İşte o köşe yazısı:
“… Ve yarınlar daha aydın olacak;?
Dünya yeniden ışıkla dolacak..?
Yıllanmış karanlıklar boğulacak,?
Muştusu ULU DÎVÂN’dan geliyor.” F.GÜLEN
Derin bir inkisar sarmışken ruhumuzu ilaç gibi geldiler yeniden. Kararıyor gibi görünen aslında aydınlığını hiçbir zaman kaybetmeyen ufuklar da berraklaşıverdi onlarla. Tertemiz bir hayalin neticesi olarak önce Etiyopya’da karşımıza çıktılar. Hiç alışık olunmayan bir şekilde hem de. Etiyopya’daki ülke finallerinin çok ötesinde bu kez rengârenktiler.
Oysa birkaç öncesinde, Necaşi Eğitim Kurumlarının Etiyopya finalleri gerçekleştirilirken o anın manzarası düşünülebilir miydi? Onlarca ülkeden gelen öğrenciler sırayla Etiyopya Cumhurbaşkanının, Başbakanının karşısına çıkacak, Cumhurbaşkanı onları ayakta karşılayacak, tek tek ellerini sıkacak ve ülkem adına size hoş geldin diyecek… Bu anı düşünebilir miydiniz?
Yepyeni bir ufkun doğuşudur bu aslında. Ülkesinden uzaklaştırılmaya çalışılan bir güzelliğin çok daha parlak bir şekilde yeniden yükselişidir…
Bu çocuklar Türkiye’nin kısır döngü politik çizgisine bir ab-ı hayat sunuyorlardı o meşhur festival günlerinde. Tepeden tırnağa, sevgi ve hoşgörüyle biçilen o elbisenin içine sığıyor ve hep beraber yeni bir dünya nağmelerini mırıldanıyorduk. Hükümeti, muhalefeti, işadamı, ünlüsü, ünsüzü, sıradan insanı hep birlikte olmanın coşkusunu yaşıyorduk. Kendi dünyalarına hapsolup kalan siyasiler için bile ufuk açıcı olabiliyordu onların ziyaretleri. O çocuklarla zenginleşiyor, o çocuklarla bir süre de olsa farklı bir atmosferi solukluyorlardı.
Biz zannediyorduk ki ufukları açılıyor, rüyalarımız onlar için de ortak hale geliyor. Meğer öyle değilmiş. Yolsuzluk suçlamalarına cevap bile veremeyip de kırk dereden su getirmeye çalışanlar, kendilerine dosdoğru bir hayatı hatırlatanlara düşman oluverdiler hemen. Daha düne kadar Türkiye’nin dünya çapındaki bu güzelliğine hayranlık yağdıranlar, çekildiler kararmış köşelerine. Ne ufuk kaldı geride onlar için ne de bu güzelliklerden bir pay… Varsa yoksa engelleme girişimlerinin bedbinliği…
İşte cevabı… Öncelikle bir önsöz niyetine Etiyopya… Ayrıca yüce gönüllü hükümdar Necaşi gibi bir simge var orada. Afrika Birliğinin merkezi olması da cabası… Böyle bir ülkeye onlarca ülkeden yüze yakın öğrenciyi götürebilmek ilk meydan okuyuştu. Çünkü bitti denen bu organizasyon, bu ilk adımıyla merhaba diyordu yeni bir konseptle dünyaya. “Bundan sonra artık daha bir rengârenk olarak karşınızdayız…”
Etiyopya ilk defa Etiyopya’ya gelen öğrenciler için de muhteşem bir tecrübe olmuştu. Adanmışlarla yoğrulan sevgi atmosferinin dünyanın diğer ucuna kadar ulaşabildiğini gördüler Allah’ın izniyle. Bundan sonrası daha kolaydı elbette. Zira büyük bir heyecanla Festivalin şarkı finaline ev sahipliğini üstlenmeye hazırlanan Romanya vardı. Büyük bir salonda ruhlarımızın, gözlerimizin ve kulaklarımızın pası silinecekti elbet. Bu güzelliklerden ayrı kalmanın hicranını bir nebze olsun dindirecekti buradan üflenecek nefes…
O gün havaalanı bile bir başkaydı. Havaalanı bile gelecek olan sevdalıları gözlüyordu. Geleceğin aydınlık iklimini birlikte kuracak olan o gençleri… Geldiler ve ilk orada sarıldılar birbirlerine. Uzunca bir süredir görüşmemiş dost gibi, kardeş gibi… Kardeşten de yakın gibi…
Rüya gibi bir iki gün daha… Önsöz Etiyopya’dan sonra… Nağmelerin içinde fısıldayan mesajlar vardı adeta… İyilik fısıldayan mesajlar. Yasakların anlamsızlığını fısıldayan mesajlar. Geleceğin nurlu ikliminin de önsözleriydi onlar. Şarkılar, türküler sevgiyi anlatıyor, yürekleri heyecanlandırıyordu. Perde arkasında neler oluyordu öyle.
Etiyopya’dan geldiler ayaklarının tozuyla Romanya’daki sevgi iklimiyle buluştular. Ayrılmaları da haliyle çok zor oldu. Gözyaşlarıyla, “tekrar buluşalım” sözleriyle birbirlerine sarılan çocuklar bir gerçeği de haykırıyorlardı aslında: Biz “selim” olmanın ifadesiyiz…
Ve bu yılın “hitam-ı misk”i Almanya… Romanya’da iki güne yayılan o harikulade programlarının bir birleşimi gibiydi. O devasa salondaki ışık ve görüntü zenginliği de bunu söylüyor gibiydi zaten. Sunumlar, şarkılar, şiirler, gösteriler dört dörtlük bir düzenleme ile çıktı karşımıza. Türkiye’de ve dünya da gözyaşları eşliğinde, huzurla ve mutlukla seyredildiler, Almanya’da ise o duygulara eklenen coşkuyla…
Fısıltıların birleşerek haykırışa döndüğü an…
Düşünün 50-60 bin kişi… Ve bu devasa kalabalığa tahsis edilen sınırlı sayıda güvenlik görevlisi... Çünkü onlar “emin” olmanın temsilcisi… Başka söze ne hacet?
Alman milletvekili dedi ki “İşte biz böyle bir ülkeyiz. Dünyanın 150 ye yakın ülkesini ülkemizde barış içinde ağırlayabiliyoruz” Ne diyebiliriz ki bu söze. Sen kendi ülkenden bu çocukları, bu güzellikleri kov. Sonra da bu sözü söyleme bahtiyarlığı, Dil ve Kültür Festivaline ev sahipliği yapan ülkenin temsilcisine düşsün. Ne denir ki buna? Tabii ki hakları…
Ya Türkiye’de bu güzelliğe engel olmak için bir sürü sudan bahaneler üreten yetkililere, devletlûlara ne demeli?
Bu festival sevgiyi anlatıyor…
Bu festival barışı anlatıyor…
Bu festival yüreklerin sevgiyle birleşmesini anlatıyor…
Bu festival geleceği anlatıyor…
Bu festival selim bir ifadeyle muhteşem bir harmoni sunan Gökkuşağını anlatıyor…
Bu festival insanlığı anlatıyor…
Bu festival kocaman bir dünyayı anlatıyor…
Ve…
Bu festival bizi anlatıyor
Şimdi sormak gerekiyor…
Asıl faşizanlık onlara engel olmaya çalışmak değil mi?
Muhabbetle…