle çok şey anlatmaya çalışıyor ki yönetmen, bir süre sonra bütün hikâyelerin özetini görüyorsunuz.
Kötülüğü görme
Ancak, “Syriana” ABD’nin petrol politikasını doğrudan eleştiren ender filmlerden biri olması açısından önemli. Bir de buna bugün Ortadoğu’nun içinde bulunduğu
kaos ortamı eklenince, göreli bir özgürlüğe sahip Hollywood’dan böylesi bir film çıkması elbette dikkate değer. “Syriana” petrol şirketleriyl
e devletler arasındaki yoz ilişkiyi açığa vuruyor. Özellikle CIA’in “ulusal çıkarlar” adı altında şirketlere
destek vermesi, suikastlar düzenlemesi “
komplo teorileri” olarak adlandırılan bazı rivayetlerin hiç de komplo teorisi olmadığını gösteriyor. Kaldı ki,
senaryo eski bir CIA
ajanı olan Robert Baer’in “See No Evil” (Kötülüğü Görme diye çevirilebilir) adlı kitabından yola çıkılarak yazılmış.
“Syriana”nın hikâyelerinden biri Pakistan’dan, babası Saleem’le çalışmak için
İran Körfezi’ne gelen Wasim’in radikal bir gruba katılmasını anlatıyor. Ve bu grup
intihar eylemleri yapmaktadır. Wasim ve babasının hikâyesi de “ışık” hızında anlatıldığı için çaresizlik içindeki göçmen işçilerin radikalleşme sürecine vâkıf olamıyoruz. Ancak, gördüklerimizden çıkarabildiğimiz “
Amerikan karşıtlığının” beslendiği kaynaklardan birinin de Ortadoğu’daki işsiz
göçmenler olduğu.
Syriana’nın ana hikâyesini ise “
Birleşik Arap Emirlikleri”ni andıran bir ülkede
yaşlı emirin yerine kimin geçeceğine ilişkin bir entrika oluşturuyor. İki oğlu olan emirin büyük oğlu yüzünü
Avrupa’ya ve demokratileşmeye dön
erken, diğeri Amerika gizli servisinin desteğiyle babasının aklını çelip bir yanıyla eski rejimi devam ettirmek istiyor. CIA de tam bu noktada işin içine giriyor ve büyük oğula suikast yapmak için deneyimli bir ajan devreye giriyor.
Ancak işler beklendiği gibi gitmiyor!
Filmin inandırıcılıktan uzak yanı bir piyon olarak kullanıldığını anlayan ve açığa alınan CIA ajanı Bob Barnes’in büyük oğul Nasir’i uyarmak ve suikasttan kurtarmak için Ortadoğu’ya dönmesi.
İçinde savaş ibaresi bulunan her türlü mücadele nedeni ne olursa olsun içeriğinde şiddet barındırır ve savaş tek başına insanlığın “yozlaşmasının” işaretidir. Soğuk savaş,
psikolojik savaş, nükleer silahlanma savaşı ve nihayetinde konvansiyonel savaş hep aynı şey için yapılıyor;
doğal kaynakları ele geçirmek. Amaç aynı; buralardan elde edilen geliri ABD’ye, zengin Avrupa devletlerine ya da Uzakdoğu’nun egemenlerine taşımak. Uluslararası şirketlerin nasıl bir
ortaklık yapısına sahip olduğuna baktığımızda danışıklı dövüşleri görmemek mümkün değil. Artık,
Hong Kong kökenli bir şirket,
Kanada ya da Fransa menşeli bir şirketle ortaklık kurarak herhangi bir üçüncü dünya ülkesindeki herhangi bir doğal kaynağın işletimini eline alıp “tekel” oluşturabiliyor. Üstelik bu işi uluslararası ticaret yasalarına uydurarak, “yozlaşma” da burada başlıyor işte! Böyle durumlarda üçüncü dünya ülkesinin bürokrat ya da devlet adamlarına açıktan paralar veriliyor ya da “bekası” sağlanıyor.
Yani, asıl mesele uluslararası şirketlerin doğal zenginlikleri paylaşması gibi gözükse de onlar bir yoluyla ittifaklar kurarak, ortaklıklar yaparak işin üstesinden geliyor, asıl savaş bu şirketlerin arkasında duran gelişmiş ülkelerin hükümetleriyle, üçüncü dünya ülkelerinin yoksullaşan halkı arasında devam ediyor! Sanırım bunun en uç örneği
Irak. Syriana, bir yanıyla Irak’a hiç değinmiyor; zira işin o yanını herhalde Amerikan kamuoyuna anlatmak için henüz erken gibi bir düşünce var.
TURKUAZ