18 yıl Avrupa Konseyi'nde uluslararası yöneticilik yapan, Turgut Özal'ın çağrısıyla 1989'da Türkiye'ye dönen, Özal'ın başdanışmanlığı yanı sıra Özel Kalem Müdürlüğü'nü de üstlenen, 1991'de TBMM'ye İstanbul milletvekili olarak giren Engin Güner, Özal'la geçirdiği yılları kitaplaştırdı. Doğan Kitap’tan çıkan Özal’lı Yıllarım, okurlara sadece yazarın Özal’la ilgili anılarını değil 90’lı yıllar Türkiye’sinin fotoğrafını da sunuyor. Bugün Gazetesi'nin haberine göre, kitapta; 12 Eylül sonrası Özal’ın kararlılık ve cesareti, başarıları, Batı’yla olan ilişkileri, çocuk sevgisi, protokol dışı halk adamı kişiliği, yanlış anlaşılan ve anlatılan özellikleri, Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında aldığı politik tavrı, yurt dışı gezileri ve vefatı detaylı bir şekilde anlatılıyor.
Kitapta Özal'ın ölümüne ilişkin çarpıcı bir bilgi yer aldı:
Özal'ı kim öldürdü?
Israrla Özal öldürüldü diyenlere şunu söylemek istiyorum; evet Özal öldürüldü. Özal’ı öldürenler zamanında onun bu ülke yararına yaptıklarını anlayamayanlar, anlayıp da işlerine gelmeyenler, kendisini maksatlı olarak kamu oyuna yanlış tanıtanlar, onu işçi ve fakir düşmanı ilan edenler, onu boykot edenler, statükocular, kaçakçılar, karaborsacılar, ülkeyi yıllarca yanlış politikalarla yanıltanlar, çıkarları bozulanlar, kendisine ihanet eden en yakınındakilerdir. (sf.246)
SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER...
Demokrasilerde kararları siviller alır
Kitapta Körfez Krizi ve Özal'ın buradaki tavrı konusunda etraflıca bilgi veriliyor.Bilindiği gibi Özal kriz esnasında aktif rol üstlenme taraftarı olmuş, sivil ve askeri bürokrasiden geniş bir muhalefetle karşılaşmış, Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa etmişti. Engin Güner, "Özal müthiş bir bilgi ve siyasi otoriteye sahipti. Her demokraside olduğu gibi kararların siviller tarafından alınması gerektiğini düşünürdü, düşündüğü gibi de hareket ederdi. Askerle iyi diyaloğu vardı ama gerektiğinde tavrını koyardı" diyor.
Özal'ın çok çalışkan, dinamik bir yapısı olmasına rağmen stresli biri olmadığını, onunla büyük bir rahatlık içinde çalışıldığını aktarıyor: "Güvenmediği adamla çalışmazdı. Aklına güvendiği adama iş verdi mi kesinlikle bir şey sormaz, inisiyatifi ona bırakırdı."
Fakat Özal, getirdiği reformları uygulamayanlara çok kızar, "Örümcek kafalı" dermiş. (sf.130-140)
Mesut olsa hiç başaramazdı
1992 yazında, oğlum Özgür'le Özal'ı ziyarete gitmiştim. O gün, yeni edindiği bir elektronik golf oyununu, televizyon ekranında oynuyordu. Bir süre sonra, orada bulunan bir misafirine, sonra Özgür'e, sonra da bana teklif etti oynamamızı..
İşin püf noktası, bir düğmeye, ne geç ne erken, ama tam zamanında basmaktan ibaretti. Ben düğmeye zamanında basamadığım için, top deliğin uzağına düşüyor, o da muzip muzip gülüyordu. Oğlum, gençlerin bu oyunlara aşinalığından olacak, çabuk intibak etti. Birkaç kez oynamama rağmen, gene tam başarılı olamamıştım. Bana bir kez daha baktı ve "Mesut olsa hiç başaramazdı" dedi. (sf. 50-51)
Özel konularla yıpratıldı
Özal, 1980-90’lı yıllarda Türkiye’nin önüne çıkan tarihi fırsatların bir daha ancak 300-400 yıl sonra ortaya çıkabileceğini söylerdi.
Ayrıca çok hızlı gerçekleştirilen bu reformlar toplum tarafından aynı hızla sindirilememişti. Tabii medyanın önemli bir kısmı tarafından da.
Böyle olunca her biri birer gerçek devrim niteliğindeki reformları gerçekleştirme başarısını gösteren Özal, ailevi birtakım konular ön plana çıkarılarak sürekli yıpratılmıştı. Yani okyanusu aşıp bir bardak suda boğulmaya mahkûm edilmişti. Galiba ülkeye büyük hizmetlerde bulunanların kaderi bu... (sf.256)
Köşk’ten ne zaman inecekti?
