‘Komutanlarıma diyorum ki lütfen askerliği meslek yapın. Adam gibi asker yetişenleri oraya gönderin. Oğlumun
yemin töreninde gördüm, öyle canavar asker yetiştirmişler ki… Böyle asker yetiştirebiliyorsak yetiştirelim. Daha fazla
vergi verelim. Onlar daha çok
silah alsınlar. Daha profesyonelce ordu yapsınlar.’
Bu sözler bir
terör uzmanına ait değil. 1
Eylül 2006’da
Hakkâri’nin
Çukurca ilçesindeki Köprülü Jandarma
Sınır Taburu’nda
nöbet başındayken
PKK saldırısı ile şehit olan bilgisayar mühendisi Asteğmen Zeki
Burak Okay’ın annesi Neriman Okay’ın evlat acısını yansıtan cümleler.
Anne Okay’ın Zaman gazetesinde, 7 Eylül 2006 tarihinde yayımlanan bu sözleri; aslında bir süredir devletin güvenlik bürokrasisinde üzerinde düşünülmeye başlanan, “Neden bu kadar askerî kayıp veriyoruz?” sorusunun yüksek sesle sorulmasını adeta tetikledi denilebilir. Sadece
Mehmet Altan ve Gülay
Göktürk gibi yazarlar değil; yıllardır
Genelkurmay’ı en yakından izleyen gazeteci olarak kabul edilen Mehmet Ali Kışlalı da
şehit asker sayısındaki artışın sorgulanması gerektiğini yazdı. Kışlalı köşesinde, bu askerî kayıplara kaşı çözüm bulmanın Genelkurmay’ın “acil görevi” olduğunu vurguladı.
YENİ BİR PKK MI VAR?
Sebepleri ne olursa olsun, terör yeniden tırmanıyor. Üstelik sadece PKK terörü değil. Örneğin son aylarda yalnızca
İstanbul’da değişik sol örgütlerce polise karşı 20’ye yakın
eylem yapıldı. Uzun bir aradan sonra İstanbul polisi yeniden şehit vermeye başladı. İstanbul polisinin öncülüğünde Aydın’dan
Malatya’ya uzanan yedi ilde bir sol örgüte yapılan
operasyonda 300 kilo gibi yüksek miktarda
patlayıcı da ele geçirildi. Üstelik bu grup, aralarında İsmail Hakkı
Karadayı ve
Çevik Bir’in de bulunduğu 15 üst düzey komutana suikast için istihbarat çalışması yapmıştı.
İlginç olan
Diyarbakır’daki
sivil halka yönelik son
bombalı saldırı örneğinde olduğu gibi PKK’nın da askerî birliklere doğrudan saldırı yerine, mayınlı ve uzaktan kumandalı bombalara yönelmesi. Mehmet Ali Kışlalı’nın, “1999’dan farklı, yeni bir PKK ile karşı karşıyayız” sözlerini, üst düzey bir güvenlik yetkilisi de şöyle doğruluyor: “Dikkat ederseniz, PKK artık askere saldırmıyor. Sadece kendilerine operasyon yapmaya gelen birliklere karşı mayınlı, uzaktan kumandalı saldırıları var.”
PKK’nın son saldırıları yüzde 90 itibariyle bu şekilde olsa da Asteğmen Burak Okay’ın şehit olduğu olay, 1999 öncesi
karakol baskınlarını hatırlatan türden bir saldırı. O halde bütün bu saldırılar en az kayıpla nasıl önlenecek? Aslında 1984’ten itibaren aşamalı olarak özel kuvvetler ve özel timlerle mücadele yöntemine geçmiş olan güvenlik güçleri şimdi nerede hata yapıyor? Yoksa 1999’dan sonra artık terör bitti düşüncesiyle bu özel birlikler ve timler dağıldı mı?
Tüm
general Alaattin Parmaksız, Asteğmen Burak Okay’ın şehit olduğu Hakkâri’de, 1990-92 arasında Dağ ve Komando Tugayı’nda tabur komutanı olarak görev yaptı. 1999’da ise Hakkâri’ye
tugay komutanı olarak atandı ve iki yıl burada görev yaptı. 2004’ün ağustos ayında ordudan
emekli olan ve terör mücadelesi günlerini “Burası
Hakkari,
Ankara’dan Göründüğü Gibi Değil” ismini verdiği bir kitapta toplayan
Tümgeneral Parmaksız’ın anlatımları Neriman Okay’ın, “
Foça’da canavar gibi askerler gördüm” sözlerini doğrulayan cinsten.
