Tanığı yazdı; Ecevit'i böyle zorladılar !

"Ecevit’e görevini bırakması doğrultusunda 2001 yılında üst düzey askerlerden kaynaklanan bir zorlama oldu..... tanık oldum" Murat Yetkin'den yeni ifşaatlar...

Tanığı yazdı; Ecevit'i böyle zorladılar !

Doğru, Ecevit’e müdahale edilmişti Ergenekon iddianamesinden sızan bilgilerden bu oluşumun yalnızca AK Parti hükümeti değil, DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde merhum Başbakan Bülent Ecevit aleyhine de faaliyette bulunduğu basına yansıdı. Bu işi yapan, Ergenekon denilen oluşum muydu? Bilemiyorum. Ancak Ecevit’e görevini bırakması doğrultusunda 2001 yılında üst düzey askerlerden kaynaklanan bir zorlama oldu. Hükümet darbesi denecek boyuta ulaşmasa da siyasi hayata müdahale yönünde bir girişim olarak rahatlıkla adlandırılacak bu zorlamaya bire bir tanık oldum. Bu müdahaleyi tanık olduğum dönemden itibaren Radikal okurlarıyla paylaştık. Ama gelişmeler, özellikle dün DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’in söyledikleri, bunları yanlış anlamalara meydan vermemek için yeniden ve zaman içinde ortaya çıkan yeni ayrıntılarıyla yazmayı zorunlu hale getirdi. Ecevit’i görevini bırakmaya zorlama girişimi, tanık olduğum kadarıyla karmaşık bir dizi adımdan oluşuyordu. Çankaya, 29 Ekim 2001 Olayın başladığı mekân Çankaya Köşkü, zaman, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından verilen 29 Ekim 2001 Cumhuriyet Bayramı davetiydi. Hükümet ortakları yeni İhale Yasası konusunda anlaşamıyor, diğer yandan milletvekili maaşlarının artırılması konusunda Sezer ile yeni bir krize giriyordu. Ecevit’in sağlığı 2002’deki büyük krizdeki kadar devlet sorunu haline gelmemişse de kötüleşmişti. Babakanın sağlığı, hükümet işlerini engellediği eleştirilerine neden oluyordu. Siyaset ve iş çevrelerinde Ecevit’in görevini yumuşak geçişle hükümetten başka bir isme devretmesi tartışma konusuydu. 29 Ekim davetleri Ankara’daki üst düzey yöneticileri buluşturur. Bu davetler, yönetici, siyasetçiler ve gazeteciler için bulunmaz ortamlardır. Kim kime ne mesaj vermek istiyorsa verir, kim kimden ne mesaj almak istiyorsa alır. Derin kulistir. Davetin bir aşamasında Türkiye’deki 15 aktif orgeneralden ikisiyle sohbete başladık. Sohbetin konusu önce ekonomik durumdu, konuyu açanlar da onlar olmuştu. Ekonomideki gidiş sohbeti vatandaşın kötü durumda olduğu, işsizlik ve giderek sosyal patlama ihtimaline dek gelişti; oradan da hükümetin kötü yönetildiğine geldi. Ne düşündüğümü sordular. Ben de, “Gazeteci benim, siz söyleyeceksiniz, ben yansıtacağım” dedim. “Tabii her zamanki gibi ismimiz yok” dedi bir general. “Olur” dedim. Bu noktada orgenerallerden birisi, “Bir dakika o zaman” diyerek yandaki konuşma grubuna gitti. Dört yıldızlı dört general “Komutanım bunu siz de dinleseniz” diyerek bir orgenerali daha getirdi. O generalin pek istekli olmamasına karşın, koluna girerek yanımıza getirdi. Onu bir dört yıldızlı komutan daha izledi. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu 20 metre ileride gazetecilerce kuşatılmışken, ben de kuvvet komutanlarının da bulunduğu dört yıldızlı dört generalin arasındaydım. Bir başka dört yıldızlı general ne konuşulduğunu anlar, ama tasvip etmez bakışlarla bizi birkaç metre mesafeden izliyordu. Mesajlar art arda gelmeye başladı: ‘Ekonomi de, siyaset de tıkanma noktasına geliyordu. Hükümet kendi içindeki anlaşmazlıkları bırakıp çözümlere yoğunlaşamıyordu. Müdahale söylentileri askeri rahatsız ediyordu. Çözümü Ecevit bulacaktı. Ecevit neden kendinden sonra DSP’yi devralacak bir ismi işaret edip yönetimin ve ülkenin önünü açmıyordu?’ O sırada az ileride Ecevit hükümetinin Kıbrıs işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel ve yeni evlendiği eşi Zeliha hanım duruyordu. Komutanlardan birisinin gözü ona takılınca, “Şükrü bey mi aklınızdaki?” diye sordum; Gürel’in askerlerle arasının sıcak olduğu bilinirdi. “Hayır” dedi komutan, “Belki konulara daha hâkim biri olabilir.” Sohbet 20 dakika sürdü. Oradan ayrıldım. Bir şartla isim açıklanıyor Az önce konuştuğum orgenerallerden birisi, yeni emekli olmuş bir başka orgeneral ve ailesiyle sohbet ediyordu. Emekli orgeneralin çocuklarıyla ahbaplığımız vardı ve iş ilişkisi dışında da tanışıyordum. Emekli orgeneral koluma girerek beni o gruba davet etti. “Az önce ne konuştuğunuzu biliyorum” dedi. Görevdeki orgeneralin yüzüne baktım, gülümsedi, ‘Evet’ anlamında başını hareket ettirdi. Emekli orgeneral anlatmaya başladı. Birkaç hafta önce bir başka emekli orgeneralle birlikte bütün bunları Bodrum’da bir araya geldikleri Başbakan Yardımcısı ve Ecevit’in şahsi banka hesabının yönetilmesini dahi emanet ettiği sağ kolu Hüsamettin Özkan’la konuştuklarını, bu konuyu daha sonra İstanbul’da bir grup işadamına da açtıklarını söyledi. Ecevit, yerini neden Özkan’a bırakmıyordu? Özkan neden bunu Ecevit’e aktarmıyordu? Öneriye Özkan’ın ne yanıt verdiğini sordum. Özkan, “Bunu duymamış olayım. Ece- vit’le geldim, Ecevit’le giderim, bunu da ona söyleyemem” demişti. Oysa askerler bu düşüncelerinin ve bu girişimlerinin yazılmasını istiyorlardı; ancak bir kayıtları vardı, o da isimlerinin saklı tutulması. Kıvrıkoğlu meslektaşlara 28 Şubat, irtica, PKK ile mücadele görüşlerini açıklamaya, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Büyükanıt da başka konulara girmek istemediği her zaman yaptığı gibi Fenerbahçe sohbetine devam ediyorlardı. Ancak bana duyurulan hükümete yönelik zorlama haberinin ağırlığıyla o gruplara katılamadım. Kendimi, Çankaya Köşkü’nün serin bahçesine attım. Dışarı çıkarken, uzun yıllardır tanıştığımız Gürel kolumu tuttu; “Epey konuştunuz” dedi, “Önemli bir şey mi var?” Belki de gerginliğim yüzüme yansımıştı. “Sanırım” dedim. “Öğrenebilecek miyiz?” dedi. “Sanırım okuyabileceksiniz” dedim. Özkan’ın makamında sıkıntı Dışarı çıkar çıkmaz cep telefonundan İsmet Berkan’ı aradım. Atmosferi ve söylenenleri anlattım. Bu bilgiyi Özkan ve Ecevit’le konuşarak, onların yanıtıyla birlikte haber yapma kararı aldık. En azından olayın doğrudan Özkan’ı ilgilendiren yönü vardı ve teyidi alınmalıydı. Ertesi sabah, 30 Ekim sabahı ‘Çok önemli’ ibaresiyle Özkan’a not bıraktım, hemen yanıt geldi, yarım saat sonra Başbakanlık’taki makamındaydım. “Size böyle bir teklif yapıldığı bana söylendi, doğru mu? diye sordum. “Nereden duydun?” dedi. Söylemeyeceğimi belirttim. “Söyleyenler emekli mi, aktif mi?” diye sordu. Hem aktif, hem de emeklilerin olduğunu söyledim. “Ecevit’le geldim, onunla giderim, dediğimi de söylediler mi?” dedi. “Söylediler” dedim. Bunu Ece- vit’e aktarıp aktarmadığını sordum. “Nasıl aktarayım? Babam gibi gördüğüm birine ‘Senin yerine beni istiyorlar’ nasıl diyeyim?” dedi. O sırada, Özkan’ın odasının mütemmim cüzü, Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Şağar geldi. Özkan, “Murat’a söylemiş askerler, sen de anlat” dedi. Meğer Şağar’ın katıldığı Başbakanlık Takip Kurulu toplantılarında bir korgeneral, bir başka vesileyle de bir başka korgeneral Şağar’a da aynı mesajı vermiş. Özkan, “Bunu haber yapacak mısınız?” dedi. Ben, bu haberi kullanmak zorunda olduğumu, kaynağın kendisi olmadığı için kısıt ve kayıt koyamayacağını, ancak Ecevit’in de durumu bilmeye hakkı olduğunu düşündüğümü söyledim. Özkan, “Ben sana randevu alayım, git anlat” dedi. Ecevit’in