Türkiye gençleşirken yaşlanmış ideolojisiyle
CHP batıyor.
İlhan Selçuk da olmasa kağıttan
Cumhuriyet'in adı hiç duyulmayacak.
Sezer de Köşk'ten yalnızlaşarak, yedi yıl önce sergilediği özü ile sözü şimdi yer değiştirmiş olarak iniyor..
Türkiye değişimin sancılarını yaşarken gerçek varlıklarla, topluma dayatılmış ve şartlandırılmış
sanal varlıklar da ayrışıyor.
Zamana dirensek de gerçeği değiştiremiyoruz, günü geldiğinde önümüze seriliyor kendi gerçeğimiz.
İçinde yaşadığımız “gerçek süreçte” üç kurum gittikçe yalnızlaşıyor.
Bunlardan birisi CHP.
Diğeri Cumhuriyet
gazetesi.
Ve son olarak da Sezer.
Eski
cumhurbaşkanı…
Eskimiş cumhurbaşkanı…
Bir insan nasıl olurda büyük heyecanlarla ve büyük toplumsal destekle geldiği bu çok önemli ve etkin makamdan yedi yıl sonra ayrılırken kaçar gibi gider.
Neden ve nasıl hiç yıpranmadığı kadar yıpranır giderken.
Sezer
görev süresi boyunca saygınlığına saygınlık katmak yerine neden eskimeyi
tercih etti?
Neden
kriz çıkaran adam oldu?
Neden CHP'nin
Çankaya temsilcisi gibi bir rolün üzerine yapışmasına izin verdi?
Bu üçlünün kaderi paralel seyrediyor.
Çünkü
zihin yapıları benzer işliyor. Kriz ve düşmanlık üzeriden nemalanmayı alışkanlık edinmişler.
Negatif
siyaset yürütüyorlar.
Sanki bu toplumu hiç tanımıyor, sanki içimizdeki yabancılar gibiler…
CHP ne yapsa olmuyor, aşı tutmuyor gövdeye.
Yeni sürgünler çıkmıyor, dallarda kurumalar, yapraklarda sararmalar var, gövdenin içi boşalmış ve gittikçe güçsüzleşiyor.
Bu da son tahlilde büyük bir yalnızlaşmayı beraberinde getiriyor.
CHP tek argüman üzerinden gidiyor, hayatta var olan zenginlikleri, çeşitliliği yok sayıyor.
Atatürk,
Asker ve Laiklik üzerinden bir dayatma siyaseti güdüyor. Hem pratikte hem de kavramsal olarak üçünü de kendi dar siyasetine alet ediyor.
Bu siyaset içinde
felsefe yok, refleks var.
CHP gittikçe bir tepki partisine dönüşüyor.
CHP Türkiye'nin kutsalı değil ama öyle sanıyor kendini.
Halktan kopuk, halksız bir parti olarak kurumlara ve bazı kavramlara yaslanarak -
demokrasiyi geriletme pahasına- kendine alan açmaya çalışıyor.
Sahici olmadığı için de hep kaybediyor.
Sağdan aldığı destekler de işe yaramıyor.
O hala tek parti döneminin devam ettiğini sanıyor.
Zamanın bir dönemine ait bir zihin t
akılması var.
Gerçeğe uyanamamış bir partidir CHP…
Abdullah Gül'ün Çankaya yolculuğuna gösterdiği aşarı tepkide dilendirdikleri “gerilimi sürdüreceğiz” sözleri de CHP için şimdiden bir sonraki
sandıktan çıkacak büyük bir yenilginin habercisidir.
Halksız ve demokrasisiz sürdürülen siyaset karşılık bulmuyor.
Farkında değiller fakat Türkiye gençleşirken yaşlanmış ideolojisiyle CHP batıyor.
İlhan Selçuk da olmasa kağıttan cumhuriyet'in adı hiç duyulmayacak yaşadığımız şu zaman diliminde.
Zamanın ve realitelerin dışında, kendine ütopik bir misyon yüklenen, nostaljik bir enstrüman olarak duruyor.
Hayatta karşılığı olmayan, geniş kitlelere ulaşamayan düşünceler, sesler, renkler, tınılar yalnızlaşıyor ve ideolojik körlükle uzun bir mahkumiyete uğruyorlar.
Tarihin çöplükleri bu tür örneklerle dolu.
Bir akıl tutulması, bir zihniyet kaymasıyla başlayan ve sonra da kurguladıkları hayallerle gerçeği örtüp, olmayan bir dünyada kendine motivasyon yükleyerek dürtülenmiş mücadele hissi ile varlığına bir “derin anlam” kazandırma çabasına giriyorlar…
Fikrini, ufkunu, ürettiği katma değeri kendine referans almaktan çok uzakta, sürekli misyonuna ve direncine vurgu yaparak “önemli” olma çabası içindeler.
Referansı işi ve ortaya koyduğu eylemi olmayanların sonu hep acıklı biter.
Çağını idrak edemeyen, gerçeklerden kopuk ideolojilerin hazin sonudur yalnızlaşan kağıttan cumhuriyetin akıbeti...
Bir başarısızlık tarihidir bunlarınki…
Ne dedilerse olmadı, ne yaptılarsa tutmadı…
Sezer'i de, tek bir kişi olduğu halde yalnızlaşan kurum statüsüne alıyorum. Çankaya'yı 1930'lardan kalma bir zihniyete mahkum ettiği için…
Türk aydınının, demokratlarının son dönemlerde en büyük yanılgısıdır Sezer.
