Bir
uçak dolusu insan.
İstanbul’da yaşayan, İstanbul’da çalışan, muhtemelen İstanbul’dan çıkmaya pek
vakit bulamayan insanlar.
Genç, orta
yaşlı, olgun insanlar.
Benim içimde merak, onların yüzlerinde mutluluk.
Belki önemli bir şeyler yapacak olmanın..
Belki de “Otur evinde bak keyfine” diyen nefse, sert bir
darbe indirebilmenin mutluluğu.
Bir
ibadet neşvesi içinde her biri.
Millet için gidiyorlar.
Hizmet için gidiyorlar.
Din,
diyanet için gidiyorlar.
En önemlisi
Allah Rıza'sı için gidiyorlar.
Tarihteki rolünü henüz bitirmemiş, yapacak çok önemli işleri olan bir ülkenin, ayağa kalkması için gidiyorlar.
Yorgunluk diz boyu oysa bedenlerde.
Bayram öncesi yoğunluğun yorgunluğu.
Kurban bulma telâşının yorgunluğu.
Gece saat 03’te evden çıkıp, rötarla 05:30’da uçağa binmenin yorgunluğu.
Gün boyu hiç oturmadan koşturacak olmanın yorgunluğu.
Hepsi var ama yine de yüzlerden o tebessüm, o çocukça heyecan silinmiyor.
Uçakta da, inilen alanda da, varılan yerde de devam ediyor.
Hızlı bir görev dağılımının ardından koşuşturma başlıyor.
Kızıltepe senin,
Yeşil Alan benim, Pınardere ötekinin paylaşılıyor şehrin uzak yerleri.
Mahzun şehir bir anda hareketleniyor sanki.
Çalınan kapılarda, yıkık dökük damlarda beliren yüzlerde, önce bir şaşırmak ve sonra büyük bir mutluluk beliriyor.
‘Kimsin? Necisin? Nerden çıktın bayram günü?’
der gibi bakıyorlar karşılarındakine.
Kısa bir açıklama geliyor hemen:
“Kimse yok mu Derneği’nden geliyoruz.” diyor içten bir ses.
“Sizin için geldik, İstanbul’dan geldik. Bugün hepimizin bayramı olsun diye geldik” diyor.
Sonra dualar…
Sonra teşekkürler…
Sonra sarılmalar...
Kimi “Allah razi olsun” diyor.
Kimi “Hodeşterazi bi.”
Sözlerinin çoğunu anlamıyoruz ama hislerinin çoğunu, çok iyi anlıyoruz.
Minnettarlık, şükran ve mutluluk dolu yüz ifadelerinden.
Kurbanın kalpleri yakınlaştıran hediyesi, vereni de alanı da mutlu kılıyor.
Ama onları asıl memnun eden, hiç tanımadıkları bu insanların, çok uzaklardan, sadece kendileri için gelip, kapılarını çalmaları.
Yıllar yılı o kapılar her çaldığında yürekleri ürpermiş bu insanların.
Ya birileri evlatlarını zorla dağa götürmek için gelmiş.
Ya da “neden dağa çıkıyorsunuz?” diye hesaba çekilmek üzere gelinmiş.
Onlar, bu gelişi ‘güzel bir
rüya’ olarak görüyorlar.
Gidenler ise bu gidişin 'asırlık bir kâbusun sonu' olduğunu düşünerek gidiyorlar.
Geri dönüş yolculuğu gecenin ilerleyen saatlerine sarkıyor.
Gidenlerin yüzlerinde görevlerini yapmış olmanın rahatlığından çok, yepyeni görevler üstlenmiş olmanın sorumluluğu görülüyor.