1. Başbuğ’un en önemli söylemi; “
PKK ile bile barışa varım ama ‘the cemaat’i –hukuki yoldan- bitirene kadar savaş” şeklinde özetlenebilir. Bu ise, 12
Eylül öncesinin; ‘kurtuluşa kadar savaş’ ‘ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız’, ‘tek yol devrim’, ‘tek yol şeriat’ gibi sloganik anlatımları ile türdeş. Sosyal bilimlerde ‘tek yolcu’ ve ‘
tek tip’ insan’ yaklaşımları, toplumu kamplara bölmenin ve ‘öteki(leri)’ çoğaltmanın dışında hiçbir işe yaramıyor.
2. Başbuğ tam bir Şark kurnazlığı içinde, yaptığı konuşmanın kamuoyundan alacağı geri dönütlere bakarak, bir sonraki konuşmasını şekillendirecek. ‘Peygamber ocağı’ şeklinde yurttaşın düşündüğü bir kurumdan, CHA muhabirine uygulanan ‘donması için ölümüne
akreditasyon’ saçmalığı, 14-15 yaşlarındaki çocukların askerî okullardan atılması, medyada hâlâ uygulanan akreditasyon açmazı, bulunan ETÖ’nün gömülü cephaneliklerin kaynağı, Başbuğ’un konuşmasında
yanıt bekleyen en temel sorunsallar. Eğer bu sorular yanıtlanmazsa, yurttaşlar askerlikten soğuyabilirler ve hatta ETÖ’cülerle kol kola olanların kimler olduğu konusuna da daha çok kafa yorabilirler.
3. ETÖ’nün ‘the cemaat’e karşı olan saldırılarının yanında, Başbuğ’un
Harp Akademileri’ndeki konuşmasının hemen sonrasında, Türk
Hizbullah, KCK ve PKK da durumdan vazife çıkararak, ‘the cemaat’e karşı saldırılara başladılar. Bölgeyi bilen
Kürt uzmanlar; ‘the cemaat’in bundan sonra birincil
hedef olduğunu söylemekteler.
4. ‘The cemaat’,
genç subaylar ve yüzde 98’lere varan TSK bağlamında ‘biz’ anlatımı ile kendisini özdeşleştirilmiş olmasına karşın, TSK’nın ‘resmî’
paşa-sal söyleminden dolayı, kendini sürekli aynı Kürtlerdeki gibi ‘öteki’ algılayabiliyor. Bu durum, insanların inandıkları
Osmanlı usulü esnek anlayışı temsil eden gerçek görüşleri ile beyan ettikleri ‘resmî’ görüşleri arasında ‘gel-git’lere neden oluyor. Bu ise,
ülkeyi ‘korku cumhuriyetine’, insanları da ‘kimliksizleşmeye’ doğru yönlendiriyor.
5. Başbuğ da dahil olmak üzere, ülkenin sosyal, politik,
ekonomik ve dış ilişkiler gibi neredeyse her konusunda konuşan genelkurmay başkanları, ‘bizi’ her akıllarına estiği zamanlarda aydınlatıyorlar. ‘Cut’-‘copy’-‘paste’’ yöntemiyle, neredeyse birbirinin aynısı söylemlerle, yıllardır aynı konulara
parmak basıyorlar. Sözünü en az ettikleri konu ise, askerî harcamalar, güvenlikte eşgüdüm, AB’ye uyumlu TSK ve TSK’nın içine sızan ETÖ’cüler gibi konular.
6. TSK’nin işlevinin daha verimli hale dönüştürülmesi için, en kısa zamanda daha
teknik ve profesyonel bir orduya dönüşmesi, ihalelerin daha şeffaf,
hesap verebilir ve denetime açık yapılması, şehit olan her
Mehmetçik için, sıralı bütün komutanların –varsa- hatalarının soruşturulması olması gereken önemli bir diğer
açılım.
7.
Askerî okullarda komutanlar mı yoksa potansiyel siyasetçiler, bakanlar v
e devlet başkanları mı yetiştiriliyor? Bir diğer anlatımla, tipik bir ‘üçüncü dünya ülkesi’ sendromu mu yaşanıyor?
Türkiye, hâlâ yasama ve yürütmesine sürekli müdahale edilen, yargının özerkliğine gölge düşürülen, bir ülke midir? Bir diğer anlatımla; genelkurmay başkanının her durumdan görev çıkarıp, görüş belirttiği ve askerliğin her erkek için zorunlu olduğu –profesyonel ordunun olmadığı- kaç tane AB üyesi ülke var?
8. Başbuğ, Obama’nın Türkiye açılımından çok etkilendiği ve Obama’yı kendi muadili gördüğü için,
Harp Akademileri’nde global sığlıkta bir konuşma yaparken; üsluptaki zoraki yumuşaklık, içerikteki çok başlılık ve bilimsel neo-con atıfları, PKK’ya bile beyaz
bayrak uzatılma ve fakat bir tek ‘the cemaat’e yüklenmesi,
Amerikan Başkanı’nın söylemi ve yaptıkları ile ne kadar da taban tabana zıt bir durum.
9. Encümen-i Daniş aşkına,
darbe yapmaya kafa yordukları kadar, şehit olan erlerimizin sayısının en aza indirgenmesi için de şakaklar zonkladı, uykular kaçtı ve çözümler üretildi mi? Yoksa
Kore’den ve
Kıbrıs’tan şehitlerimizin cenazelerinin geldiği günlerde, acılı analara yalnızca “başınız sağ olsun” denilmesinin bir benzeri 2010’lu yıllarda hâlâ aynen devam mı etmekte?
10. Bir
karakol baskınında
esir düşen askerler, daha sonradan ne acı ki ‘vatan haini’ ilan edilip yargılanmadı mı? Dönemin hükümet sözcüsü o erlerden utanç duyduğunu söylemedi mi? Sn. Çiçek ve Sn. Başbuğ, esir düşen askerler arasında sizin oğlunuz da bulunsaydı, eşinizle birlikte oğlunuzun yaşıyor olmasına sevinmez miydiniz?
11. Yaşamın değersiz, ölümün ise –bir hiç uğruna- kutsandığı bir ülkede, en etkili ve en yetkili makamın genelkurmay başkanlığı olmasından daha normal ne olabilir ki? Cumhurbaşkanı Gül ve
Başbakan Erdoğan bu sorunsalın değişmesi için acaba neler yapacaklar? İsterseniz en kolayını yapıverelim hemen; ‘The
Cemaat’ı elimizle teslim edelim olsun bitsin. Aynı ‘sarı kızın kurtlara bir ilk olarak yem edilmesindeki gibi.’
Ya sonra... Sonrasını da
pazartesi yazalım... (Devam edecek Paşam!)
Önder Aytaç & Emre
Uslu - TARAF