Hasan
Cemal hepimiz adına bu itirafı yaptı; “Yanıldık.
Ahmet Necdet Sezer iyi bir cumhurbaşkanı olmadı. Çünkü taraf oldu... ” dedi.
Sezer'le ilgili yaşadığımız hayal kırıklığını
Hasan Cemal'den aldığım ilhamla sürdüreyim:
Sezer'in tek başarısı, çoğumuz
Anayasa Mahkemesi başkanı iken yaptığı bir konuşmasına tav olup yedi yıl önce cumhurbaşkanlığını desteklemek oldu.
Tek bir konuşmaya kanarak Sezer'in özgürlükçü ve demokrat bir kişi olduğunu sandık.
Yanıldık.
Görevini doğru yapmadı.
Hukukçu olmasına rağmen Anayasa'nın emrettiği tarafsızlıktan saptı.
Anayasal sorumluluğunu göz ardı etti, istikrar açısından kurumları uyum içinde çalıştıramadı.
Devleti idare etmek için üstün bir çaba göstermedi.
Krizi çözücü hiç olmadı, aksine tarihe kiriz çıkaran Cumhurbaşkanı olarak geçti.
Atamalardaki ideolojik tavrı ile sistemi gerdi, anlaşılmayan vetolarıyla hukuku zorladı, hükümeti engellemeyi tercih etti.
Seçilmiş hükümeti, AKP kadrolarını iç ve dış tehdit cümlesinden algıladı.
Başbakan Erdoğan'ı Sezer'in Çankaya'da kabul ettiği görüntülere baktım, hiç birinde Sezer'den gelen sıcak bir tebessüm görmedim.
Son olarak da 60. Hükümet'in onayını da yeni cumhurbaşkanına bırakması bir
jest olarak algılansa da rest olarak okunuyor.
Çünkü yedi yıl boyunca Sezer halkına hiçbir jestte bulunmadı.
Yüzlerce teröristi affetti…
Ama onun toplumuna dair sergilediği bir jest listesi oluşmadı…
Yedi yıl boyunca bizi şaşırtan, ufkumuzu açan, aydınların tartıştığı tek bir cümle sarf etmedi.
O aklın ve bilimin rehberliğinde gitmek yerine doğmalara saplandı.
Tuhaf bir dil kullandı.
Biz yedi yıl boyunca Sezer üzerinden devleti tartıştık.
Çükü o otoriter devlet ideolojisine
hizmet etti.
Askerin siyasete karışmasına itirazı olmadı.
O makamdaki itirazsızlık cesaretlendirdi kimilerini.
Demokrasiyi laikliğe
kurban verdi, laikliği de yıprattı, demokrasiyi de.
Sivil siyaset alanının rahatlaması için inisiyatif kullanmadı.
27
Nisan muhtırasına ses çıkartmadı.
Çankaya bu dönemde olduğu kadar hiç
tartışma konusu olmamıştı siyasetti.
Hiç bu kadar yalnızlaşmamıştı Çankaya.
Daha iyisi olabilirdi, Çankaya'daki içe kapanmacı tavır irdelendiğinde geçen yedi yıl Türkiye açısından kayıp yıllar olarak görülür.
Sanki bu yedi yıl içinde Sezer'in özü ve sözü yer değiştirdi.
Sezerle ilgili son sözü Hasan Cemal'e bırakıyorum:
“
Medya ile kurduğu perde arkası ilişkilerinde de bu duygu ve düşüncelerinin bütün izleri vardı. Ulusalcılığı, kuvvacılığı benimseyen, gerektiğinde asker müdahalesiyle, muhtıra şakşakçılığıyla iktidara el konulmasını açıkça destekleyen odaklara yakın durdu.
Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Orhan Pamuk'u da kutlamadı. Kısacası: Türkiye gibi demokrasi ve hukuka ihtiyacı olan bir ülkede, nasıl cumhurbaşkanı olunmaması gerektiği konusunda bir örnek olaydır Ahmet Necdet Sezer...”
Üç
yalnızlık bir araya geldiğinde bir tekinin dahi yalnızlığını bitiremiyor.
Bu parçalar anlamlı bir bütün oluşturmaktan uzak şimdi.
Halktan
nasihat alamayanların ve hizmetten nasibi olmayanların sonu her zaman hazin olur.
Nasıl bir parti, nasıl bir gazete ve nasıl bir cumhurbaşkanı olunmaması gerektiği konusunda oldukça ibretlik üç yalnızlaşma örneği; CHP, kağıttan Cumhuriyet ve Sezer...
Üç kafadarın serüvenleri birbirine ne kadar da benziyor...
Çankaya'da Gül'ün en büyük avantajıdır; Sezer'in içe kapanıklığı, ideolojik duruşu ve işi memuriyete indirgeyen çapsızlığı…
Yedi yıl önce bizi yanıltarak gelen Sezer'in şimdi gidişinde yaşadığı değer kaybı da kendi eseridir.
Hepimizin üzerinden geçen bir zaman var.
Zamana dirensek de gerçeği değiştiremiyoruz, günü geldiğinde acımasızca önümüze seriliyor kendi gerçeğimiz.
Yani bizim ne olduğumuz.
Şimdi elimizdedir yapıp ettiklerimizle şekillenen fotoğrafımız.
Dirensek de gerçek değişmiyor, ayrıştırıyor bizi.
Herkes kendi tarihini kendi yazıyor.
İnsan için emeğinden başka da bir şey yok.
Tarihin çöplükleri ibretlik örneklerle dolu…
MEHMET GÜNDEM - YENİŞAFAK