İŞTE O CAMİ - GÖRMEK İÇİN TIKLAYIN
“Mimar Zeynep
modernizmi.”
Taraf‘ın medyanın büyük bir kısmıyla birlikte yanlış verdiği Şakirin
Camii haberlerinin birinci sayfadaki başlığı böyleydi. Galiba ben attım bu başlığı. Sonradan anlaşıldı ki yaşanan profesyonelce organize edilmiş bir halkla ilişiler kazasının ötesinde, 84 yaşında ömrünü cami yapımına vakfetmiş bir mimara yapılmış büyük bir haksızlıktı.
Fadıllıoğlu’nun “
İslamiyet’e
estetik getiriyoruz” açıklamalarını duyunca kuşkulanmamak da ayrı bir kabahatimiz olsun. Hatanın büyüklüğünü fark ettiğimiz anda biraz da mahçup bir yüzle soluğu usta mimar Hüsrev Tayla’nın Gümüşsuyu’ndaki evinde aldık.
İstanbul’a atılmış en büyük
mimari kazıklardan biri olan
Park Otel’in arkasında kalan, geniş ve ferah ev, galiba Hüsrev Bey’in aynı zamanda ofisi. Duvarlarında ünlü hattatların eserleri olan, kokusunu babaannemin evinin kokusuna benzettiğim eve daha yeni girmiştik ki olan bitenin epey üzdüğü anlaşılan Tayla sebebi ziyaretimize geçmeden kendiliğinden anlatmaya başladı.
Karşımızda tarihî dokuyu korumak için yıllarca koruma kurullarında Mephisto’lara karşı mücadele etmiş,
Türkiye’nin en politik ve tartışmalı camisi olan
Kocatepe’yi yapmış, Boğaz’ın en eski Türk evi Amcazade Yalısı’nı yeniden hayata döndürmeye çalışan bir mimarı bulunca pek çok şey de konuştuk. Türkiye’nin “son moda” camisi Şakirin’in hikâyesi bu konuşmaların arasına girdi.
Hikâyenin en son karesini anlatıp heyecanı arttırayım: Hüsrev Bey, mimarı olduğu Şakirin Camii’ni en son beş ay önce görmüş. İçeriye de, ancak kendisini tanımayan güvenlikçiyi hafifçe iterek girebilmiş.
Heyecanla ve hiç okumadan imzalanan mukavele
Hikâye’yi 1905 İstanbul doğumlu Semiha Şakir’in 20 yaşında çok zengin bir Suudi işadamıyla evlenmesiyle başlatabiliriz. Ama yerimiz dar olduğu için en iyisi Gürtuna döneminde Büyükşehir Belediyesi’nin
Karacaahmet Mezarlığı içindeki bir alanı cami için ayırması ile başlatalım.
Adını, yaptırdığı okullardan bildiğimiz Semiha Şakir’in çocuklarından
Hacı Şakir, bu camiye talip olunca akrabaları olan Club 29 ve Şamdan gibi kulüplerin işletmecisi, İstanbul gece hayatında her yerde karşınıza çıkabilecek Metin-Zeynep Fadılloğlu çiftine projeyi devretmiş.
Onlar bir mimarlık şirketiyle anlaşmışlar. O şirket de cami deyince herkesin aklına gelen ilk isim olan Hüsrev Tayla’ya gitmiş. “Bundan beş altı yıl önce o heyecanla okumadan mukaveleyi imzalayıp işe koyulduk” diyor Tayla. Hacı Şakir’in de katıldığı toplantıda “
Anadolu yakasında Teşvikiye gibi bir
protokol camisi yok, bu cami karşı yakanın protokol camisi olur” diye konuşmuşlar.
