Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrasında ülkede yaşanan çalkantıların bir anda Cemaat-Hükümet çatışması zemine çekilmiş olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiren. Zaman Gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, yıllar içinde nasıl olup da bu noktaya gelindiğini ve bu farklılaşmanın sebeplerini köşesinde okuyucularına sundu.
Türköne, "Başbakan devletin hem parasını hem de eğitimdeki tekelini kullanarak 'kendi cemaati'ni oluşturmaya girişmiş." diyerek Hükümetin Cemaate karşı yaklaşımının sebepleri olarak gördüğü gerekçelere dikkat çekti.
İşte Türköne'nin 'İslâmcıların koyduğu son nokta' isimli yazısı:
* * *
Son noktayı zaten İslâmcılar koydu. Politikacısı devlet rantı üzerinden bir soygun düzeni kurdu. Bu yolla sağladığı ekonomik güçle âleme nizam verdi.
Müteşebbisi servetine servetler kattı. Devletle birlikte dönüp duran paranın bir kısmı hayır işlerine ayrıldığı için Parti’nin Fetva Emini şer’î cevazı yetiştirdi. Eli kalem tutan entelektüelleri de bugün ortaya dökülüp-saçılan yolsuzlukların üstünü örtmek için hayalî canavarlar icat edip onlara saldırırken, zor edindikleri itibarlarını tüketiyorlar.
İslâmcılık, -Mısır’da olduğu gibi- zalim-laik zorbaların baskıları altında değil, yolsuzluk çarkları arasında eğilip-bükülüyor. Her şeye rağmen İslâmcılığın çileli, meşakkatli geçmişi bu şaşaalı ama hazin sonu hak etmemişti.
Dindarlık, sadece iktidar rekabetinin ve bu rekabetin sakladığı-gizlediği insanlık tarihi kadar eski basit çıkar hesaplarının kılıfı olarak kullanılmış. Devlet eliyle “dindar nesiller yetiştirmek”, devlet rantını dindarane şekilde dağıtmadan olmazdı. Servete servet katmak için alın size bahane. Din eğitimini devlet tekelinde tutmaktaki ısrar, devlet rantını kontrol etmek içinmiş. Tarihî misyonunu tamamlamış imam-hatip modelini, genel eğitim modeli olarak yeniden inşa etmek, devletin ekonomik iktidarını sınırsızca ve keyfince kullanmanın gerekçesi olmuş. Başbakan mevcut dinî cemaatlerin din eğitimi modeline, ekonomik araçlarına hükmettiği devletin tekelinde bir model ile alternatif oluşturdu. Hayır-hasenat fonlarının sadece bu devlet tekelindeki din eğitimine hasredilmesi bu yüzden şaşırtıcı değil. Başbakan devletin hem parasını hem de eğitimdeki tekelini kullanarak “kendi cemaati”ni oluşturmaya girişmiş. Gülen Cemaati ile son olaylara kadar üstü örtülü şekilde süren bir çatışmaya girmesinin sebebi, işte bu tekel oluşturma niyeti imiş.
Hükümet-Cemaat çatışması, aslında AK Parti’ye özgü, kaynağı Millî Görüş’ün şer’î referanslarına uzanan bir din anlayışını ve örgütlenme modelini hakim kılma teşebbüsünden çıktı. Ama bu çatışma özgün bir dindarlık biçimine veya din anlayışına dayanmıyor. Devletin rant dağıtma ağının etrafında kümelenen iktidar seçkinleri bu dindarlığı kendi siyasî ve ekonomik çıkarlarının bir ideolojik kılıfı olarak kullandılar. Bu dindarlık türü, devlet katında iktidara yakın sermayedarların tekelleşme eğilimine uygun düştü. Devlet rantı ile edinilen zenginlik hem siyaseti hem de hayır-hasenat işlerini besliyor ve oligarşim çekirdek bu işi çevirebildiği ölçüde birkaç kişi elinde deveran eden bir nimete dönüşüyordu. Devlet rantı üzerinden imam-hatip odaklı hayır hasenat işleri resmî İslâm’a, savaş açtığı Cemaat ise sivil İslâm’a tekabül ederken, her iki kesimin sermayedarlarının da aynı eksende ayrışması normal addedilmeli.
Devlet rantı, devlet tekelinde din eğitimi, maslahata şer’î kılıf bulan rüsûm uleması veya parti fetva eminleri, bu fiili destek ve meşruiyetle denetimsiz ve rakipsiz hale gelen iktidar ile oluşan çekim gücü, durumu özetliyor. Bu olağanüstü çekim gücü evrende her şeyi içine alıp yok eden kara deliklere benziyor. Gün geliyor, içindekileri kusar gibi ortalığa saçıyor. Bugün yolsuzluk soruşturmaları, dar bir siyaset ve sermaye eliti ile hayır-hasenat işleri üzerinden geniş kitlelerle bağ kuran saadet düzenini, kara deliğin patlaması gibi ortalığa döktü saçtı. Üstü örtülemez durumda olması bu yüzden.
Dün “Dar’ül Harp” fetvaları ile oturduğu evin elektriğini kaçak kullanan, vergiye haram gözüyle bakan İslamcılar, bugün devlet rantının küçük bir kısmıyla cami veya mektep yaptırarak edindikleri büyük servetlerin helal olduğuna fetva alıyorlar. Bireysel çıkara şer’î kılıf uyduran görgüsüzlük, bugün devlet rantı ile finanse edilen, fetvalarla beslenen ihtişamlı medya organlarınca bile örtülemiyor. İhtişam, servet, güç ve bunlara kaçınılmaz biçimde eşlik eden yolsuzluk; gariban ve muhterem İslamcıların bugün dünyaya savaş açtıkları ve içinde debelendikleri umutsuz çukuru tasvir etmek için yeterli olmalı. Son noktayı koyanlar İslâmcılar, başkaları değil.