İddialara göre,
Veli Küçük'ün bir
karakol ziyaretinde yanında getirdiği ve unuttuğu bir zarf
Başbakanlık'a götürüldü.
Zarfı taşıyan haber elemanı S.K'nın bu olaydan sonra başına gelmeyen kalmadı. S.K en son ciğerlerini kaybetti.
İşte Ergenekon'un PKK bağlantılarının çözüm hikayesi ve unutulan zarfın öyküsü...
Dönemin
Giresun Jandarma Bölge Komutanı
Tuğgeneral Veli Küçük'ün 1996'da Akçaabat İlçe Jandarma Komutanlığı'nı ziyaretinde unuttuğu
kriptolu zarf birçok sırların ortaya çıkmasına neden oldu.
Ergenekon operasyonunun başlangıcı kabul edilen
İstanbul Ümraniye'de el bombalarının bulunduğu evin ihbarı
Trabzon'un Of ilçesinden yapılırken, Ergenekon'un en önemli isimlerinden biri olarak gösterilen Tuğgeneral Veli Küçük'ün de Giresun Jandarma Bölge Komutanlığı döneminde yaptığı iddia edilen olumsuz çalışmalar, yine bir Trabzonlu tarafından soruşturmayı yürüten
Cumhuriyet Savcısı
Zekeriya Öz'e anlatıldı.
Trabzonlu
Salih Kurt'nin
jandarmaya haber elemanı olarak çalıştığı 1996-1997 yıllarında
tanık olduğu sır ve sonrasında Başbakanlığa götürdüğü kriptolu
mesaj adeta hayatını kararttı.
Nasıl oldu?
Ailesi ile birlikte Trabzon'da yaşayan 30 yaşındaki Kurt, her şeyin 1996-1997 yıllarında Düzköy Halk Eğitim Müdürlüğü'nde kurs öğretmenliği yaparken başladığını belirterek, "Daha 16-17 yaşındayken jandarmanın teklifi üzerine Trabzon İl Jandarma
Alay Komutanlığı, İlçe Jandarma ve Bölük Komutanlıkları'nda ve karakollarda bilgisayar ve haber elemanı olarak görev aldım.
1996 yılı
Mart ayında dönemin Giresun Jandarma Bölge Komutanı olan Tuğgeneral Veli Küçük'le Akçaabat İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı'nı teftişi sırasında ilk kez karşılaştım.
Bilgisayar başında geçmiş yıllara ait sabıka kayıtlarını sisteme aktarırken yanındaki görevli
komutanlara beni göstererek 'Bu kim' diye sordu. Veli Küçük'e bilgisayarcı olduğum söylendi. Küçük, elini omzuma atarak 'Yaptığın işlemi anlat bakalım' diyerek elindeki ajanda ile birlikte genişçe bir zarfı masanın üzerine bırakarak bilgisayarın başına oturdu'' dedi.
''Yaklaşık 10 dakika
olay yeri inceleme tutanaklarının bilgisayara nasıl aktardığımı izledi. Veli Küçük daha sonra masaya bıraktığı ajandasını alarak altındaki zarfı unutup birlikten ayrıldı'' diyen Kurt, ''Bölge Komutanı Veli Küçük'ün ardından zarfın unutulduğunu gören Jandarma'da görevli istihbarat
subayları, benim de bulunduğum odada zarfı açıp açmama konusunda tereddütte kaldılar'' dedi.
''Bazı istihbarat subaylarının ısrarı üzerine açılan zarftaki bilgiler kripto ile yazıldığını görmesi üzerine istihbaratçı subaylar bilgiye ulaşmak istedi'' diye konuşan Kurt, ''Bu sırada
bölgedeki birliklerin teftişini sürdürürken zarfın olmadığını fark ederek Akçaabat Jandarmayı aratan Veli Küçük, teftişi
erken bırakarak Akçaabat İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı'na geri döndü. Kağıdı bölükteki kripto astsubayına getirerek okutmak isteyen istihbarat subayları Veli Küçük'ün geri döndüğünü öğrenince kağıda fotokopi çekerek zarfa yerleştirdikten sonra Veli Küçük ile birlikte gelen Akçaabat İlçe Jandarma Komutanı'na getirilerek Veli Küçük'e teslim edildi. Alırken önemle 'Bu zarf açıldı mı' diye soran Veli Küçük 'hayır Komutanım' cevabını alınca arabanın kapısını çekerek Giresun'a geri döndü" dedi.
