Türkiye’de
sivil siyaseti etkisizleştirecek gizli ya da açık bir
darbe hazırlığı sürüp gidiyor. Ortaya çıkan belgeler 2004 yılından beri türlü biçimde girişimlerin yapıldığını gösteriyor. Bazen bizzat askeriye buna hevesleniyor, bazen
muhtıra yolu deneniyor, bazen sivil
toplum kuruluşları cepheye sürülüyor, bazen de yargı bu amacı gerçekleştirmek için harekete geçiyor.
Ne dünyada, ne de Türkiye’de bir darbe medyasız yapılamaz. Medyada da darbenin hazırlıklarına çanak tutan yazarlar ve gazeteciler var. Darbeyi destekleyenlerin yaptığı en büyük oyun,
“hedefin sadece AKP” olduğunu söyleyip, tartışmayı AKP’nin hataları üzerinden yürütmek. Bu taktiğin asıl amacı, “şeriat” ihtimalinden gerçekten korkan samimi bir kitleye, “İran gibi olacağımıza, darbe olsun” dedirtebilmek.
AKP’nin hataları da bu kesime çok yardımcı oluyor. Ama bu darbe hazırlıklarının asıl hedefi AKP değil.İki temel hedefi bulunuyor.
Birincisi, hızla uyanan halkı siyaset dışında tutabilmek… İkincisi de, Avrupa Birliği’ne giden yolu kesmek.
Bugün AKP, iktidardan çekilse ya da düşse ve yerine halkın desteğine sahip,
Avrupa Birliği’ne üye olmayı arzulayan başka bir parti gelse de bu darbe istekleri bitmez. Çünkü onlar “irticanın” gelmeyeceğini biliyorlar.
İhracatı 120 milyar dolara yaklaşan ve bu ihracatın önemli kısmını
Anadolu’daki “muhafazakar
sermayenin” gerçekleştirdiği bir
ülkede irtica olmaz. Bizzat o sermaye irticaya karşı çıkar. Avrupa yolunun kapanmasını ve ihracatın durmasını istemez çünkü.
AKP’nin “
türban” kararını en çok eleştirenlerden birinin de o Anadolu sermayesi olduğunu unutmayın. Darbeciler, bu gerçeği biliyor. Onlar, halktan ve Avrupa’dan korkuyorlar. Darbeye Anadolu sermayesi direniyor. AKP’nin “varoşlardaki” işsiz ve sahipsiz kitlesi de darbeye, “artık aşağılanmaktan bıktıkları” için karşı çıkıyorlar. Ama neticede darbeye en kuvvetli
itiraz muhafazakar kesimden geliyor.
Utanç verici gerçek, “sol” kesimin aynı kuvvetle darbeye karşı sesini yükseltmemesi. Sanırım bunun önemli nedenlerinden biri “AKP’li görünme” endişesi. Halbuki Türkiye’nin bu büyük kırılma noktasında darbe karşıtlarının bütün güçlerini birleştirmeleri, darbe karşıtı bir saf oluşturmaları gerekiyor.
Muhafazakarlarla “sol demokratların” elele vermesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Ortak bir amacımız var çünkü. Geçenlerde bir okuyucum beni çok etkileyen bir
mail gönderdi. “…ama
Taraf’ın şu anki yayın politikası, inanın bana, ben ve benim gibi muhafazakar kökenli insanlara, hayatında sol lafından nefret eden insanlara, aslında çıkış yolunun gerçek anlamda sosyal demokraside ve bunun liberal bir şekilde harmanlanması ile gerçekleşeceği inancını vermeye başladı.”
Muhafazakar topluma sol bakış açısı bu kadar uyumlu başka bir şekilde verilemez.
Ak Parti sorunu değil mesele, mesele sivil siyaset meselesi. Darbe ortamının olmadığı bir ortamda sorunlar sivil siyasetle aşılabilir. Muhafazakar kesimde “sol”un öneminin anlaşılmaya başlanacağının işareti gibi gözüken bu mektup, yeni bir anlayışın çiçeklenebileceği umudunu verdi bana. Aynı okuyucumun, “Kürt meselesinde biz körmüşüz” demesi, muhafazakar kesimin ciddi bir özeleştiriye açık olduğunu da gösteriyor sanki.
Sol, “muhafazakarlara”
Şemdinli’de yapılan hataları, Kürt meselesindeki militarist yaklaşımı paylaşmaktaki yanlışlığı, “sadece kendinden olanla” ilgilenmenin bencilliğini anlatabilir. Muhafazakarlar ise “sol”a, bu ülkede “Batıyı özlemek” yerine, bu toplumun kendine has yapısıyla varılabilecek yeni bir sentezin, köklerini tasavvuftan alan yeni bir “Anadolu rönesansının”, dini küçümsemek yerine dinle barışmanın,
İstanbul’a “uzak” tutulan Anadolu’nun “muhafazakarlık” örtüsü altında gözlerden yiten mizahının önemini gösterebilir.
Darbeye karşı kurulacak yeni bir cephe, aynı zamanda bu ülkenin çoktandır özlediği ve şiddetle ihtiyaç duyduğu “bir barışma ayinini” de gerçekleştirebilir. Muhafazakarların, darbeye karşı çıkarken “solun” değerlerine, demokratlığına, “başkası için mücadele etme” azmine ihtiyacı var. Solun da, bu topraklarda, “muhafazakar” bir
yaşam biçiminin uzun süre devam edeceğini, muhafazakarlıkla barışmadan, onu hayatın önemli bir parçası olduğunu fark etmeden hiçbir siyasi hareketin başarıya ulaşmayacağını anlaması gerekiyor.
Bugün, geçmişten gelen önyargılarıyla birbirlerine mesafeli hatta zaman zaman “
yabancı” duran, kuşkulanan iki kesim birbirine muhtaç. Karşılarında büyüyen
tehlike ise sonunda bu iki kesimi birden
baskı altına almayı, bu iki kesimin iradelerini yok saymayı amaçlıyor. Darbeye karşı bu iki kesim tek tek direnemez. Ama bu iki kesimin kuvvetli bir ittifakı darbeyi durdurur.
Bu iki kesime, Kürt’lerin “silahtan bıkmış” ve sayıları gittikçe artan kitlesi de katılır. Bütün herkesi karşısına alan ortak tehdit, yeni bir Türkiye’nin, yeni bir anlayışın temelini oluşturmak gibi “hayırlı” bir sonuçta yaratabilir. Doğrusu böyle bir sonucun yaratılabileceği konusunda çok ümitliyim. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz çünkü. Hiçbirimizin ezilmediği, küçümsenmediği, horlanmadığı özgür bir ülke. Bunu yaratmak elimizde. Yeter ki yan yana gelmeyi ve aynı safta durmayı becerebilelim.
AHMET ALTAN/TARAF