İşte Akman'ın Röportajı:
TRT Şeş, bir hatadan geri dönüşün ve devletin özgüveninin göstergesidir
TRT'nin çok dilli yayınlarının koordinatörü
Sinan İlhan'ı, çok samimi, bilgisi ve tecrübesiyle insanı ezmeyen mutevazı bir insan olarak gördüm. Ama
bürokrat olmanın gereği olan ölçülü bir dille konuşuyor.
Ana dili
Kürtçe olan biri olarak geçmişte çektiği sıkıntıları ifade ederken seçtiği örneklerde de, devletin ekranında kabul edilen bir gerçeğin, devletin diğer birimlerinde devam eden inkarı karşısında da dikkatli bir üslup seçiyor. Bunu cesaretsizlikten değil, bu konuda atılan olumlu adımların önünün kesilmemesi için yaptığına eminim. Bana göre 2008'in en hayırlı olayı TRT'nin
Kürtçe yayınlara başlamasıydı. Yaratacağı sinerji dolayısıyla önümüzdeki yıllara da damgasını vuracak bir devrim yaptı TRT. Darısı hala Kürtçe'ye engel çıkaran diğer kurumların başına...
-Çok dilli yayınların başında neden siz getirildiniz? Beş dil biliyorsunuz, dışişleri mensubusunuz, istihbaratta çalışmışsınız. Bu sebeplerle mi?
-Benim medya ile olan ilişkim, aslında yeni değil. Ben 86-87 yıllarında
Anadolu Ajansı'nda çalıştım. İç ve dış haberlerde muhabirlik yaptım. O sırada
Dışişleri Bakanlığı'nın imtihanına girmiştim. Genel Müdürümüz
Hüsamettin Çelebi beni çağırdı. Evladım, pasaportun var mı diye sordu. Biliyorsunuz o sırada pasaport almak çok zordu. Yok dedim. Git dedi, pasaportunu çıkart. Biz Tahran'a uçuyoruz. Tahran'a gidip bizim büroyu açacağız. Eve geldim, yıldırım telgraf: Bakanlıktaki sınavı kazanmışsınız, hemen iş başı yapın. Aynı gün oluyor bunlar. Bu kadar tesadüf olur.
-Neden medyayı değil de diplomasiyi seçtiniz?
-
Gazeteci ağabeylerime danıştım ne yapayım diye. Sinan bakanlığa git dediler, devlet işi daha iyidir. Burada yarın öbür gün ne olacağı belli olmaz. Tahran'daki büro kapanabilir. Ben bu şekilde Dışişleri Bakanlığı'na girdim.
-Sizi neden istihbarat ve araştırma dairesine verdiler?
-Tamamen tesadüfen. Sınavı kazanıyorsunuz. Personel, sizi herhangi bir daireye veriyor. Ben de herhangi bir daire olan istihbarat ve araştırma dairesine girdim. Ben filoloji mezunuyum. Arap dili ve edebiyatı okudum.
-Büyükelçi olamayacağınızı bile bile girdiniz yani.
-Büyükelçi olamazdım ama bakanlıkta
bölge dillerini bilen insan az. Memleketime daha iyi
hizmet edebilirdim.
İstihbarat ve araştırma dairesine gelince, yani bir
gazetenin istihbarat servisinde çalışanlar ne kadar istihbaratçıysa, ben de o kadar istihbaratçıyım.
-Yani çalışmalarınız MİT'in, yahut askeriyenin istihbaratı gibi değil miydi?
-Yok, değildi. Ben orada iki sene çalıştıktan sonra ilk
tayin yerim olan Cidde'ye gittim. Yani istihbarat dairesinde çalışmam bu kadar. Daha sonra idari mali işler dairelerinde çalıştım.
Döndüğümde de yine idari mali işler dairesinde çalıştım. Bilahare
Irak özel temsilciliğine çağırdılar. Ben de göreve icabet ettim.
-O zaman "Kürtçe TV'nin başına bir istihbaratçı geldi" lafı doğru değil mi?