İçerisinde PKK Terör Örgütü'nün Kara
deniz bölgesindeki sızmaları ve
terörist başı Abdullah
Öcalan'a ait bilgilerin olduğunu öğrenen istihbarat subaylarının kendisinin yanında fotokopisini aldıkları Veli Küçük'e ait kriptolu belgeyi ilgili subaylarla birlikte okuduğunu belirten S.K, "İçerisinde inanılmaz bilgilere ulaşan istihbarat subayları, o dönem artmış olan bölgedeki PKK faaliyetlerinde Veli Küçük tarafından verilen koordinatlarla yaptıkları operasyonların boş çıkmasının nedenini ulaştıkları belgeyle delillendirdiler.
Birkaç gün düşündükten sonra üstleriyle bir sonuca varamayacakları sonucuna varan istihbarat subayları tüm gelişmelere yakından tanık olan benimle görüştüler. Bana önce çok önemli ve tehlikeli bir konu olduğunu bu konuşmanın burada kalması gerektiğini ve de çok iyi düşünüp karar vermem gerektiğini hatırlatarak, "Biz seninle birlikte çalışıyor seni ve
aileni iyi tanıyoruz. Sana bir zarf vereceğiz ve sen bu zarfı Başbakan'ın bizzat kendisine teslim edeceksin ve de bunun karşılığında o zamanın para değeriyle 30 milyarın üzerinde para ödülü verilecek. İhbarı kendimiz yapıp bu parayı bizde almak isteriz ancak bizim ast üst olayımız olduğu için, işin ucunda tuğgeneral olduğu için ve de resmi görevimizden ayrılıp gidemeyeceğimiz için bu görevi senin üstlenmeni, maddi durumu kötü olan ailene de bu vesileyle
yardım etmeni istiyoruz' dediler. Yapacağı işin boyutunu düşünmeden 30 milyarın cazibesine kapılarak görevi kabul ettim" diye konuştu.
Dönemin Başbakanı ile görüşemedi!
Salih Kurt, jandarma subayları tarafından alınan
otobüs bileti ve 300 dolar ile birlikte elindeki zarfla Trabzon terminalinden
Ankara'ya gönderildiğini belirterek, "Ankara'da subayların tarifi üzerine Başbakanlığa gittim. Dönemin Başbakanıyla görüşemeyeceğini anlayınca
Başbakanlık Teftiş Denetleme
Kurul Başkanı Osman Nuri Oduncu'ya ulaştımElimdeki zarfta Öcalan'a ait önemli bilgilerin olduğu bir belge olduğunu söyledim. Görüşmeyi kabul eden Oduncu ile yarım saatlik bir görüşmenin ardından Genel Kurmay Başkanlığı'ndan gelen üst düzey komutan ile birlikte Başbakanlık Teftiş Denetleme Kurulu'nda biri
profesör 2 müfettişinde katılımıyla yeniden bir birlikte toplantı yapıldı.
Kurt'un iddiasına göre, bu toplantıda kriptolu belge okunuldu.
Erzurum ve
Gümüşhane üzerinden
Karadeniz'e sızmaların nedeninin Veli Küçük tarafından bilinçli yapıldığı gerçeğini ortaya koyan gerçek koordinatlarla Veli Küçük tarafından verilen koordinatların farklı olduğunun koordinat göstergeleri ve Öcalan'ın Suriye'deki yerinin açık koordinatlarının bilgisinin bulunduğu belgeyi okuyan
heyet yaklaşık 2 saat görüşme yaptı.
Başbakanlık Denetleme Kurulu Başkanı Osman Nuri Oduncu, daha sonra bana 'Bu zarf hakkında başka bilgisi olan var mı?', 'Hiç tehdit aldın mı?' ve 'Koruma istiyor musun?' diye sorduktan sonra 'Bu zarf karşılığında bizden ne istiyorsun' diye sordu. Ben de '
ikramiye' istediğimi söyledim. 'Eğer
Abdullah Öcalan Suriye'de ise ikramiyeni alacaksın' diyen Oduncu, 'Seni Başbakanlığın aracı ile otobüse bindirip Trabzon'a göndereceğiz ve gelişmelerden haberdar edeceğiz. Herhangi bir gelişme olursa sana vereceğim numaradan beni arayabilirsin. Bu arada Jandarma ile ilişkini kes ve bir daha jandarma birliklerinin içerisine girme, senin için tehlikeli olabilir. Ayrıca bu olaydan annene
babana bile bahsetme. Kendi ve sevdiklerinin hayatını tehlikeye atarsın' uyarısında bulunarak beni Trabzon'a geri gönderdi. 1 gün sonra Jandarma'ya geri döndüğümde Veli Küçük'ün zarfını odasında unuttuğu komutanın
sürgün edildiğini öğrendim" diye konuştu.
