'Rezalet'in asıl sebebi
Geçtiğimiz hafta içinde İstanbul'da düzenlenen NATO Savunma Bakanları Gayri Resmi Toplantısı eşine ancak
Türkiye'de restlanabilecek garipliklere sahne oldu.
Toplantıyı izlemek için çalışan gazetecilerin tamamı büyük sıkıntılar yaşadı. Gazetecilerin kayıtlı olduğu
web sitesi çökmüş. Pek çok medya mensubu görevini ifa edebilmek için oradan buraya savruldu. Buna rağmen önemli bir kısmı giriş izni alamadı. Ortada ya beceriksizlik var ya da büyük bir
ihmal. Yeni Şafak'ın cumartesi günkü sürmanşeti durumu özetliyor: "
Nato'da bir garip rezalet"
Gazetecilere uygulanan
akreditasyon rezaletinin sorumlusu kim; o da tam bilinmiyor. Aralarında STV ve TV NET'in de bulunduğu bazı gazeteciler akreditasyon işlemlerini önceden yaptırdıkları halde salondan çıkarıldı. Bu suçu kim işledi belli değil. Ortada asker tıraşlı
genç bir adam dolaşıyor ve kameralar karşısında 'Bu
kart size yanlışlıkla verilmiş' diyor. Etrafındaki adamlar ona 'Komutanım' dediğine göre bizim
Genelkurmay'a sormak gerekiyor o işgüzarı. Çünkü toplantı NATO Savunma Bakanları ile ilgili. Dolayısıyla ev sahibi
Savunma Bakanı Vecdi
Gönül.
Bütün bu yaşananlar bir kenara. Asıl şu
manzara üzerine Türkiye'nin bir daha düşünmesi gerekiyor. NATO'ya bağlı ülkelerin
savunma bakanlarını ağırlayan toplantıya
Genelkurmay Başkanımız
İlker Başbuğ katılmadı. Niçin? Bazı haberlere göre toplantıda
protokol krizi çıkmış. Neden, biliyor musunuz?
Türkiye'de uygulanan protokol
uygulamasına göre Genelkurmay başkanları Savunma bakanlarından önce geliyor. Silsile şöyle: Cumhurbaşkanı,
Meclis Başkanı,
Başbakan, Genelkurmay Başkanı... Genelkurmay başkanı yargının da önünde siyasi hiyerarşinin de. Dünyada böyle bir protokol sıralaması yok tabii ki. Genelde genelkurmay başkanları savunma bakanlarına bağlı ve protokol gereği bir hayli gerilerde yer bulabiliyor kendilerine.
NATO üyelerinin savunma bakanları bir araya gelince dünyadaki uygulama ile Türkiye'de uygulanan protokolün farkı ayan beyan ortaya çıkıyor. Uluslararası standartlara uyulsa Sayın Başbuğ arka sıralarda yer alacak; Türkiye'deki bürokratik hiyerarşi bozulacak. NATO üyesi olmanın gereği yerine getirilmeyip Türkiye'deki silsileye riayet edilse dünya bizi ayıplayacak ve NATO'nun kimyası bozulacak.
İşte Türkiye'deki asker-
sivil ilişkisinin dünya standartlarından kopuk olduğunu gösteren gerçek fotoğraf bu. Normal bir demokraside uygulanan protokol bu ülkede bir anda geçersiz oluveriyor. Hatta yasalarımızda Genelkurmay Başkanı'nın Başbakan'a (daha doğrusu sivil otoriteye) ne derece bağlı olduğu bile muğlak ifadelerle geçiştirilmiş. 'Başbakan'a karşı sorumludur' denmesi bile istendiğinde yanlış bir manaya çekilebilmekte. Mesela bazen 'Sorumlu demek, bağlı demek değildir' gibi laflar da ediliyor. Niçin? Çünkü Başbakan'a bağlı olsalardı bir gece yarısı bir genelkurmay başkanının keyfi yerine gelsin diye
muhtıra vermezlerdi. Bütün darbeler, muhtıralar, lahikalar, fişlemeler sivil otoritenin muhkem bir
kanuni çerçeveye oturtulmamasından kaynaklanıyor...
'Ne yapalım, Türkiye'nin özel şartları var' demekle asker-sivil ilişkisindeki çarpıklığı örtbas etmek mümkün değil. Türkiye'nin 'özel şartları'ndan ille de bahsetmek gerekiyorsa darbecilik ve cuntacılıktan söz etmek gerekiyor. Daha birkaç gün önce Zir Vadisi'nden çıkan silahlarla ilgili askerî
mahkeme bir subaya ağır cezalar verdi. Üstelik o ceza sadece
mühimmat üzerinden kesilen bir cezaydı. Sivil yargı bu işin örgütlü kısmını soruşturuyor. Oradaki iddialar daha vahim.
Ergenekon soruşturması,
Poyrazköy soruşturması,
Diyarbakır davası... Silahlı Kuvvetler içinde demokrasiyi yeterince içine sindiremeyen cuntaların olduğunu ve bunların hâlâ faaliyete devam ettiğini gözler önüne seriyor. Evet, asıl Türkiye'ye ait özel durum budur!
NATO toplantısında ortaya çıkan protokol krizi aslında yeni bir konu değil. Bütün NATO toplantılarında bu hicap yaşanıyordu. Bu tuhaf durum sonsuza kadar sürdürülemez. Dünyaya rezil olmak istenmiyorsa tabii.