-Değil. Bu aslında
Türkiye'de iyi şeyler olmasını istemeyen insanların, her iki tarafın aşırı unsurları tarafından ifade edilen bir iddiadır. Bunun gerçekle ilgisi yok. Dışişleri Bakanlığı'nda yirmi yıl
Ortadoğu bölgesinde görev aldım. İşte Suudi
Arabistan,
İsrail ve Birleşik Arap emirliklerinde. Orada bir birikim elde etmiştim. Buralardaki
büyükelçilik ve başkonsolosluklarda çalışırken, her ne kadar idari ateşe idiysem de, hep medya ve kültür işlerine baktım. Dili bildiğim için. Bir de bölgeye karşı biraz ilgim olduğu için. O yüzden sürekli medya ile yatıp, medya ile kalkıyordum. Bütün Arap televizyonlarını,
Farsça yayın yapan televizyonları,
İngilizce yayın yapanları seyrediyorum.
-Peki, bu kadar dili ne zaman, nasıl öğrendiniz?
-Ben Şanlııurfalıyım. Yedi yaşına kadar
Türkçe bilmiyordum. Türkçeyi ilkokul ikide öğrendim. Anadilim Kürtçe.
Üniversitede
Arapça, Farsça ve İngilizce öğrendim. Görev icabı İsrail'deyken
İbranice kurslarına gittim. Kendi çabamla İbranice öğrendim. Ama şunu
itiraf edeyim ki İbranicemde biraz eksilme oldu. Çünkü görev nedeniyle ikinci defa Arap ülkesine gidince orada
yasakçı zihniyet nedeniyle İbranice sitelere giremiyorsunuz. Radyoları dinleyemiyorsunuz. Gazeteleri okuyamıyorsunuz. Bu yüzden İbranicem biraz geriledi.
-Siz beyaz Kürt müsünüz? Light kürt müsünüz?
-Bu vitiligo hastalığından dolayı ellerimin beyaz olduğu doğrudur ama beyaz Kürt, light kürt ne anlama geliyor anlamadım.
-Anladınız siz onu!
-İstismarcıların öne sürdüğü şeyler bunlar. Düşünce özgürlüğü var, herkes söyleyebilir. Yeter ki şiddet boyutuna varmasın.
-Şeyhanlı aşireti mensubusunuz. Babanız aşiret lideri miydi?
-Yok. Şeyhanlı aşiretinin çok geniş kolları var. Biz o kollardan birisine mensubuz. Bizim büyüklerimiz genelde tasavvufla ilgilenir. Hikmet arayışındadır.
-Kürtçe kanalı 45 gün gibi çok kısa bir sürede gerçekleştirmenin sırrı nedir?
-Başarmanın yüzde ellisi inançtır, güvendir, özveridir. Sayın genel müdürümüz bize teveccüh edip de bu görevi tevcih ettiğinde bize olan inancını biz boşa çıkarmamak için gece gündüz çalıştık. Bu sadece benim değil, çalışma arkadaşlarımın ortaya koydukları emeğin ürünüdür.
-Geçmişte Kürtçe yasağı dolayısıyla hangi sıkıntıları yaşadınız?
-Yıl 66-67 olsa gerek. Daha köydeyken altı yedi yaşındayken, İlhan köyünden şehre gelirken yaşadığımız şeyi unutamam. O zaman bu kadar
ulaşım araçları gelişmiş değil. Bir köy postası olurdu. Aşağıda
Fırat kenarından gelen insanlar binerlerdi. En son bizim köye gelir. Bizden de yolcusunu alır, şehre gelirdi. Şehre otuz kilometre bir köy. Urfa'da Karaköprü civarında
küçük bir tepecik vardı. Orada bir check point bulunurdu.
-Yani kontrol noktası.
-Evet. O zaman
terör de yok, bir şey de yok. Ama o check-point noktasına yaklaşırken kamyonun üstünde olanlar, polis,
jandarma bekliyor, herkes ona göre tertibat alsın derlerdi. Alınan tertibat da, babalarımızın başındaki o poşuyu çıkarmalarıydı.
-Ay çok acıklı.
-Şimdi düşünün. Çocuksunuz. Babanız sizin gözünüzde bir kahraman. Babanız o poşuyu çıkarmak zorunda kalıyor. Herkes hemen poşusunu çıkarır, saklar bir yere. Onlar da gelir bakarlar, kimsenin başında puşu var mı, yok mu? Küçükken bölgeden hatırladığım olay bu. Urfa'nın içinde o zamanlar dil konusunda ayrımcılık yoktu. Biz hepimiz Kürtçe konuşuyorduk. Fakat Kürtçe
müzik dinleme konusunda ciddi
baskılar vardı. Kürtçe müzik kasetlerini gizli gizli dinlerdik.
-Çocuklara Kürtçe adlar verilebilir miydi?