Özal hiç şüphesiz yeni bir partiyi kurmanın ve yaşatmanın güçlüklerini de çok iyi bilip takdir edebiliyordu. Fakat eğer tek çıkar yol buysa onu da denemeye hazırdı. Bu konuda cesur ve kararlıydı. Önce parti kurulur, pratik sorunlar ve teşkilatlanma tamamlanınca uygun bir ortamda Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa ederek bu partinin başına geçebilirdi. Tabii zamanlama çok önemliydi. Çok önceden bana söylediği gibi ancak ülke bir kaosa gittiği takdirde Köşk’ten inecekti. (sf.241)
Özel bir misyonu olduğuna inanırdı
Özal aslında özel konuşmalarımızda bana birçok kez kendisinin Allah’ın bahşetmiş olduğu imkânlardan dolayı özel bir misyonu olduğunu, ülkeye büyük hizmetler yapabileceğini, şayet bu hizmetleri yapmazsa vebal altında kalacağını ve bunun hesabını öbür dünyada veremeyeceğini söylemişti. Çok inançlı bir kimseydi ve bu söylediklerine içtenlikle inanırdı.
Kadere büyük inancı vardı ve her şeyin Allah’ın takdiri doğrultusunda gerçekleşeceğine, bunu kimsenin değiştirmeye gücünün yetmeyeceğine inanırdı. Bunun yanı sıra uygulamalarında da son derece gerçekçiydi. Sanıyorum Özal’ın büyüklüğü biraz da bu iki farklı yaklaşımı büyük bir ustalıkla mecz edebilmiş olmasındaydı. (sf.124)
Avrupa’yla nasıl konuşulacağını bilirdi
Özal, Avrupa’ya her zaman ihtiyatla yaklaşmıştı. Avrupa’yla ilişkilerimizin hiçbir zaman çok rahat olmayacağının bilincindeydi. Ancak Avrupa’sız da olamazdık, tıpkı Türkiyesiz bir Avrupa olamayacağı gibi. Özal’a göre Avrupalılarla nasıl konuşulacağını iyi bilmek gerekirdi. Karşımıza sık sık birtakım taleplerle çıkan Avrupalıyı ikna etmeli, ikna için de onların anlayacağı dilden konuşmalıydı. Bu asla kavga şeklinde olmamalıydı. Olayları onların çıkarlarını da ortaya koyarak izah etmek en doğrusuydu. (sf.127)
Eski ANAP özlemi
Partinin gidişatından endişe duyuyordu. Önce Mesut Yılmaz’ın yerine parti içinde isimler aramaya başlayacak, sonra da ciddi olarak cumhurbaşkanlığından inerek partinin başına kendisi geçmeyi düşünecekti.
Şişli’de ünlü Sadıklar Apartmanı’nın önünden geçerken büyük bir nostaljiyle, “Engin bak, partiyi burada kurmaya başlamıştık” dedi.
Belli ki aklı hep partideydi. Sonra birden yumuşak bir sesle, “Engin ben Adnan’ı düşünüyorum ne dersin?” diye sorup ekledi: “Çünkü Adnan, sürekli yenilik peşindedir, biliyor musun Engin, en önemli şey innovation’dır (yenilikçilik)”. (sf.93)
Özal'ı kim öldürdü?
Israrla Özal öldürüldü diyenlere şunu söylemek istiyorum; evet Özal öldürüldü. Özal’ı öldürenler zamanında onun bu ülke yararına yaptıklarını anlayamayanlar, anlayıp da işlerine gelmeyenler, kendisini maksatlı olarak kamu oyuna yanlış tanıtanlar, onu işçi ve fakir düşmanı ilan edenler, onu boykot edenler, statükocular, kaçakçılar, karaborsacılar, ülkeyi yıllarca yanlış politikalarla yanıltanlar, çıkarları bozulanlar, kendisine ihanet eden en yakınındakilerdir. (sf.246)
Özal’ın vasiyeti ve sakallı şişman adam
Engin Güner, Özal'ın vefat haberini bir grup parlamenterle beraber Amman'da bulundukları bir sırada alıyor. Alelacele Türkiye'ye dönüyor. Köşk'e döndüğünde de başından ilginç bir olay yaşıyor. Köşk'te bulunan onca insanın içinde tek tanımadığı sakallı ve şişman biri yanına gelerek görüşmek ister. Son zamanlarda Özal'la çalıştığını, Köşk'e daha çok gece yarısından sonra geldiği için kendisini Semra Özal'ın bile tanıyamayacağını, daha önceden Adnan Kahveci'yle birlikte çalıştıklarını, Kahveci'nin vefatından sonra Cumhurbaşkanı’nın kendileriyle temas kurduğunu; Özal'ın din konusunda reformları içeren bir araştırma da dahil olmak üzere bir çok sosyolojik ve siyasi araştırma yaptırdığını, sağlığı konusunda endişeleri olduğundan hız vermelerini istediğini ve bir de vasiyet bıraktığını söyler.
"Eğer bana bir şey olursa bu çalışmaları bırakmayacaksınız. Yusuf (Bozkurt Özal), Hüsnü (Doğan) ve Engin (Güner)'le yürüteceksiniz. Sadece üç kişi bu hareketin öncülüğünü yürütebilir niteliktedir. Bir numara Yusuf'tur." Sakallı şişman adam Özal'ın vasiyeti gereği irtibat kurduklarını söyler. Vasiyet edilenler gece yarısından sonra Özal'la çalışan bu kişiyi kimsenin tanımama ihtimalinin olmadığını düşünerek aynı kişi tarafından birkaç sefer aranmalarına pek yüz vermezler. (sf.238)
BUGÜN GAZETESİ