Geçen hafta, zan üzerine hüküm bina etmemek ve tahminime
delil beklemek için yazmadım.
Washington'ı merkezden takip eden Ali
Halit Aslan Bey, bu delili verdi; yaşadığımız son süreci asıl sebep ve karar merkezleriyle Zaman'da geçen haftaki yazısında çok güzel ortaya koydu; ben de, ilgilenenlere o yazıyı
tavsiye ettim hafta boyu.
Washington Post, Daily
Telegraph ve
Economist gibi yayın organlarının yorumlarından da anlaşılacağı üzere Batılı hakim çevreler, AKP'den pek rahatsız değiller.
Kasım 2002 seçimlerinden önce de bu sütunda ifade edildiği gibi, İslâm dünyası üzerine gelen bir gücün
Türkiye'de en azından geçmişleri itibarıyla "İslâmcı" kimliğe dayalı bir iktidarı kendileriyle çatışır görmemekten memnun olacağı açıktır.
Ayrıca, solcu iktidarlarla solu gözden düşürmek gibi, yıllarca sağ iktidarlarla
kontrol edilmiş, "aşırılık"ları askerî-yasal müdahalelerle sürekli budanmış ve ümitleri kırılmış ideolojik-İslâm hassasiyetli kesimleri nihayet İslâmcı tabanlı bir iktidarla "İslâmcı" taleplerden vazgeçer hale getirmek de, global hakim gücün önemli bir
politikasıdır. Bununla birlikte, A. Halit Bey'in de temas ettiği üzere, hem hükümetin hem de cumhurbaşkanının AKP'den olmasının söz konusu güçte derin rahatsızlık duyuracağı ortadadır.
Buna rağmen, TÜSİAD'dan ve
Genelkurmay Başkanı'ndan gelen ilgili açıklamalar, cumhurbaşkanlığı konusunda bir anlaşmaya varıldığını gösterir nitelikteydi. Fakat, 1
Mart Tezkeresi'nin Meclis'te reddedilmesi sürecine benzer bir süreç yaşanmış gibi görünüyor.
Kuzey Irak'ta Türkiye başta olmak üzere bölgeyi ve İslâm dünyasını uğraştıracak bir
Kürt devleti oluşturma hedefiyle de Irak işgal edilirken, Türk ordusunun Irak'ta bulunmasının istenmeyeceği açıktı. 1990'da da istenmemişti ve yine Meclis'in reddi, dönemin Genelkurmay başkanı ve
savunma bakanının istifasıyla
merhum Özal'ın arzusu ve planları akim bırakılmıştı.
Ayrıca,
ülke içinde irtica ve bölücülük mazeretiyle İslâm hassasiyetli tabanı
tehlike kutbuna oturtmayı ve Türkiye'yi komşularından tecrit ederek tamamen içine kapamayı ana politika edinmiş statükonun partisi
CHP'nin de bu kapanmayı açacak bir harekete izin vermesi düşünülemezdi.
Nitekim, yıllar sonra Yeni Şafak'ta Akif Emre Bey, İsrail'in bazı iş çevreleri vasıtasıyla tezkerenin geçmemesi için bazı milletvekilleri üzerinde
baskı uyguladığını yazdı. AKP'li bazı milletvekilleri de, eski ideolojik bir tutumla tezkere aleyhinde oy kullanınca tezkere reddedilmişti. Şimdi de, A. Halit Bey'in de açıkladığı üzere, benzer bir süreç yaşanmış görünüyor. AKP ve özellikle belli bir
Müslüman grup aleyhinde yıllardır Washington'ın eşiğinin nasıl aşındırıldığını biliyoruz.
Türkiye, çok tehlikeli bir noktaya çekiliyor. İsrail'in bölgede topyekün savaş hazırlığı yaptığı, arada bir medyaya yansıyor. Böyle bir zamanda Türkiye kendi içinde mücadelelere sahne olacak. Hem AKP'nin hükümet kuracak çoğunluğa ulaşmasına, hem de cumhurbaşkanını halkın veya AKP'nin seçmesine mani olunmaya çalışılacaktır. Hedefte CHP, DP (DYP+ANAP) ve MHP koalisyon hükümeti varsa, bu defa cumhurbaşkanlığı seçimi sancısız olabilir. Nasıl AKP ile "İslâmcı" talepler geri çekilmiş, ulusalcılıkla da millî değerler aşındırılıyorsa, Türkiye'nin "üniter" yapısına ve sınırlarına asıl darbe de, sınırlarımızda bizi içine çekecek bir savaş ve içeride Sünnî-Alevî, Kürt-Türk çatışmasıyla devletçi merkez partileri ittifakı döneminde vurulur. ABD'ye "tabanımız da var" mesajı verme gayesi de güden son mitinglere sevk edilenlerin % 90'ının Alevî vatandaşlarımız olduğu medyada yazıldı.
Bir tuzakla karşı karşıyayız. Önemli bir zat, daha 1950'lerden önce bir âyetten hareketle, "Zavallı millet,
ders almadığı için her 10 yılda bir aynı musibete maruz kalır" ikazında bulunuyordu. Sivil iktidarlar döneminde, nihayet son beş yılda en azından tabanda İslâmî hassasiyetlerde aşınma olmasaydı, bu musibete kader
fetva vermeyebilirdi. Eğer aşınma durur ve İslâmî hassasiyetler canlı tutulabilirse, ülkemize kurulan tuzak, Allah'ın onu kuranlar aleyhinde bu defa kendi elleriyle başlarında patlatacağı bir tuzak olacaktır.
Ali
Ünal/Zaman