"HER ŞEY EŞİTTİR. BAZI ŞEYLER DİĞERLERİNE GÖRE DAHA FAZLA EŞİTTİR" DÖNEMİNE SON
Ülkemizde ultra ulusalcılar, Ergenekoncular,
vesayet sistemini devam ettirmek isteyenler ve yargısal oligarşinin yüksek temsilcisine rağmen çok güzel şeyler de oluyor.
Yaşadığımız
mevsim sonbahar olmasına karşın, yurttaş merkezli
demokrasi bağlamında
Anadolu, sanki
doğanın yeniden canlanmaya başladığı bir ilkbahar mevsimi gibi taptaze. Her bir adımda yeni yeni doğumların müjdesini yaşıyoruz… O nedenle de, bizler de bir o kadar coşkulu ve dahi umutluyuz.
Aslında her mevsimin kendine has bir güzelliği söz konusu. Kurumuş yapraklar, bir gün doğumunda iyice
altın rengine boyanıp, salınarak dallardan kopup, yere düşerlerken, aslında bir sonraki bahar için ağaçları kış uykusuna terk ediyorlar değil mi? Referandum sonrası Anadolu'nun artık eski
Türkiye olmayacağı aşikar…
Öncelikle
Kürt aydınları daha cesurca terörün karşısına çıkıyorlar.
Anayasa uzmanları, ilk üç maddenin bile tartışmaya açılmasının olabilirliğini söyleyebiliyorlar. Üniversitelerde
başörtüsü yasağı fiilen YÖK Başkanı Yusuf
Ziya Özcan'ın katkılarıyla kalkıyor.
HSYK üyeleri de, kendi dönemlerinin kapandığını anlamanın olgun(suz)luğu ile koltuklarını bırakıyorlar üçer beşer…
Öyle hüzünlenmeye de hiç gerek yok sanırım. Doğa devinim içinde, her şey güzele doğru, ‘gelişerek değişiyor, değişerek gelişiyor'.
Hükümet bile halkın verdiği % 58'lik desteği ve süresi içinde gerçekleştirin dediği AKP iktidarının ev ödevlerini, durmaksızın yapmasını ve demokrasinin paslı kilitlerinin de bir an önce açılmasını bekliyor.
Dönemleri kapananlar elbette yenilere bırakacaklar yerlerini. Sevinçliyim çünkü ülkeme galiba demokrasi geliyor bu kış. Askeri demokrasi, yargı oligarşisi, elitler yönetiminin yerine, Anadolu hareketi şeklindeki bir demokrasi… Ayrımsız, ayrıcalıksız, herkese ve her kesime. Hatta Alevilere,
Kürtlere, başörtülülere bile!.. İlginç olan; şimdilerde demokrasiden korkanlar da “bu kış ülkemize demokrasi gelebilir” korkusu yaratarak, demokrasinin de, komünizm gibi ülkemizden teğet geçmesini istemeleri!..
Buna rağmen galiba bizim ülkemizde de artık birileri; dünya üzerinde hiçbir halkın, kitlenin, grubun
baskı altında kalmayı sevmediğini anladı. Hiçbir ideolojinin insanları temel haklarından vazgeçmeye ikna edemeyeceğini gördü. 12
Eylül darbesi, yaptığı anayasayı yüzde doksan bilmem kaçlarla halka kabul ettirdiğinde, kendi darbesinin meşrulaştığını sandı. Oysa otoritelerinin tek kaynağı kendi militer güçleriydi.
Dışlananlar kaderlerine sessizce
boyun eğmiş göründüler. Oysa düşmanlıklar, kan davaları, hesaplaşmalar ve siyasal çekişmeler yalnızca birazcık ertelenmişti. Yapılan ilk seçimlerle, siyasi iktidarı kaybedenler, devletin hemen her kurum ve kademesinde, gizli ya da açıktan örgütlenip, derin iktidarlarını sürdürmeye devam ettiler. Bu sözde demokrasi, yalnızca yetersiz değil, özgürlüklerin manipülasyonu ve ortaklaşa yaşamın çürümesiyle birlikte, içi boş bir kabuğa dönüştü. Önce Kürtler sonra Müslümanlar ve en sonunda da gerçek demokratlar
isyan etti.
Ancak demokrasiyi istemek başka, onu başarmak ise farklı farklı olgular olsa gerek. Kişi başına düşen milli geliri 3000 doların altında olan, hele de etnik olarak homojen olmayan bir ülkede, seçimler için
rekabet eden liderlerin en etkili taktiği; ırk, din ve etnisite gibi insanların en temel bağlılıklarına seslenmek. Bu taktik aslında, arasında sağlam hoşgörü ve çok etniklilik bulunan bizim ülkemizde de uzun süre başarı ile oynandı / uygulandı.
Tabi o köprünün altından da çok sular aktı. Şimdi bu
toplum daha daha ileri ve
modern bir demokrasi istiyor. Modern demokrasi; terörizmle mücadele, küreselleşmeye ayak uydurma, değişen toplumu modelleme ve sistemlerini şimdikinden daha iyi işler hale getirmek durumunda kalacak. Bunun anlamı ise; demokratik karar almayı daha etkin kılmak, anayasal liberalizmi demokrasi uygulamaları ile yeniden bütünleştirmek, yıkılmış siyasal kurumları ve
sivil örgütleri tekrar inşa etmektir. Belki de bütün bunların en zorlusu, toplumumuzdaki güç sahiplerinin sorumluluklarını üstlenerek, yalnızca yasal değil aynı zamanda ahlaki standartları da belirlemeleridir. Geçiş sürecinde en gereksinim duyacağımız kişiler ise, kendini topluma adamış reformcu seçkinler ile kararlı başbakanlardır.
İşte bu sabah yüreğimde pır pır edenler, sanırım demokrasinin artık ülkemde yerleşmeye başlamasının belirtileri. Hem de medyatörlere inat… Dünyanın dört bir yanındaki insanlar gibi; Kürtlerin, Alevilerin, dindarların hatta “
laiklik elden gidiyor” çığlıklarıyla insanları yıllarca tahakküm altında tutmanın sihirli formülünü bulmuş çevrelerin de, elde kalmış tek umudu demokrasidir.
Artık "her şey eşittir bazı şeyler diğerlerine göre daha fazla eşittir" dönemi kapanıyor. Ne güzel!..
ÖNDER AYTAÇ
[email protected]