Benim kuşağımın, İslami referanslarla arası pek iyi değildi. Sosyalist ideolojiye duyduğumuz bağlılık, İslami değerlere, başka fikirlere ve siyasi kültürlere ait birikimi görmemizi ve anlamamızı engelliyordu zaten. Dünyanın ve hayatın gri bölgesi yoktu hiç.
Sosyalizm gibi
modern bir ideolojiyi savunuyorduk, ama Türkiye'nin her şeyden önce entelektüel damarlarını derinden etkilemiş ve halka mal olmuş
Said-i Nursî hakkında ve mesela
Necip Fazıl, Cemil
Meriç gibi aydınlarımız hakkında hemen hiçbir fikrimiz yoktu. Sosyalizmin Alfabesi, Komünist Manifesto, En Güzel Dünya gibi eserler başucu kitaplarımızdı. Bunların yanına bir de, her birinin gerçekten de çok trajik olarak yaşanmış hayat hikâyelerine bakıp, dersler çıkarmaya çalıştığımız ve ulusal kimlik arayışlarımıza referans olarak kabul ettiğimiz ağabeylerimiz vardı ve
Musa Anter bu etnik referansların merkezinde yaşayan en önemli politik şahsiyetti.
Said-i Nursî'nin fikirleri hakkındaki tartışmalar bugün de sürüyor. Ama benim için O, her şeyden önce, siyasal iktidarlara ve onların şiddetine
boyun eğmemiş bir mütefekkirdir. Olgunluk döneminde aklı ve kalbi sentezlemenin mücadelesini vermiştir. Akıl ve bilimsel gelişmeler ışığında yapılacak olan İslami yorumların, geleceğimizin şekillenmesinde büyük katkısı olacağına inanıyordu.
Türkiye'nin bugünkü siyasi tablosuna ve gidişata baktığınızda, yaşanmakta olan muazzam değişimin siyasi referansının dayandığı kodlarda, bu düşüncenin etkisini görebilirsiniz.
Said-Kurdî (O'na inananlar bu sıfatı da kullanırlardı) İngilizlerin İstanbul'u işgal etmelerine karşı durdu, Mustafa Kemal'i Milli Mücadele yıllarında destekledi. Ama Kemalist kadroların yeni bir ulus-devlet inşa sürecinde uygulamak istedikleri planların farkına vardığında Van'a geri döndü. Kemalistlerle arasına mesafe koydu ve yeni dönemin jakoben uygulamalarına karşı koyacak ‘entelektüel açıdan muktedir' bir toplumsal gücün oluşması gerektiğine inandı.
Hayatını bu amaca adadı.
Yaşadığı dönemdeki
Kürt siyasi hareketlerine ve isyanlara ilgi duyduğu söylenemez. Şeyh Sait hareketini de kardeş kavgasına yol açacak endişesiyle desteklememiştir zaten.
O'nun Kürt coğrafyasında modern ve dinsel bilimleri
Arapça,
Türkçe ve
Kürtçe öğretecek bir üniversitenin açılması projesi –ki bunun adını Medresetü'z Zehra koymuştu- hâlâ güncel. Mardin'de Artukoğulları Üniversitesi bünyesinde açılması düşünülen ‘Yaşayan Diller' bölümünü, az çok bu fikrin hayata geçmesi olarak görmek mümkündür. Ama bir farkla ki, Said-i Kurdî Kürtçe eğitimi savunmuş ve bu dili sadece ‘arkaik' bir dil olmanın ötesinde bir eğitim dili olarak görmüştür.
Said-i Nursî'nin Türkiye'deki her şey gibi ‘Türleştirildiğini' unutmadan O'nu hatırlamak çok doğru olmaz. Onun fikirleri söz konusu olduğunda, bu Türkleştirmenin yarattığı haksızlık, Nur Hareketi içinde ve en azından Kürt Nurcular arasında yıllar yılı hep üzüntüyle hatırlanmış ve hissedilmiştir. Bu ‘Türkleştirmenin' bir sonucu olarak, Risalei Nur Külliyatı içinde geçen ‘Kürt' ve ‘
Kürdistan' sözcüklerine yapılan atıfların ortadan kaldırılmış olması,
Bediüzzaman'ın düşünsel mirasına aykırı ve ahlaki olmayan bir davranış olarak görülmüştür.
Geçmişin bu yanını düşündüğüm ve hatırladığım her zaman, bir şeye çok hayıflanırım. Nasıl olmuş da dünyanın en önemli düşünürlerini öğrenmenin büyük merakı içinde olduğum
gençlik yıllarında, Said-i Nursî gibi bir âlimin kitaplarını, risalelerini hiç okumamış ve onun hayatını hiç merak etmemişim!.
Bu hayıflanmanın ‘kendi kökleriyle buluşmaya' geç kalmış olmanın verdiği duygudan başka, benim için bir önemli sebebi daha var.
O da, babamın amcası olan Mıhallemi Miri Halil Bey'le, Said-i Nursî'nin
sürgünlüğe giden yollarda kader arkadaşlığı yapmış olmalarıdır.
Ben bu ‘ iki sürgün dost' arasında geçen münasebeti çok sonraları öğrendim.
Said-i Kurdî ve Halil Bey Isparta'da birlikte sürgün olarak
yaşamışlar ve Halil Bey bu sürgünlüğe dayanamayıp kaçmış ve kırk gün süren bir yürüyüşten sonra Suriye'de Fransızlara sığınmıştı.
Bediüzzaman Saidi Nursî'yi anarken, onun düşünceleri hakkında sormamız gereken sorular bugün bir hayli fazla. Bir kere baştan sona trajik bir yaşam söz konusu. Sahibine bir
mezar hakkı bile vermemiş bir yaşam. Ruhu şad olsun.
ORHAN MİROĞLU-TARAF