-Yok. Verilemezdi. Şimdi sanki verilebiliyor mu ki o zamanlar verilebilsin. Yani Türkiye anlamsız baskılar, anlamsız yasaklarla hep yerinde saydı.
-Kürtçe tv yayınını gerçekleştirirken yani 85 yıllık bir inkarı kırarken hangi zorlukları yaşadınız?
-Türkiye'de yeni bir şey inşa etmek çok zor. İlk başta zihinsel bir karşı duruşla karşı karşıya geldik. İki tarafın aşırı unsurları tarafından yani aşırı Türk ve Kürt milliyetçileri tarafından eleştirildik. Halen eleştirilmeye devam ediyoruz. Bu iki grubun milliyetçileri bir noktada buluştular. Diyorlar ki bu yayın yapılmasın. Biz bunları pek kaale almadık. İşimize baktık. Bu, insanların ve kurumların
test süreciydi. Bugüne kadar bu dilde serbest yayın yapılsın, bu dil yazılsın, konuşulsun diyenlerin ne derece samimi olduklarını burada gözlemledik. İnsanları tanıdık, kurumları tanıdık. Türkiye'de iyi şeylerin olmasını istemeyen insanlar var. İki tarafta da var. Daima ortada sorunlu noktalar olsun ki bu problemler sürekli kaşınsın, sürekli bunlardan nemalansın istiyor bazı kesimler.
Devletin Kürtçe yayın yapması bir devrim aslında. Bu, devletin bir çeşit özür dilemesi olarak da kabul edilebilir mi?
-
Özür dilemeden öte devletin yaptığı hatadan geri dönüşüdür bu. Bu da bir erdem göstergesidir. Eğer insanlar, kurumlar ve devletler yaptığı hatadan geri dönüyorsa bu kendine olan özgüveninin bir göstergesidir. Yani bundan korkmamak lazım. Bu coğrafyada yaşayan
halkları birlikte bir düşünün. Çok sesli bir koroda bayan sesleri vardır, erkek sesleri vardır, çeşitli bölgelerin sesleri vardır. Ama onlar birlikte icra ettikleri zaman ortaya bir ahenk çıkar. Kürtçenin Türkiye'de yasaklanması bu ahengin bozuluşunun bir göstergesiydi. Biz bu ahengi yeniden sağlamaya çalıştık. Türkiye'de bir süre maalesef bu dil yasaklandı. Bir Türk kendi diline nasıl bir sevgi duyuyorsa, bunu kimsenin sorgulamayıp, ya siz bu devleti bölüyorsunuz, ya siz etnik ayrımcılık yapıyorsunuz demesi nasıl absürt bir soruysa, bir Kürt'ün de kendi diline sevgisi aynı ölçüdedir. Yani insanların, Çerkez, Türk, Arap, Laz ya da İranlı, Amerikalı olması kendi tercihi değildir. Bu rabbimizin bize bahşettiği bir lütuftur. Önemli olan insani değerlerdir. Kürtçenin karşılaştığı sıkıntılar, baskılar nedeniyle bu dilde yeterince donanımlı insanlar çok az. Bu açıdan büyük zorluklar çektik. Ama biz ümidimizi kırmamak için pek fazla dile getirmedik.
-Sabıka kaydı aradınız mı?
-Normal devlet kadrolarında ne aranıyorsa, burada da aynısı arandı.
-"Sabıkasız Kürt bulunmaz" demişti Sırrı Sakık.
-Niye? Kürtleri böyle suçlamak hiç güzel değil. Bunu reddediyorum. Sabıkasız ne kadar Türk varsa, sabıkasız o kadar da Kürt var, aynı.
-Rumca ve Ermenice yayın da var mı planlarınız arasında?
-Ona bir şey diyemem şu anda. Devletin ilgili makamları neyi uygun görürlerse biz onu yaparız. Ben aslında Türkiye'de konuşulan bütün dillerde yayıncılıktan yanayım. İnsanlar kendilerini ifade edebilsinler isterim. Hiçbir yasaklama taraftarı değilim.
-TRT'nin Kürtçe yayına başlaması, Kürtçe üzerindeki tüm ipotekleri kaldırmaya yardımcı olur mu?
-Bu siyasi bir sorudur. Bu konularda bir şey diyemem. Ama arife
tarif gerekmez herhalde. Bu siyasi bir karardır.
-Halen pek çok kısıtlama var. Yer ve insan isimleri, yazışmalar yasak hala. Birbirlerine
tebrik kartı gönderdikleri için insanlar soruşturmaya uğruyorlar.