makamına gitti ve birkaç dakika sonra geldiğinde “Babakan bekliyor” dedi. Bu durum hoşuma gitmedi. Adeta oraya haberin doğrulanması için değil, öylesine önemli bir konuyu başbakana bildirmek için geldiğim izlenimi ben istemeden doğabilirdi. “Olmaz, siz de gelmezseniz yapmam” dedim. Birlikte Ecevit’in odasına girdik. Ecevit’in makamında Ecevit masanın başına, Özkan soluna, ben sağına oturduk. Özkan, “Murat askerlerden bir haber almış, sizden görüş istiyor, yazmamak üzere” dedi. Ben daha o aşamada, Özkan’ın “Yazmamak üzere” kaydını düzelttim ve bunu yazmayı düşündüğümüzü, ancak böyle önemli bir konuda görüşünü almamız gerektiği için orada bulunduğumu söyledim. Sonra duyduklarımı anlattım. Ben anlattıkça Ecevit artan bir endişeyle dinledi. “Bunu söyleyenlerin rütbesi ne? Kor(general) ya da ikinci başkan düzeyinde mi?” diye sordu. (O dönem Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt idi.) Ben “Kuvvet komutanı düzeyinde, orgeneral” dedim. “Nereden çıkıyor bu?” diye sordu. “Hüsamettin beyin de durumdan haberi varmış, generaller ona da söylemişler” dedim. Ecevit ani bir hareketle soluna, Özkan’a döndü ve hayret içinde “Öyle mi?” dedi. Özkan, “Öyle efendim, size arz edemedim” dedi. Dirsekleri masaya dayalı halde oturan Ecevit kendisini koltuğun arkasına adeta bıraktı ve bir süre öylece sessiz kaldı. Hayatımın en sıkıntılı anlarından biriydi. Ecevit, “Yerimi neden bırakmam gerekiyormuş, başkası daha mı iyi yapacakmış?” diye sordu. Yanıtlayamadım. Konuşma bitti ve çıktım. Ecevit’in yanında konuşulanları saklı tutarak, 31 Ekim 2001’de, yani hemen ertesi gün Radikal’de yayımlanan ‘Ecevit gitsin, Özkan gelsin, Genelkurmay’ın da sıcak baktığı yenilik isteği’ haberini yazdım. Özkan’ın “Ecevit’le geldim, onunla giderim” dediğini de ekleyerek. Bugünlere ışık tutabilir Bu gelişmeler Radikal’de 10 Temmuz 2002’de yayınlanan ‘Büyük kavganın tarihi’ başlıklı araştırma içinde yaniden yazıldı. Özkan’ın 2006 yılında Özkan’ın bir televizyon programında konuyu açması ve gazeteci Fatih Altaylı’nın değinmesi üzerine 19 Nisan 2006’da olayı biraz daha açma fırsatı, şimdi de Ergenekon soruşturması vesilesiyle daha geniş yazma imkânı bulduk. Bugün dönüp geriye bakınca olaylar başka bir anlam kazanıyor. Nitekim Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın Bila’nın ‘Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları’, benim ‘Tezkere-Irak Krizinin Gerçek Öyküsü’ kitaplarımızda başka açılardan 2004’de yazdığımız üzere, 2002 yazında yaklaşan Irak krizi çerçevesinde Ecevit hükümetinin içeriden ve dışarıdan başka baskılara da maruz kaldığını biliyoruz. Ergenekon iddianamesi resmen açıklanmadığı için Ecevit hükümetine yönelik tertipten kastedilen, aktardığımız bu gelişmeler mi, yoksa başkası mı bilemiyoruz. Bu olayın Ergenekon denilen oluşumla bağı da, keza artık mahkemelik bir konu. Ancak 2001 güzünde yaşananların belki hükümet darbesi şiddetinde olmasa da, başbakanı çekilmeye zorlama şeklinde ortaya çıkan bir siyasete müdahale olduğunu söylemek mümkün. Ecevit, o dönem kendi iktidarına yönelik bu müdahale konusunda, bildiğimiz kadarıyla bir girişimde bulunmadı. Hükümeti dağılma aşamasındayken dönemin Meclis Başkanı Ömer İzgi ve yeni Başbakan Yardımcısı Gürel’in dahliyle Kıvrıkoğlu’nun görev süresinin uzatılması fikrine kapılması, başarısız olması ve Yüsek Askeri Şûra’nın TSK terfi geleneğini bozan o kritik 2002 kararları üzerinde hiçbir etkisinin olmaması da bunu gösteriyor. Yaşananlardan ders çıkarılması biraz da o nedenle önem taşıyor. RADİKAL
<< Önceki Haber Tanığı yazdı; Ecevit'i böyle zorladılar ! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER