"Demokrasiye tahammül edilemeyen rejimlerde yargı ve basından oluşan iki kontrol sistemi yok edilmeye çalışılır. Bu ikili, her demokrasinin temel unsurudur." Bu sözler, Gladyo’yu ortaya çıkararak 'İtalyan Ergenekonu'nu çökerten efsanevî savcı Felice Casson’a ait... Casson, kendisinin de büyük sıkıntı yaşadığı "yargıya hükümet müdahalesi, basın ve ifade özgürlüğü, demokraside güçler ayrılığı" gibi konularda önemli uyarılar yaptı.
Türk demokrasisinin ciddi tehdit altında olduğunu söyleyen Casson, İtalya’da yaşanan benzer süreçte de Başbakan Silvio Berlusconi’nin suçluları değil, tam tersine basını, polisi ve yargıyı hedefe koyduğunu vurguladı.
Türkiye’yi sarsan rüşvet ve yolsuzluk operasyonları sonrası hükümetin uygulamalarına sert eleştiriler yönelten Casson, özellikle yargı ve basına yönelik müdahalelerin demokrasi açısından çok tehlikeli olduğunu kaydetti.
Türkiye’deki Ergenekon sürecini de yakından izleyen efsanevi Gladyo savcısı Felice Casson, Ergenekon’daki tahliyeleri eleştirdi.
Yaklaşık 10 yılını verdiği Gladyo soruşturmasıyla efsaneleşen Casson’un Cihan Haber Ajansı’nın sorularına verdiği cevaplar şu şekilde:
TUTUKLULUK SÜRESİNİ TOPTAN İNDİRMEK, BİR ÇIKAR SİSTEMİ KURMAKTIR
-Siz Türkiye’deki Ergenekon sürecini de yakından takip ettiniz. Hükümet, şimdi yeni bir uygulamayla uzun tutukluluk süresini 5 yıla indirdi. Bu sayede Ergenekon davası kapsamında yargılanan ve haklarında ‘darbeye teşebbüs’ gibi çok ciddi, sabit deliller bulunan ve cezaları Yargıtay’ca onanan onlarca kişi tahliye edildi. Bu husustaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Bu, İtalya’da Berlusconi hükümeti zamanında gördüğümüz bir ‘çıkar sistemi’dir. Önleyici tutukluluk süresinin, suçun ciddiyetine, ağırlığına göre ayarlanması gerekiyor. Önleyici tutukluluk, hapishane dışında başvurulabilecek bir alternatif bulunmadığında en son başvurulması gereken bir ölçü olmalıdır.
Önleyici tutukluluğun uygulanamayacağı, ağır olmayan suçlar olduğu gibi bunun öngörülebileceği ciddi suçlar da bulunmakta. Yargı sürecinde bulunan ve tutuklu olan insanlara bu bağlamda iyilik yapmak, kurumsal olarak doğru değildir. Buna İtalya’da “Ad Personam” yani belirli bir kişi lehine yasa yapmak diyoruz.
DEMOKRASİLERDE YARGI, YÜRÜTMENİN ALTINDA OLMAZ
-Ergenekon savcıları hükümet tarafından daha önce kahraman ilan edilmişlerdi; ancak 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrasında aynı hükümet tarafından hedef gösterildiler; hatta görevlerinden alınıp başka alt görevlere tayin edildiler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum demokrasi açısından çok tehlikeli. Çünkü demokratik ve modern bir ülkede güçler ayrılığı olmak zorundadır. Bir tarafta yürütme organı diğer tarafta yargı organı. Bu tip güçler ayrılığı Batı dünyasında mevcut. Montesquieu’nun 1700’lu yılların sonuna doğru bunu bize kazandırdığı kitabı hukukun ‘kutsal kitabı’ sayılır. Düşünün ki yargı organı yürütme organının altında olsun, bu tamamen yanlıştır. Bu, demokrasilerde değil baskıcı sistemlerde olur. Yargı, hükümetin ve politik oyunların dışında tutulmalıdır daima. Bana göre hükümetin öncesinde ‘evet’, sonrasında ‘hayır’ demesi yanlış görünüyor. Sonuçta savcıların vazifesi yasaları uygulamaktır sadece. Çünkü demokrasinin en önemli ilkesi tüm vatandaşların hukuk karşısında eşit olmasıdır. En uzak köydeki vatandaştan başbakana kadar herkes eşit durumda olmalıdır.
SORUŞTURMA BİTMEDEN SAVCILAR DEĞİŞTİRİLEMEZ
-Ortada çok ciddi yolsuzluk iddiaları, mahkeme kararıyla dinlenen ses kayıtları, görüntüler ve belgeler var. Örgütlü bir suçtan bahsediliyor. Ancak yolsuzluk soruşturmalarını aylardır yürüten savcılar artık görevde değil. Yeni savcıların konuya vakıf olabilmeleri ne kadar mümkün ve bu aşamadan sonra soruşturmanın sağlıklı yürümesi beklenebilir mi?
Demokratik bir sistemde düzen şu şekilde olmalı: Eğer savcılar bir soruşturma yürütüyorsa o görevlerini tamamlamadan yer değişikliği yapılmayacağı garanti altına alınmalı. Hele ki hassas soruşturmalarda -mesela bir bakana veya hükümete yönelik olabilir- yer değişikliği asla olmamalı. Bu, güçler ayrılığının ilkelerinden biridir. Yargı bağımsız bir şekilde çalışabilmeli, yürütme organı tarafından yargıya müdahale edilmemeli. Skandallar, soruşturmalar ve ağır suçlamalar olduğunda dışarıdan müdaheleye engel olabilmek için bu gerekli... Soruşturma konusuyla alakalı hiç bilgisi olmayan bir savcı gelebilir ya da korktuğu için görevini doğru düzgün yerine getirmeyenler olabilir. Hükümet ile aynı düşüncede olanlar gelebilir. Bu durumda yargı, görevini düzgün bir şekilde yerine getiremez.
BAŞBAKAN’IN, “GEREĞİNİ BEN YAPAYIM” SÖZÜ, ÇOK CİDDİ BİR SORUN
-Başbakan’ın, “(İhalelerde) Kim kime ne vermiş, bununla ilgili somut bir şey var mı? Böyle bir şey varsa bana getirin, gereğini ben yapayım.” sözünü yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü açısından değerlendirebilir misiniz?
Şöyle söyleyeyim, güçler ayrılığı ilkesince modern demokraside bu çok ciddi ve kabul edilemez bir sorun. Çünkü düzenli bir devlet yasalara, rollere ve işlevlerine uymalı. Parlamento olumsuz bir şekilde hükümete müdahale etmemeli. Aynı şekilde de hükümet parlamentoya müdahale etmemeli ve yargıya uymalı. Yargı, yasalara uygun hareket etmeli ve herkese saygı göstermeli. Parlamenterler de hükümet temsilcileri de aynı şekilde... Eğer ortada bir suç varsa yargılanmalı. Yani demokrasinin ilkelerine bağlı bir şekilde bağımsız yollarda ilerlemeliler.
ADLİ POLİS, SORUŞTURMADA YARGIYA BAĞLIDIR; BİZDE BAŞBAKAN BİLE SORUŞTURMAYA MÜDAHALE EDEMEDİ
-Adli kolluğun, yargının operasyon emrini yerine getirmemesini nasıl okumak lazım? Bunun sonu nereye varır? Kolluk kuvvetleri, ‘deliller yeterli değil’ diyebilir mi? Delillerin yeterli olup olmadığını değerlendirmek ‘kolluk kuvvetlerinin’ işi midir?
Aslında bu bir iç hukuk meselesi. İtalya’da neler olduğundan bahsedebilirim. Anayasa hükmüne göre soruşturmaları yargı yürütüyor, böylelikle adli polisler de yerli yerinde görev yapıyorlar ve yargının emrindeler. Hiçbir adli polis ve jandarma, cumhuriyet başsavcısının emri olmadan araştırmayı yürüten yargıya müdahale edemez. Bu, soruşturmayı yürütenlerin bağımsız olmasını garanti altına almak için yapılır. -İtalya’da bazen yaşadığımız durum- Normal bir polisin veya adli polis müdürünün, içişleri bakanının baskı ve müdahalelerine karşı koyması biraz güç. Ancak yasaya göre polis, soruşturma süresinde yargıya bağlıdır.
Yakın zamanda İtalya’da yaşanan bir vaka da var. Berlusconi başbakanken Milano’daki polislerin yasadışı bir şekilde tayin edilmelerini sağlamıştı. Yine Ruby skandalı sırasında da bu skandalın üzerini kapamaya çalıştı; ama soruşturma açıldı ve 6-7 senelik bir mahkumiyet verildi. Bu, yargıya, soruşturmayı yürüten adlı polise saygı duymak demek. Öyle ki başbakan bile bu soruşturmalara müdahale edemedi, edememeli.
HSYK’NIN GÖREVİ, YARGI BAĞIMSIZLIĞINI GARANTİ ALTINDA TUTMAK
-Peki HSYK’nın rolü nedir?
HSYK’nın anayasamız tarafından belirlenmiş olan çok temel bir görevi var. Üçte ikisi hakimlerden oluşur, kalanı parlamentodan (senato ve milletvekilleri arasından). Ve bu üyelerin yargı bağımsızlığını garanti altında tutması gerekir. Hakimlerin formasyonunu gerçekleştirir, kurslar düzenler, 4 yılda bir kapasite, çalışkanlık ve profesyonellik açısından değerlendirme yapar. Başka bir önemli görevi ise görev yeri tayinlerini yapmasıdır. Adalet Bakanı ile birlikte adli makam başkanlarını atar ve özellikle yer değişikliklerinde karar merciidir. Bu da yürütme organının müdahale etmesini engelliyor.
ATAMALARIN BAKANLIK DEĞİL HSYK TARAFINDAN YAPILMASI, YARGI BAĞIMSIZLIĞININ GARANTİSİDİR
-HSYK görev ve yetkilerinin (atamalar, disiplin cezaları, vb.) adalet bakanına bağlanması nasıl değerlendirilmeli?
Bu, güçler ayrılığı ilkesine aykırı bir müdahale. İtalya’dan bir örnekle anlatayım. Eğer bir başsavcı, bir bakan hakkında soruşturma yürütüyorsa ve yerinden edilirse başka hiçbir savcı, politikacılar aleyhinde (yolsuzlukla ilgili soruşturma, görevi kötüye kullanma, vb.) soruşturma yapmaya cesaret edemez. Çünkü o başsavcı kuzeyden güneye, Sicilya’ya atanabilir bakanın emriyle. Mesela polisler her ne kadar soruşturma yürütseler de bakanın emriyle kuzey İtalya’dan güney İtalya’ya sürülme korkusu vardır.
Atamaların bakanlık tarafından değil HSYK tarafından yapılması, yargının bağımsızlığını sağlamak için her yerde olması gereken bir garantidir. Bu, İtalya'da olan bir güvencedir. Birkaç yıl önce Ankara’da, adalet bakanının HSYK üzerine düzenlediği bir toplantıya katılmıştım. Oradaki iyi organize olmuş HSYK’nın okulunu da görme fırsatı buldum. Türkiye’deki bu problemler hakkında beni bilgilendirmişlerdi. Gerçek ve hakiki bir otonomi sağlayabilmek için HSYK’nın yetkileri kesinlikle gözden geçirilmeli.
SİYASİ SORUŞTURMALARI YÜRÜTEN TÜM YARGIÇ VE SAVCILAR BASKIYA MARUZ KALDI
-Siz Gladyo soruşturmasını yürütürken, yürütmenin benzer baskılarına maruz kaldınız mı?
Kesinlikle evet. Yalnız ben değil, siyasal iktidarı ve siyasetçileri (bakanlar, milletvekilleri) ilgilendiren soruşturmaları yürüten tüm yargıçlar ve savcılar bu tür girişim ve baskılar altında kaldılar. Yani bu yeni bir şey değil. Savcının konuya hakim olması, prosedür hataları işlememesi, tüm belgeleri çok iyi çalışması, çok titiz olması, öncelikle kendisinin yasalara uyması ve kurumsal olarak anayasal korumanın olması gerekmekte. Mesleğini gerektiği gibi yerine getirdiği takdirde, siyasal iktidar ve HSYK tarafından dokunulmayacağının farkında olmalı.
BERLUSCONİ DE AYNISINI YAPTI; SUÇLULARI DEĞİL, BASINI, POLİSİ VE YARGIYI HEDEFE KOYDU
-Bu kadar ciddi yolsuzluk iddiaları, belgeleri, mahkeme kararlarıyla yapılan dinlemeler, fezlekeler varken soruşturmaların örtülmesi mümkün müdür?
İtalyan deneyiminden bahsetmek zorundayım, çünkü olayları sadece gazetelerin bize yansıttığı kadar biliyorum. İtalya'da bazı bakanları ya da Başbakan Berlusconi’yi ilgilendiren soruşturmalar olduğunda zamanın merkez-sağ hükümeti tüm yargıç ve savcıları engellemek için elinden geleni yaptı. Bunları bireysel olarak yargıç ve savcıların üzerine giderek değil de (engelleme, tayin vb.) antidemokratik yasaları empoze ederek yapabildi. Berlusconi hükümetinin bu antidemokratik yasaları iki yöne odaklanmaktaydı: Bir taraftan yargının ve polislerin mevcut mekanizmalarını engelleyerek, soruşturmaları, örneğin dinlemeleri kısıtlayarak engelleme çabaları... Diğer taraftan ise haberlerin yayınlanmasını önlemek için basına müdahale çabaları...
Yani, Berlusconi bir taraftan suçluların yerine polis ve savcılara kelepçe taktıran yasa tasarıları oluşturdu, diğer taraftan siyasetçilerin yanlışlarını, suçlarını halkın öğrenmemesi için basına engel koymaya çalıştı. Bu demokrasi için en olumsuz yöndür. Yargının kurumsal bir kontrol olarak işlediği gibi özgür basın da demokrasi için çok önemli bir kamu kontrolü uygulamaktadır. Demokrasiye tahammül edilemeyen rejimlerde yargı ve basından oluşan iki kontrol sistemi yok edilmeye çalışılır. Bu ikili, her demokrasinin temel unsurudur.
BAŞBAKANIN, BİR DAVA HAKKINDA ADALET BAKANINA TELKİNDE BULUNMASI KABUL EDİLEMEZ
-Başbakan Erdoğan’ın adalet bakanını bizzat arayarak, davalarla ilgili telkinlerde bulunduğu ortaya çıktı. İnternete düşen ses kaydında Başbakan, bir davayla ilgili Türkiye’nin önemli medya gruplarından birinin sahibinin “mutlaka mahkum edilmesi gerektiğini” söylüyordu. Başbakan, söz konusu ses kaydını, “Adalet bakanımdan bilgi alamayacak mıyım?” diyerek kabul etti. Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı ilkesi bağlamında bu olay nasıl değerlendirilebilir?
Bu kabul edilebilir değildir. Yargı tüm suçları takip etmelidir. Soruşturmaların başarılı bir şekilde sonuçlanması için soruşturmanın ilk aşamasında gizlilik yükümlülüğü bulunmakta. İlişki sadece bireysel olarak yargı ile HSYK arasında olmalıdır. Sonuçların başarısını temin etmek için soruşturma aşamasında da gizlilik mutlaktır. Adalet bakanının da diğer vatandaşlar ile eşit olduğunu düşünürsek, tek bir davanın süreci hakkında bilgi sahibi olma iddiası kabul edilemez. Adalet bakanı, yargının iyi işlemesini, süreçleri, gerekli personel ve finansmanı düşünmek zorunda. Sürece müdahale edemez.
BASIN, DEMOKRASİNİN BEKÇİSİDİR; VATANDAŞIN BİLGİLENME HAKKI VARDIR
-Son olarak Başbakan, bir mitinginde ‘Twitter’in kökünü kazıyacağız’ dedikten saatler sonra Twitter, TİB tarafından “koruma tedbiri gerekçesiyle” tamamen kapatıldı. İçinde bulunduğumuz teknoloji çağında ‘yasaklar koyarak’ gerçekleri/yolsuzlukları gizlemek ne kadar mümkün?
Özgür basına müdahalede bulunmak demokrasiye tehdittir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ülkelerin ceza kanunu ve özgür basın arasındaki ilişkiyi düzenlemek için müdahale ettiğini ve tekrarlanan kararlarını hatırlatmak isterim. AİHM’nin Fransa’yı cezalandıran ilk kararı gizli servislerle ilgili vakadır. Bu karar, Yunanistan ve diğer Avrupa ülkelerine karşı da tekrarlandı. François Mitterrand’ın cumhurbaşkanı olduğu dönemde yasadışı dinlemeler gerçekleştiren Fransız gizli servisinin, gizli/haksız yapısıyla ilgili olan ceza davası hakkında iki Fransız gazetecinin makaleler ve kitap yazmasıydı olay... Bu haksız dinlemelerle gazetecileri, siyasetçileri, yargıçları ve vatandaşları dinliyorlardı. Bu iki gazeteci, bu yapı hakkında yazdılar. Ceza kanununu ihlal ettiler; çünkü mevcut yasalara göre yazmaları suçtu.
Bu gazeteciler, Fransız yasalarının en ağır cezalarına mahkum edildiler. Ama daha sonra gazeteciler, Avrupa hukukuna göre bu mahkumiyetin doğruluğunu sorgulayarak AİHM’ye başvurdular. Mahkeme, Fransa devletini mahkum etti; çünkü özgür basın, idarecilerin icraatları hakkında vatandaşları bilgilendirebilmeliydi... Basın, demokrasinin bekçisidir. Bir konu tüm vatandaşların hakkını ilgilendiriyorsa vatandaşın bilgilendirilmeye hakkı vardır. Ve basın, bu tip durumlarda ceza kanununu ihlal edebilir. Çünkü gazetecinin gerçekleri yazma hakkı ve sorumluluğu vardır...
İTALYAN TEMİZ ELLER SAVCISI Dİ PİETRO DA TARİHÎ UYARILAR YAPMIŞTI
Felice Casson vesilesiyle Gladyo’nun ortaya çıkarılmasından sonra İtalya’da devlet-mafya ilişkilerini deşifre eden “Temiz Eller” operasyonunun ünlü savcısı Antonio Di Pietro da, Türkiye'deki son gelişmelerle alakalı tarihî açıklamalar yapmıştı. Ocak ayında Cihan’a konuşan Di Pietro, yolsuzluk soruşturmalarıyla ilgili olarak AK Parti hükümetine çok ağır eleştiriler yöneltirken, asıl darbenin hükümete değil, yargı ve demokrasiye vurulacağını dile getirmişti. Türkiye'yi sarsan yolsuzluk operasyonlarıyla alakalı gelişmeleri yakından takip eden efsanevi savcı ile yapılan röportaj, iki ülkenin şaşırtıcı benzerliğini de ortaya koymuştu.
Hükümetin HSYK düzenlemesiyle alakalı olarak "Ölüm vuruşu olur" benzetmesi yapan Antonio Di Pietro, savcı ve polislerin darbe değil, devlet hizmeti yaptığını vurgulayarak, "Umarım İtalya'daki gibi bunu canlarıyla ödemezler" demişti.
“DIŞ MİHRAK” ÜÇKAĞITÇILIĞINA KANMAYIN; HÜKÜMET MEDYASI İLE TÜRK HALKI KANDIRILIYOR
Yolsuzluk operasyonunun "dış mihrakların oyunu" olarak nitelendirilmesini "Bu üçkâğıtçılığın sizi etkilemesine izin vermeyin” diye sertçe eleştiren ünlü savcı, "Bana da Amerikan ajanı, KGB ajanı dediler. Biz de para kutuları bulduk" ifadelerini kullanmıştı. Son düzenlemelerle demokrasiye darbe yapılmak istendiğini söyleyen Di Pietro, savcılara "Sonuna kadar gidin, akıbetinizden korkmayın" mesajı vermişti. Ancak yolsuzluk soruşturmalarının ciddi hasar aldığını, hükümet medyası medya aracılığıyla halkın kandırıldığını vurgulamıştı. Polisin hırsızdan hızlı olması için gerekli düzenlemelerin yapılmasının önemine dikkat çeken Di Pietro'nun "Hırsız, kendi hâkimini seçemez" vurgusu da dikkat çekmişti.
CİHAN