-Aslında bu tür yayınların bir rahatlama getireceği kuşkusuzdur. Ümit ederiz ki Türkiye normalleşsin. Bu tür bir rahatlama ortamına girsin. Biz onun taraftarıyız.
-Yüksek Seçim Kurulu seçimlerde Kürtçe propaganda yapılmasını yasakladı.
-Bizim bu konuda bir şey söylememiz doğru olmaz. Bu devletin bütün birimleri ile bir ahenk içinde çözülecek şeylerdir. Biz eğer attığımız adımda yalnız başımıza kalırsak ileride bu açılımlar hedefe varmamış olabilir. Ama eğer bu açılımlara devletin diğer birimleri
destek verirse, el birliği ile bu açılımlara devam edilirse, o zaman Türkiye büyük bir rahatlama ortamına girer. Ülkedeki barış ve istikrar bir an önce temin edilmiş olur.
-W, x, q gibi harfleri siz yayınlarınızda kullanıyorsunuz. Ama yasak halen devam ediyor.
-Şimdi bu bir yayın dilidir. Biz yazışma yapmıyoruz. Bizim yaptığımız şey yayın dilidir. İngilizce yayın yaparken x, w, q'ları kaldırırsanız olur mu? Sonra Türkiye'de x, w,q'ların kullanılmadığı da yerine oturmayan bir sorudur. Affedersiniz bütün tuvaletlerde WC yazar. Yani şimdi bunu yasaklayalım mı? Bazı televizyonlarımızın isimlerinde W ve Q var, X var. O zaman onlar niye o ismi kullanıyorlar? Yani bunlar mesnetsiz yasaklar. Yasaklardaki mantığı da anlamış değilim. Zamanla kalkacaktır. Umarız öyle olur.
-TRT Şeş, devletin bir propaganda aracı, bir beyin yıkama aracı olacak mı?
-Bizim kanalımız TRT�1 formatında, yani bir eğlence ve
aile kanalı. Şimdi aile ve eğlence kanalında propaganda yapmak ne derece sağlıklı ve
akılla bağdaşabilir? Artık dünyada resmi ideolojik dayatmalar raflara kalkmış durumda. Bugün Sovyet türü veya ABD türü bir beyin yıkama operasyonlarını kimse kaale almıyor. ABD'nin Araplara yönelik bir El Hurra televizyonu var. Kimsenin bu televizyonu dinlediği yok. Çünkü açıyorsunuz ABD'nin ne kadar bölgeye yönelik iyi şeyler yaptığını sergiliyor. Günün 24 saati bu tür söylemlerle dolu. Fakat hiçbir
seyirci toplamıyor. Bu tür ideolojik söylemlerle seyirciyi ekrana getiremezsiniz.
-Roj tv ve benzeri kanallarla bir yarışma, bir rekabet içinde olacak mısınız?
-Yok yok. Kesinlikle hiçbir kanalın alternatifi ve rakibi değiliz. Biz kendi kulvarımızda yürüyeceğiz. Biz kamu televizyoncusuyuz. Diğerleriyle yarış içerisinde olmamız akıl dışıdır.
Türkler neyi seviyorlarsa, neyi izlemek istiyorlarsa Kürt seyircilerin de bunları görmek istedikleri saikiyle biz bu yayınları yapıyoruz. Kesinlikle resmi bir ideoloji ve söylemin içerisinde olmayacağız. Ve buna alet olmayacağız.
-Kürtçe, TBMM'nin tutanaklarına "bilinmeyen bir dil" olarak geçti. Bu da pek çok yazar tarafından tiye alındı. Bundan sonra artık adı konabilecek mi?
-Bilmiyorum. Bazen bu tür şeyler olabilir. Yüce meclisimizin bir kararıdır.
Kamu çalışanı olarak ben o konuda bir şey diyemem. Vatandaşımız son derece zekidir. Her şey
yerli yerine oturur. Ben halkımızın sağduyusuna güveniyorum.
-DTP milletvekilleri açılışa neden gelmediler?
-Biz davet ettik. Davete icabet etmediler. Kendi takdirleridir. Saygı ile karşılıyoruz.
-Onları yarın bir gün açıkoturumlara da davet eder misiniz?
-Bizim hiç kimseye bir sınırlama getirdiğimiz yok. Yeter ki terör ve şiddet yanlısı söylemler olmasın. Bunun dışında her şeye açığız.
-Yasaklarınız arasında hangi kelime ve kavramlar var?
