Yeni
Şafak Gazetesi Başyazarı
Fehmi Koru Türkiye'nin yaşadığı çatışma görüntüsünün
“Türkiye Ortadoğulu bir ülke mi olsun, yoksa Batılı bir ülke mi?” tartışmasından çıktığını söylüyor. Koru'ya göre
çok eskiye dayanan bu
kavga bugün de bir başka biçimde devam ediyor.
İşte Koru'nun değerlendirmesi:
Çatışmanın taraflarını doğru konuşlandıralım
Anlaşılan
sivil siyaset demokrasi dışı baskılara
boyun eğmek niyetinde değil. Türkiye demokrasiye kolay geçemedi; bunda devlete
egemen güçlerin sırf kendi varlıksal çıkarlarını düşünerek yürüttükleri “Türkiye Ortadoğulu bir ülke mi olsun, yoksa Batılı bir ülke mi?” tartışmasının uzun sürmesi rol oynamış olmalı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya düzeni bu soruya onlar hesabına da noktayı koydu: Türkiye Batılı bir ülke olacak...
Egemen güçler bu gelişmeyi yalnızca dört yıl geciktirebildiler. 1946 seçimlerine
hile karıştırılarak
CHP tek parti yönetimi sürdürüldü, ama 1950 Türkiye'yi demokrat raya oturttu. NATO'ya girişimiz, bütün Batılı kurumlarda ya kurucu ortak ya da üye oluşumuz hep o tarihten sonradır.
O gün bugündür ara sıra patlak veren çatışmalar, arada meydana gelen sisteme müdahaleler, yeniden demokratik sisteme dönüş, tökezlemeler, 'irtica' kampanyaları, parti kapatmalar, kurulan yeni partiler, kavgası 1950 öncesine dayanan temel çelişkinin çatışmaların meydana geldikleri döneme yansımalarıdır.
“Türkiye nasıl bir ülke olacak, Ortadoğulu mu, Batılı mı?” sorusunda ifadesini bulan o çok eski kavga bugün de bir başka biçimde devam ediyor.
Çekişme ve çatışmanın ekseninin yukarıda kabaca izah ettiğim biçimde olduğunu kabul edenlerdenseniz, tarafların konuşlanmasındaki yanlışlığı da mutlaka fark etmişsinizdir: Ülkemizde 'Batıcı' bilinenler bu kavgada “Türkiye Ortadoğulu kalmalı” tezinin sahibi durumundalar; ellerine geçen her fırsatta 'Baasçı' eğilimlerini dışa vurdular zaten... İnkâra kalkışsalar, en Batıcı yeminleri etseler de bu böyledir. '
İrtica' ile suçlanan, kendilerine karşı olmadık ithamlarda bulunulan kesimler ise, söylemleri farklı olsa bile, soruya “Batılı bir demokrasi olmalı” cevabını sağlayan tarafı oluşturuyor.
Benzer bir kavga başka bir ülkede cereyan ediyor olsaydı, CHP'yi, kendilerini 'lâik' olarak tanıtmaktan özel keyif alan çevreleri ve bazı solcuları “Ortadoğulu olalım”, Ak Parti ve çabalarında onu destekleyenleri “Batılı bir demokrasi olalım” tezlerini alenen savunurken görürdük. Türkiye'de ise 'Batıcı' bilinenler 'Ortadoğulu' olmayı, Ortadoğu çizgisinde sayılanlar ise Batı yolunda ilerlemeyi savunuyor ve iki taraf da bu çelişkinin dışa vurulmasından hiç mi hiç hoşlanmıyor.
Bazıları zaten bu çelişkili durumun farkında değil. Eğer olayları etkileyebilecek konumlarda iseler, çelişkinin farkında olmayışları, bugüne kadar karşılaşılan yol kazalarının en büyük sebebidir. Bir de konumu gereği 'demokrat' saflarda yer aldığı halde gönlü CHP'de olanlar da çıkabiliyor bizim ülkemizde; yol kazaları bu sebeple de başa gelebiliyor. Darbelere maruz kalan
Menderes'ten
Demirel'e ve
Erbakan'a kadar politikacıların hangilerinin 'bu durumun farkında olmayanlar' (Menderes, Erbakan) ve hangisinin 'gönlü CHP'de' (Demirel) olduğunu sizler de çıkarabilirdiniz.
Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının farkı tam da bu noktada: Demokrat çizgideler ve ülke için doğru tercihin eksenden şaşmamak olduğunu da biliyorlar... Ara sıra tereddüt geçirseler, başka yönler kendilerini cezbetse bile, kısa sürede yönlerini doğrultabilecek bir uzgörüye ve esnekliğe sahipler. 27
Nisan müdahalesi bunun için onları fazla etkilemedi; doğru bildikleri yoldan şaşmazlarsa 16
Mart zorlamasından da yara almadan kurtulma şansları var.
Yeni gelişmeler
iktidar çevrelerinin bu durumun fena halde farkında olduğunu bir kez daha gösterdi. Yalpalamaya, tereddüde, geri adım atmaya ihtiyaç yok. Şemdinli'de düşülen hatayı Ergenekon'da tekrarlamak bir çılgınlık olur. Geriye değil, hep ileriye bakmak gerek.
Son gelişmeden çıkardığım sonuç şu: Sivil siyaset demokrasi dışı baskılara boyun eğmek niyetinde değil. Eğmemeli de...
İLGİLİ HABERLER