İneği satıp Ankara'ya gitti
Trabzon'a döndükten 1 ay sonra jandarmadan kendi isteğiyle ayrılarak ilişiğini kestiğini ifade eden Kurt;
"İkramiye sevdasıyla üstlendiğim görevden 2 yıl sonra 1999 yılında Başbakanlık'tan gelen
telefonla heyecanlandım. Köydeki ineğimizi satıp parasını yol parası ederek annem Asiye Kurt ile birlikte ikramiyeyi almak üzere Ankara
Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Osman Nuri Oduncu'nun yanına gittim. İkramiye parası verilmesine karar alınmasına rağmen prosedürlere takılan parayı alamadık. Bize işlemlerin bazı
imza prosedürlerine takıldığı belirtilerek '
Hükümet değişikliği oldu. Bu nedenle imzalar askıda kaldı ve ödeneği çıkaramadık. Ödenek çıkınca biz seni tekrar arayacağız' diyerek Trabzon'a geri gönderdiler" dedi.
Bu sırada ikramiyeyi beklerken askerlik döneminin geldiğini ve askere gittiğini kaydeden S.K, iddialarını şöyle sürdürdü:
"2000 yılında acemi birliği
İskenderun Hatay'dan İstanbul
Tuzla Deniz
Harp Okulu Komutanlığı'na gönderildim. 6 aylık askerken bir gece uyurken ağzım, gözüm, elim ve ayaklarım bağlanarak yataktan alındım ve dönemin
Kocaeli Jandarma Bölge Komutanı Veli Küçük'ün karşısına çıkartıldım. Hayatım bu geceden sonra zindana döndü. Bana 'Komutan sana soru soracak, ne sorarsa doğru
cevap vereceksin' şeklinde telkinde bulunuldu. Veli Küçük'ü görünce aklıma Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Osman Nuri Oduncu'nun uyarıları geldi ve odadan sağ çıkamayacağımı düşünmeye başladım.
Odaya girdiğim ve Veli Küçük'ü gördüğümde çok korktum. O ana kadar yaptığım işin ne kadar tehlikeli olduğunun bilincinde değildim. Veli Küçük'ü gördüğüm an her şeyin farkına vardım. Bana masasında yemek yemeğe devam ederken 'Akçaabat'tan Başbakanlığa getirdiğin zarfı sana kim verdi? Zarfı sen kime verdin?' diye sordu. Bende hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi 'Bilmiyorum, ne zarfı' dediğim anda yanımdaki hazır kıta askerleri dipçiklerle vurmaya başlayınca yere düştüm.
Askerler yerdeyken üzerime basarak Veli Küçük Komutan'dan emir beklediler. Komutan tekrar sordu; 'Bir daha soruyorum. Daha sormayacağım. Zarfı kimden aldın, kime verdin. Bana isim ver' deyince ağlamaya başlayarak hıçkırıklarla 'Komutanım bilmiyorum' dediğim anda komutanlardan birisi kafamın üzerine basarak 'Komutanın karşısında ağlanmayacağını bilmiyor musun. Sus' diyerek belimdeki kemeri çıkararak sırtıma vurmaya başladılar. O anda Veli Küçük komutan koltuğundan kalkarak elindeki
kalem büyüklüğündeki kesici bir aletle askerler tarafından açılan sırtımı kesmeye başladı. Bizzat kendisi sırtımı keserken bir yandan da 'Bir daha soruyorum. Doğru söyle' diyerek yemek yediği masadaki tuzluğu alarak sırtıma dökmeye başladı. 'ellerim arkadan kelepçeli, başıma ayağıyla yere basıyor, diğerleri bacaklarıma basıyorken sırtımdaki kesiklere tuz döken Veli Küçük komutana bilmediğimi söyleyip yalvardım ancak, işkenceye devam etti. Ben sustukça işkenceyi sürdüren Veli Küçük Komutan bu kez masanın üzerindeki puro paketinden bir tane alarak yaktı ve yanıma gelerek, 'Doğru söyle o… çocuğu, zarfı kimden aldın ve kime getirdin' diyerek puroyu sırtıma bastırdı. O anda bayıldım. Ayıldığımda yatakhanemdeydim."