Örneğin o yıllarda,
komando olarak bölgeye gidecek askerler, Eğridir’de 32 haftalık bir eğitimden geçiyordu. Üstelik, bu öylesine zor bir kurstu ki, seçilerek alınmış olmalarına rağmen ancak askerlerin üçte biri başarılı oluyordu. Eğridir’den
Antalya’ya kadar hiç ara vermeden devam eden ve kış, bahar dönemlerini kapsayan bu kursun ne kadar zor olduğunu belirten Parmaksız, “
Yorgunluk öyle boyutlara ulaşırdı ki, mola verdiğimizde tüfeklerimizi unutmamak için vücudumuza bağlardık.” diyor. Bazen hiç
yiyecek verilmeden,
susuzluk tehlikesi altında günlerce sürebilen bu eğitimde, Antalya’ya başarı ile ulaşanlar
paraşüt eğitiminden sonra şu iki slogan eşliğinde
Güneydoğu’ya gidiyordu: “
Mermi, rütbe farkı gözetmez. Zoru başarırız, imkânsız biraz zaman alır.”
Sadece Jandarma birlikleri değil, polis özel harekât birlikleri de o yıllarda zorlu bir eğitimden geçiyordu. Örneğin, 1994 yılı Ocak-
Mayıs aylarında Antalya’da yapılan bir kursun düzenleyicisi İsrailli emekli
yarbay Gaby Cohen, kursun komutanı
Albay Amos
Golan’dı. Golan, polis özel harekât ekibi içinden yaptığı testlerle 80 kişi seçti. Pek çok İsrailli anti terör uzmanının eğitim verdiği bu kurstan çıkan özel harekâtçılar daha sonra Güneydoğu’ya göreve gittiler.
İSRAİLLİ YARBAYIN EĞİTTİĞİ TİMLER
Yani
Türkiye, özel kuvvetlerle ve özel harekât timleriyle terör mücadelesinin yabancısı değil. 1994’te bir bölümünü İsraillilerin eğittiği polis özel harekât timlerinin kurulması 1980’li yıllara kadar uzanıyor. ASALA militanları 1982’de Ankara
Esenboğa Havalimanı’na silahlı ve bombalı baskın yapıp üçü
emniyet görevlisi olmak üzere 9 kişiyi öldürüp 78 kişiyi yaralayınca, bu işin adımı atıldı. O zaman emniyet amiri olan İbrahim
Şahin, ABD’ye anti terör eğitimi için gönderildi. Daha sonra
komiser yardımcısı rütbesindeki birçok emniyet mensubu Ankara’nın
Gölbaşı ilçesindeki dağlık kesimde bu kurstan geçirildi. Bu sayı birkaç yıl içinde hızla arttı. İlk önce şehir içlerindeki terör olaylarında görev alan özel harekâtçılar, PKK’nın 1984’teki
Eruh baskını üzerine bölgeye gitmeye başladı. 1984-92 döneminde, Özel
Kuvvetler mensupları ve Jandarma timleri ile birlikte PKK’ya karşı göğüs göğüse mücadele verdiler.
Bolu ve
Kayseri komando tugayları da yıllarca bu mücadelenin gözdesi oldular.
Eski adı “Özel
Harp Dairesi” olan
Özel Kuvvetler de PKK’nın 1984’te Eruh’ta yaptığı ilk baskından itibaren genişleyerek bu mücadelede görev aldı. 1990’ların başında dönemin
Genelkurmay Başkanı Doğan
Güreş,
İngiltere ve
Amerika örneklerini inceleyip
Özel Harp Dairesi’ni genişleterek
Özel Kuvvetler Komutanlığı’na dönüştürdü. O tarihe kadar başında bir tuğgeneral olan bu birliklerin sayısı üç alaydan oluşan bir tümene çıktı ve başına bir tümgeneral geldi. Bu yıl yapılan Yüksek
Askerî Şûra’da da Özel Kuvvetler kolordu seviyesine yükseltildi ve başına bir
korgeneral atandı.
Aksiyon’a konuşan Mehmet Ali Kışlalı, “Teröre karşı yetişmiş o uzman birliklere ne oldu? Hâlâ aynı görevlere devam mı ediyorlar?” deyince; bu soruyu Tümgeneral Alaattin Parmaksız’a yönelttik. Parmaksız bu konuda şunları belirtiyor: “Dağdaki
teröristi etkisiz kılmak için asker gerek.
Polis özel harekât timlerini lağvetmişsin, kullanamıyorsun,
jandarma timleri yetersiz. Peki bu kadar asker var, bu dağlarda bu terörist niye geziyor? Sorun şurada. Şu anda TSK’nın
terörle mücadeleye direkt müdahale yetkisi, aktif olarak yok. Yasal olarak yok. Çünkü TSK’nın kullanılabilmesi için
olağanüstü hal,
sıkıyönetim olması veya normal hallerde valinin kuvvet talebinde bulunması lâzım. Normal kolluk kuvvetleriyle (jandarma ve polis) bastırılamayacak bir olay olduğunda vali TSK’dan yardım ister. Şimdi ne yapılacaksa buna siyasî iradenin karar vermesi lâzım. Silahlı Kuvvetlerin kullanılmasına siyasî irade ortaya çıkmış da mı bu iş olmamış? Terörle mücadelenin yirmiye yakın bacağı var. Bunlardan biri de teröristle mücadeledir.
