Türkiye iki büyük savaşı engelledi!
Türkiye'nin arabuluculuğunda başlayan
Suriye-
İsrail görüşmelerine Haziran ayının ilk haftası devam edilecek. Bu görüşmelerin önemine inanmayanlar çok. İsrail'i düşününce, böyle bir barışın mümkün olduğuna inanmak elbette zor. Bazıları,
Hizbullah ve
İran'ın yalnız bırakılmasına karşı durduğu için, bazıları da İsrail'in gerçekten barış istemediği için Türkiye'nin boşuna bir uğraş içinde olduğunu düşünüyor. Bazıları da, Türkiye'nin barış karşılığında su vermeyi taahhüt ettiğini ileri sürerek, bu görüşmelerin bedelini Türkiye'nin ödeyeceğini söylüyor. Bölgede suyun nasıl bir stratejik değere dönüştüğü ayrı bir konu. Türkiye'nin bütün
bölgeye su vererek suyu stratejik bir değer olarak kabul ettirmesinin önemi bir başka önemli konu. Ancak görüşmeleri değerlendirirken daha esas konular üzerinden konuşmak gerekiyor.
Öncelikle bu görüşmeler barışı sağlamaktan çok savaşı önlemeyi amaçlıyor. Bunu not edelim ve şu habere bakalım:
Washington Post gazetesi, "ABD'nin, Suriye'de gizli
nükleer tesis olabilecek üç yer tespit ettiğini, bu tesislerin
Eylül ayında İsrail tarafından bombalanan ve nükleer tesis olduğu iddia edilen El Kibar bölgesine
destek üniteleri olup olmadığını öğrenmeye çalıştığını" aktardı. Aynı haberde, Suriye'ye giden
füze deneme unsurlarının nasıl engellendiği ve bu
ülkeye nasıl askeri
ambargo uygulandığı da anlatılıyor. Önce söz konusu olayı aydınlatalım:
Geçtiğimiz yıl 6 Eylül'de ayında, İsrail savaş uçakları Türk hava sahasını da kullanarak Suriye'de bir bölgeyi bombaladı. Hatta uçakların
yakıt tankları Türkiye topraklarına bırakıldı. Bölge bir anda hareketlendi. Şam-
Ankara trafiği hızlandı. Türkiye çok sert tepki gösterdi. İsrail'den açıklama istendi. Ancak İsrail bunu yapmadı.
Savaş uçakları, nükleer tesis gerekçesiyle Suriye'nin El Kibar bölgesini bombalamıştı. Aynı saldırıyla, Şam yönetiminin
Rusya'dan aldığı güçlü hava
savunma sistemi de denendi.
Şu tesadüfe bakın! Aynı tarihte yani 6 Eylül'de, ABD'de bir B-52
bombardıman uçağı
Kuzey Dakota'daki askeri üsten 6 adet nükleer başlıklı Cruise füzesi ile kalktı. Louisiana'ya kadar bu füzelerle ve W-80-1 nükleer başlıklarla uçtu. Her bir füze 150 kilotonluk
patlayıcı taşıyordu ve Hiroşima'ya atılandan on kat daha güçlüydü. Olay Bush'a kadar aktarıldı ve bunun "yanlışlıkla" olduğu açıklandı. Böyle bir yanlışlık 40 yıldan bu yana ilk kez gerçekleşiyordu.
Bunların öncesi de var:
Irak işgalinden hemen sonra, 2003'te, İsrail savaş uçakları Suriye'nin başkenti Şam yakınlarına kadar geldi. Bir bölgeyi bombalayıp geri döndü. Normal zamanlarda iki ülkeyi savaşa sürükleyecek bir saldırıydı bu. Bu, İsrail'in 1982'de Irak'ın Osirak tesislerini bombalamasından sonra giriştiği en tehlikeli saldırıydı.
14 Eylül 2004: İsrail F-16'ları Suriye savaş uçaklarıyla Doğu
Akdeniz üzerinde kapıştı. Suriye'ye ait iki MİG-29 düştü. Uçaklardan biri İsrail yapımı Python-4 füzesiyle, diğeri de ABD yapımı AIM-9M Sidewinder füzesiyle düşürüldü. Bu olayın ardından Suriye hava savunma sistemini güçlendirmek için Rusya ile görüşmeleri başlattı. SA-18, TOR M1, S-300PMU2 ve S-400 sistemleri istedi. İki ülke, ABD ve İsrail'in tepkilerine rağmen, SA-18 kısa menzilli füze sistemin satışı konusunda anlaştı.
26 Haziran 2006: İsrail savaş uçakları Suriye hava sahasına girip Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın Lazkiye'deki ikametgahı üzerinde alçak uçuş yaptı. Bu tacizin ardından İsrail, 34 gün sürecek
Lübnan saldırısını başlattı.
28 Temmuz 2007: İsrail'e ait pilotsuz uçaklar Lübnan üzerinden Suriye hava sahasına girdi. Güçlenen Suriye savunması, İsrail
casus uçaklarını düşürdü.
Şimdi yukarıdaki haberi yeniden okuyalım. 6 Eylül'de bir tesis saldırıya uğradı. Ama ABD, üç yeni
hedefin daha tespit edildiğini açıklıyor. Bu yeni bir saldırı gerekçesinin bulunduğunu gösteriyor. Tam da Türkiye'nin iki ülkeyi aynı masada oturmaya zorladığı bir dönemde. Katar'da yapılan Lübnan anlaşması ve ardından Cumhurbaşkanı'nın seçilebilmesi, krizin bir anlamda önlenmesi Washington'da pek hoş karşılanmadı. Hizbullah'ın pozisyonunu güçlendiren bu süreç, ABD'nin Lübnan hesaplarını bozdu. Tabii Suriye hesaplarını da. Hatta ABD ile İsrail arasında belirgin fikir ayrılıkları olduğu iddiaları bile var. Hem Katar'da hem de
İstanbul sürecinde çok önemli bir rol üslenen Türkiye, diğer bölgesel aktörlerle bir inisiyatif geliştirmeye çalışıyor.
İran'a saldırı tehditleri devam ed
erken, Lübnan projesi ve Suriye'ye saldırı hevesleri gizlenmiyor. Bu durumda, ABD'nin "üç nükleer hedef" açıklaması bütün barış girişimlerini boşa çıkaracak saldırının önünü açabilir. Bu yüzden, Türkiye'nin girişimleri savaşın önlenmesi yolunda dev adımlar olarak anılmalı.
Belki de yeni bir 6 Eylül senaryosu son anda önlendi. Türkiye öne çıkmasaydı, ABD ve
İngiltere dışında iki ülke daha bu yönde bir girişim başlatacaktı. Türkiye erken davrandı ve başarılı da oldu.
Hamas'ın İsrail'le pazarlıklarını Hizbullah yürütecek. İran ve Suriye, İsrail görüşmesine rağmen stratejik ilişkilerin devam edeceğini açıkladı. İsrail'de Ehud Olmert'in istifası isteniyor. Lübnan sakinleşti ve bunu bölgesel güçler sağladı.
İşte o bölgesel güçler, özellikle Türkiye, Lübnan'ı iç savaşa veya işgale sürüklenmekten kurtardıkları gibi şimdi de Suriye'ye yönelik bir saldırı planını önlemeye çalışıyor.
ABD/
İsrail saldırısı Lübnan'da önlendi. Şimdi Suriye'ye saldırı girişimi önleniyor. Eğer bu süreç olmasaydı, ABD'nin yönlendirmesiyle İsrail'in Suriye'deki bu "hedefler"e 6 Eylül'de olduğu gibi bir saldırı yapması muhtemel olacaktı. Türkiye ve bölgesel dinamikler, ABD'ye rağmen önemli adımlar atabiliyor artık.
İBRAHİM KARAGÜL/YENİ ŞAFAK