-Diğer kanallarda ne tür yasaklar varsa, bizde de aynısı geçerli. Bu kanalda Türkçe
tartışma programları da düşünüyoruz. Bu ülkede maalesef iki halk birbirini anlamada, birbirine empati kurmada bazı zorluklarla karşılaşıyor. Maalesef Kürt aydınların büyük bir kısmı Kürtçeyi televizyonda hitap edecek şekilde konuşamıyorlar. Biz bu Kürt aydınlarının ve Türk aydınlarının birikimlerinden istifade ile iki halkı birbirine daha nasıl yakınlaştırabiliriz, seyircileri nasıl ekrana getirebiliriz onun endişesi ve kaygısı içerisindeyiz.
-Kürtçe yerli dizi yapmayı düşünüyor musunuz?
-Teklifler var. Değerlendirme aşamasındayız. Yakın bir sürede özel televizyonlarda da Kürtçe yayın başlar diye tahmin ediyorum ben. Aslında rekabetin olduğu ortam bize de yarar. Rekabetin olduğu ortamda kalite yükselir. Seyircilerimiz daha iyi bir televizyon ekranı ile karşı karşıya gelirler. Belki bizim görmediğimiz bir şeyi başkaları ele alabilir.
-Reklam alacak mısınız?
-Talepler var. Reklam dairemizle görüşmeler devam ediyor.
-Civan Haco niye gelmedi açılışa?
-Bazı
teknik zorluklar nedeniyle. Biliyorsunuz onun müzik grubu yabancılardan oluşuyor. . Onlarda Noel tatili vardı, o nedenle gelemediler. Politik bir sebeple değil yoksa.
-Peki, daha sonra gelebilecek mi?
-Kendi taktiridir. Biz hiç kimseyi dışarıda bırakmak istemiyoruz. Herkese kapımızın açık olduğunu söylüyoruz. Bir çekinceleri olabilir bazılarının. Yıllarca süren bir baskı politikası var. Bakalım ne olacak, nereye gidecek diye insanlarda öyle bir tedirginlik var. Biraz bekle gör politikası. Bakalım yayın hakikaten insanların dediği gibi mi olacak diye düşünüyor olabilirler. Bu da gayet normal,
psikolojik bir hadisedir. Burada özellikle
Nilüfer Akbal ve Rojin'e teşekkür ediyoruz. Bizimle birlikte bu yola çıkanlar, bizimle birlikte ilerleyenlerle biz de sonuna kadar birlikte yürürüz. Bu arkadaşlar hakikaten cesaretli, cesur, bu ülkenin birliğine, beraberliğine, bütünlüğüne hizmet etmek istediler.
-Risk aldılar değil mi?
-Tabii. Bunların Türk seyircileri de vardı, Kürt seyircileri de vardı. Bütün seyirci kaybetme, taban kaybetme pahasına biz sizinle birlikte varız dediler. Bunları cesaretlerinden dolayı kutlamak gerekiyor. Hatta bununla ilgili Avrupa'daki bazı Kürtçe sitelerde "Kürt kadınları Kürt erkeklerinden daha yürekli" diye yazıldı.
-Eskişehir için ilk Xizır kelimesini mi kullandınız?
-Biz Heidegger'in bir lafından yola çıkarak "aynı göğün altındayız" sloganını benimsedik.
Ve bunu da vurgulamak için Ayşe İzmir'den, Hızır Eskişehir'den deyip bir çok ilin ismini saydık, Türkiye'nin değişik yerlerinden isimler verdik.
Medyamız Hızır'ı anlamadı, Eskişehir diye yazdı. "Aynı göğün altındayız"ı, aklıevvel bir
takım gazetecilerimiz "aynı
Osmanlı gibiyiz" diye çevirdiler. Ve hemen hemen hiçbir gazete doğru yazmadı bu sloganı.
-Demek ki bir misyonunuzun daha olması gerekiyor: Ekranda dil öğretmek.
-Biz eğitim kuruluşu değiliz. Sadece insanlara hoşça vakit geçirme ve bilgilendirme yaparız.
Üniversite kürsülerinde Kürt filolojisi yok. Urduca var, Hintçe var, Çince var. Milli Eğitimden böyle bir istek gelirse, TRT ile gelin
protokol yapalım, burada Kürtçe öğretelim derse, kurumun ilgili birimleri bunu değerlendirirler. Olur ya da olmaz. O bizim tek başınıza vereceğimiz bir karar değil.
NURİYE AKMAN- ZAMAN