Sabah taburdaki yatakhanesinde gözlerini açan Salih Kurt, tabur komutanının kendisine verdiği revir yasağı nedeniyle ağzından kan gelmesine rağmen doktora gidemediğini söyleyerek, "6 gün yarı komada kanlar içinde yatakta yattım. 6. günün gecesinde yine aynı şekilde yataktan alınarak aynı yere Veli Küçük'ün karşısına getirilerek aynı işkenceyi tekrar yaşadım.
Tekrar ayıldığımda yatakhanedeki arkadaşlarımın
isyan ettiğini gördüm. Asker arkadaşlarım her şeyi göze alarak beni gizlice revire getirdiler. Revir doktoru yüzbaşısı tabur komutanından kesin emir aldığını belirterek beni
tedavi etmedi ancak durumuma üzüldüğü için beni İstanbul Gata'ya kaçırarak göndereceğini söyledi ve o günün sabahı beni subay otobüsüyle kaçırarak İstanbul Gata
Haydarpaşa Eğitim ve
Araştırma Hastanesine gönderdi.
A haberleri'>GATA'daki doktorlar beni görünce şaşırarak 'sana ne oldu' diye sorarak acil müdahale ettiler. Olayı ilk anlattığım doktorlar yaşadıklarıma inanmayarak, 'Bunlar çok önemli iddialar. Bunları resmi kayıtlara geçemeyiz. Ancak bilinçaltı
sorgulama yapılırsa doğruluğuna inanılarak resmileştirilebilir' diyerek beni
psikiyatri servisine sevk ettiler. Psikiyatri sevisinde gördüğüm işkenceleri fotoğrafladılar ve benim yazılı onayımı alarak Gata Psikiyatri Servis Komutanı ve şuan aynı hastanede profesör olan
Albay M.Ç. Başkanlığı'ndaki heyet tarafından damardan verdikleri ilaçla uyutularak bilinçaltı ifadem alındı.
300 soru sorularak alınan ifademi daha sonra bana okuyarak daha önce anlattıklarımla birebir uyuştuğunu, resmileşen ifadeyle Veli Küçük hakkında şikayetçi olup olmayacağımı sordular. Daha sonra Veli Küçük'ü çağıramadıkları için beni revire çıkarmayan tabur Komutanım A. K.B.yi çağırıp ifadesini aldılar. Daha sonra benimle tekrar konuşan Servis Komutanı Albay M.Ç. 'şikayetçi olduğunda hayati tehliken var. Şikayetini geri alman gerekiyor. Burada seni koruyamayabiliriz' dedi. Daha sonra hastanede içeri girilmesi
yasak olan odamın önüne üzerindeki formadan jandarma istihbarattan olduklarını anladığım 2 kişi girerek 'Salih Kurt kim. Ziyaretçisi var' diye seslendiler.
Bende 'Benim' diyerek camın önüne gittiğimde bana hiçbir şey sormadan manalı bakarak geri dönüp gittiler. 1 ay hastanede kaldıktan sonra şikayetçi olmadan hastaneden
taburcu olup birliğime döndüm. Birliğe döndüğüm gün Deniz
Harp Okulu Komutanı'nın emir subayı komutanlık katına çağırarak elindeki işkence resimleriyle bana bir daha böyle olaylar yaşamayacağımın güvencesini vererek
rehberlik bölümündeki psikologların gözetimi altında olacağım söylendi" dedi.
Korkudan yıllar boyunca sustu!
GATA Haydarpaşa'da yalnızca dış müdahale yapıldığı için ciğerlerinin durumunu öğrenemediğini de vurgulayan Kurt, "Zaman zaman ağzımdan kan gelmeye başlamıştı. Ancak revir yasağım olduğu için taburda doktora gözükemiyordum. En sonunda psikoloğum sayesinde tekrar
Kasımpaşa Deniz Hastanesi'ne sevk edildiğimde ciğerlerimin patladığı söylenerek 45 gün hava değişimiyle Trabzon'a gönderildim'' dedi.