Projede Tayla’yı asıl heyecanlandıran ise birkaç kez denediği çağdaş bir cami formu yaratma projesini nihayet hayata geçirebileceği olmuş. Hüsrev Bey’den
Adana’daki cami ve Şakirin Camii’nin İstanbul
İSTOÇ’ta inşaatı ağır aksak süren bir üçüz kardeşleri olduğunu da öğreniyoruz. “Mühür gibi benzerler birbirine” diyor ve ekliyor “Ben bundan sonra yeni bir tarzın değil, ardımda, örnek alınacak çağdaş bir cami formu bırakmanın peşindeyim”
Yeşil kübik bir mihrabı olduğunu yapılırken gördüm
Aslında inşaat başladıktan sonra cami önüne asılan inşaat
tabelasından işkillenmiş önce. Tabela’ya “Mimar: Hüsrev Tayla. İç dekarasyon: Zeynep Fadıllıoğlu” diye yazılmış. Tayla “Tabi ki uzmanlarla, sanatçılarla çalışırız. Ama bir caminin içi de dışı da mimarın eseridir” diyor. Bir süre sonra, okumadan imzaladığı mukaveleyi çekmecesinden çıkarıp okuduğunda ise olanlar olmuş. Mukavelede “1 milyon dolar tazminat”tan bahseden ve Tayla’nın tabiriyle “Cami gibi bir işe yakışmayan” fazla ticari maddeler olduğunu görünce çok kızmış ve işten çekilmiş. Çekildiğinde caminin kaba inşaatı tamamlanmış haldeymiş.
Açılışa gitmemiş ve açılıştan sonra da camiye gitmemiş Tayla ama, anlaşılan o ki, kızgın da olsa eserinin akıbetini yakından takip etmiş. İzlediği görüntülere ve fotoğraflara bakarak şöyle diyor: “10 güzel şeyi yanyana koyunca güzellik çıkmaz. O camide karmaşa var. Camiye huzur lazım. O camide huzur yok.”
Yeşil, kübik mihrabı yapılırken görmüş. “Mihrab ve minber kardeştir. Birlikte düşünülür” diyor ve gülerek susuyor. Vitraylarla döşemeyi düşündüğü caminin cam duvarlarında
altın şeritli camlar kullanılmasını hem
temizlik hem de namaz kılanların dikkatinin dağılması açısından iyi bulmamış. En çok kızdığı noktayı da planlarının üzerinden göstererek açıklıyor: Bazı noktalarda mimari projesi deforme edilmiş.
Yarı kabuk kubbesinin “Efeli saçaklarının” durumunu ve caminin akustik meselesini ise gittiğinde görecek. Fırsat bu fırsat son kez şansımı deneyip “Birlikte gezelim mi” diyorum. Gülüyor. Sonra da İSTOÇ’ ta yaptığı Şakirin’in
ikiz kardeşi olan camiyi görmemi
tavsiye ediyor. Anlaşılan 84 yaşındaki usta mimar asıl cevabını orada verecek.
Dalokay ve kabuk kubbe
Hüsrev Tayla’ya Şakirin’in projesinin Vedat Dalokay’ın uygulanmayan
Kocatepe Camii projesine benzetilmesini de soruyoruz. Söylenen, yarışmayı kazanan Dalokay’ın projesinden, fazla modern bulunarak vazgeçildiğiydi. Ondan vazgeçilince de Tayla ve mimar arkadaşı şimdiki klasik projeyi yapmıştı.
Tayla bize yeni ve bilmediğimiz başka bir hikaye anlatıyor: “Şakirin’in Dalokay’ın projesine benzemesi gayet normal. İkimiz de aynı çağdaş mimari akımların etkisindeydik. Ben Kocatepe için çağdaş bir eskiz de çizmiştim ama daha sonra yarışmaya birlikte girdiğimiz arkadaşımın önerisiyle klasik bir eser yaptık. Dalokay da ben de kabuk kubbe için uğraştık hep.
Bu çok zor bir şeydir. Kolonsuz kubbeyi tıpkı bir
kaplumbağa kabuğu gibi yerine oturtmak zordur. Türkiye’de bunun hesabını yapacak mühendis hâlâ yok. Dünyada da çok azdır. Dalokay’ın Kocatepe Camii projesinden, kabuk kubbede ısrarcı olup bunun mühendislik çözümünü yıllarca ortaya koyamadığı için vazgeçildi. Sonra
Pakistan’da yaptığı camiyi ben beğenirim ama o da tam kabuk kubbe değildir.
TARAF