Güvenlik güçlerinin yapacağı iş teröristle mücadeledir. Terörle mücadeleyi devlet, siyasî irade yapar.”
PARMAKSIZ: SİYASİ İRADE LAZIM
Peki, Güneydoğu’ya tim komutanı veya er olarak giden askerler şu anda hangi eğitimden sonra gönderiliyor? Parmaksız, “Bölgeye girip fiilen çarpışmayı, ya özel kuvvetler ya da jandarma komando birlikleri ve polis özel harekât birlikleri yapar. Buna özel operasyonlar diyoruz. Diğer birlikler, dışarıdan gelmiş normal birlikler bu operasyonlarda caydırıcı görev yapar.” diyor.
Parmaksız, bölgeye gönderilen askerlerin eğitimi konusunda TSK’nın sisteminin değişmediğini; batıda verilen eğitimin süresi ne olursa olsun Güneydoğu’da ayrıca minimum 1-1,5 ay bölgeye intibak eğitimi verildiğini belirtiyor: “Orada yapılacak görevlerle ilgili eğitim ve atışlar yapılır.
Sabah Hakkâri’ye gel,
akşam operasyona git, böyle bir şey olmaz.
Kara Kuvvetleri’nin direktifi var. Orada der ki şu kadar süre bölgeyle ilgili intibak eğitimi yapılacaktır. Elbette teröristle mücadele eğitilmiş insanlarla olur. Bütçen yetiyorsa bunu yaparsın. Burada da siyasî irade lâzım. 50 bin kişilik özel kuvvetin maliyetini hesapladığın zaman, bunu yapabiliyorsan hemen başla.”
Teröre karşı yeniden başarı sağlamak için en önemli unsurun siyasî irade olduğunu yalnızca Alaattin Parmaksız ve Mehmet Ali Kışlalı dile getirmiyor. 1980’li ve 90’lı yıllarda PKK’nın belinin kırıldığı dönemde bölgede görev yapan Korgeneral
Hasan Kundakçı da, Aksiyon’a
kapak olan 20 Eylül 2004 tarihli röportajında şunları belirtmişti: “Bir mücadelede teröre karşı millî gücün kullanılması çok önemlidir. Bunu başbakan koordine eder, çünkü millî gücün unsurları onun emrindedir. O bakımdan hükümetin de kararlı davranması lâzım.
Hükümet,
Türk Silahlı Kuvvetleri, güvenlik güçleri birlikte hedefe doğru yönelirse bu tehditler çok önemli tehditler değil.” demişti.
Aslında
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir ara bu konuya eğildiği biliniyor. Örneğin çevresindeki danışmanlardan
Ömer Çelik, bir süre önce bazı uzmanlara başvurup Güneydoğu’daki terör hakkında
rapor istedi. Aralarında Doçent
Önder Aytaç’ın da bulunduğu bu uzmanlar Çelik’e birer rapor hazırladılar. Ama hemen her
iktidar döneminde olduğu gibi bu dönemde de Güneydoğu’ya yönelik bütüncül bir strateji oluşturmakta zorluklar çekiliyor. Devlet çapında bir bütünlük için Terörle Mücadele Yüksek Kurulu oluşturuldu, ama bölgede göreve gönderilen bürokratların seçiminde bu dönemde de sıkıntılar yaşanıyor. Örneğin Hakkâri Emniyet Müdürü
Yaşar Ağdere’nin daha
Şemdinli olayları öncesinde Ankara’ya dilekçe gönderip, “İl emniyet müdürlüğü yapmak istemiyorum. Beni görevden alın” dediği biliniyor. Ancak, Ağdere Şemdinli olaylarından sonra görevden alındı.
Şüphesiz, hükümetin ve Genelkurmay’ın belirleyeceği yeni önlemler kadar
Kuzey Irak’taki PKK varlığının ne olacağı da önemli bir başka konu. Bu PKK varlığını bitirmek için ABD ile yapılan görüşmelerde ABD tarafı
emekli general Joseph Ralston’ı, Türkiye ise emekli orgeneral Edip Başer’i özel koordinatör olarak atadı. Ama Ankara’ya gelip Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Yaşar
Büyükanıt ile görüşen Ralston, PKK’ya yönelik bir askerî operasyonun son seçenek olduğunu açıkça söyledi. Ralston ile birlikte bu işe çözüm arayacak olan Başer, çözüm için “
sabır” gerektiğini söylüyor; ama Neriman Okay’ların dayanacak güçlerinin kalmadığı bir gerçek.
AKSİYON DERGİSİ