Trabzon'a geldiği ilk günlerde ağzından kan durmamacasına akmaya başlayınca acil olarak Ankara GATA Göğüs Cerrahi Yoğun Bakım Servisi'ne kaldırıldığını anlatan S.K, ''1 hafta yoğun
bakımda kaldıktan sonra aynı hastanede 57 gün tedavi gördüm. Hastanede başıma gelen bir hadiseden dolayı şikayetçi olmam üzerine akli dengemin yerinde olduğuna dair profesörlerin bulunduğu bir heyetten
rapor aldım. 1 ay önce
terhis olmama rağmen taburcu edilmedim ve şikayetimi geri çekmek şartıyla 57 gün üzerine hastaneden taburcu olabildim. Askerliğim hastanede bittiği için aynı kabusları tekrar yaşamamak adına ve yaşadığım korkulardan dolayı yıllarca susmak zorunda kaldım" şeklinde konuştu.
2008'de Adalet Bakanlığı'ndan gelen telefon
Salih Kurt, tüm bu yaşadıklarından sonra yıllarca susmak zorunda kaldığını hatırlatarak 2008 yılında Adalet Bakanlığı'ndan gelen telefonla geçmişiyle yeniden yüzleşmeye başladığını ifade ediyor. S.K, "Adalet Bakanlığı Sekreteri tarafından aranarak askerde yaşadığın işkence ile ilgili Akçaabat'a gelecek olan 2 kişiyle birlikte Ankara'ya gelmem gerektiği söylendi. 2002'de terhis olduktan sonra hakkımı arayamadığım kabus günlerime çağırıldığım Ankara'da, Teftiş Denetleme Kurul Başkanlığı'nda, Başbakanlık'ta MİT elemanları tarafından ifadem alındı.
Ardından Başbakanlık tarafından alınan biletle birlikte İstanbul'a Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'e gönderildim. Alınan randevu saatinde
Beşiktaş Adliyesi'ne giderek Zekeriya Öz'ün 3. kattaki odasına gittim. 'Başbakanlık ve Ankara 1 No'lu Devlet
Güvenlik Mahkemesi tarafından gönderildim adım S.K diyerek olayları ayrıntılarıyla kendisine anlattım. Öz'ün ayrıca sorarak üzerinde durduğu Veli Küçük ile ilgili bölümler zarf ve işkenceyle ilgili ayrıntılı bilgiler alarak işkence fotoğraflarının bulunduğu İstanbul GATA Haydarpaşa Hastanesi'nin 2000 yılı evraklarının bulunduğu 23 klasör, 1085
protokol ve 2001 yılı evrakları 30 klasör no ile 1259 protokol numarasında bulunan arşivinden istenmesi için müzekkere yazdı.
Sabah saatlerinde başlayarak akşama kadar ifade verdim. İfademin bitiminde suçluların cezasını çekeceğini,
mahkeme safhasında ifade için duruşmaya çağırılacağımı söyleyerek beni güvenliğim için farklı kapılardan çıkartıp istihbarat elemanlarıyla otobüse bindirerek Trabzon'a gönderdiler."
Tüm bu yaşananlardan sonra sağlığını kaybettiğini, psikolojisinin bozulduğunu, aile düzeninin kalmadığını vurgulayan Kurt, yaptığı hizmetlerin karşılığını alamadığını ifade ederek, Başbakan Erdoğan'ın kendisine ve ailesine sahip çıkmasını istedi.
Baba Kurt ise askerde oğlunun başına gelenlerden sonra İstanbul'daki hastaneye gittiğini ancak oğluyla kendisini görüştürmediklerini söyleyerek, "Komutana rica ettim, ancak yine beni oğlumla görüştürmediler. Kendilerine çocuğumu alıp, tedavi ettireyim dedim hiç bir sonuç alamadım. Bir baba olarak oğlumun başına gelenlerden dolayı büyük üzüntü duydum. Yetkililerin bize sahip çıkmasını istiyorum" dedi.
Anne Kurt da "Oğlumu perişan ettiler. Sağlığını yitirdi. Ahırdaki ineğimizi satarak peşine harcadık. Perişanlığımız bir yana oğlum çok
mağdur oldu. Sağlığını kaybetti. İşi yok, bari bu kadar hizmetinden sonra parasını verseler" diye konuştu.
toplumsalhafiza.com