İşte Bilici'nin bugünkü yazısı *** Marakeş- Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türkiye'nin lüzumsuz gündemlerle gerilmiş atmosferi peşinizi bırakmıyor. Kulaklarınızı tıkasanız da yüzünüze tosluyor. BBC’den El Cezire’ye, Reuters’dan CNN, Euronews ve uluslararası Rus kanalı RT’ye dünyanın önde gelen medya kurumlarının buluştuğu Fas’ın tarihi kenti Marakeş’te de öyle oldu.
53 ülkeden çeşitli televizyon, haber ajansı ve gazetelerin 500 tepe yöneticisinin karşılıklı katıldığı toplantının açış konuşmasını ünlü gazeteci Christian Amanpour yapacaktı. Ama o daha sahneye çıkmadan, Türkiye’den katılan bir avuç gazeteci için üzücü dakikalar başladı. Çünkü Amanpour, Türkiye’den kendisine atılan şu tivit okunarak sahneye davet ediliyordu: “Türkiye’de gazetecilerin sormaya cesaret edemediği soruları sorduğun için teşekkürler.” Mesajı kimin attığı önemsiz. Asıl önemli olan, böyle seçkin bir topluluğun karşısında Türkiye’de medyanın içinde bulunduğu tuhaf durumun böyle konuşuluyor olması.
İletişim teknolojisi ne kadar gelişirse gelişsin; ahlak, dürüstlük ve cesaret gibi temel değerlere sahip olmadan gazeteciliğin düşünülemeyeceğine vurgu yapılan konuşmalarda, Türkiye hep medya özgürlüğü açısından sorunlu ülkeler arasında anıldı.
Halbuki AK Parti iktidarının demokrasiyi güçlendirmeye çalıştığı günlerde yapılan toplantılarda, Türkiye’den örnek ülke diye söz ediliyordu. Ama şimdi, Türkiye’den geldiğimi öğrenen her gazeteci, hayretler içinde işlerin niye ters gitmeye başladığını, eleştirel gazetecilerin niye işini kaybettiğini ve kızlı erkekli öğrenci evleri tartışmasını soruyordu. 1-2 yıl önceki parlak gidişatın, niye bu tuhaf hale dönüştüğünü anlamaya çalışıyorlardı.
Bir yandan bu sorulara cevap verip, konferansı takip etmeye çalışırken bir yandan da Din İşleri Yüksek Kurulu’Kurulunun bir vatandaşın sorusu üzerine ‘İslamiyet’in insanların ev gibi özel alanlarına müdahaleye cevaz vermediği’ açıklamasına dayanarak yaptığımız haber üzerine Başbakanlık görevlilerinin de içinde bulunduğu bir çevrenin başlattığı linç kampanyası ile uğraşıyordum. Bu tartışma durulmadan, teşebbüs hürriyeti kapsamında kurulan her türlü dershane ve etüt merkezinin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından resmen yasaklanacağını öngören kanun taslağı ortaya çıktı.
Aklî dengesini korumakta zorlanan bir çevreye göre bunların hepsi Türkiye, AK Parti ve Başbakan Erdoğan’a karşı bir komplonun parçası: Amanpour, CIA’den aldığı talimatla konuşuyordu. Nezaketle yanlışları ifade eden Abdullah Gül ya da Bülent Arınç’ı birileri yönlendiriyordu. Onlar da Erdoğan’a komplo peşindeydiler. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi verdiği ilana, alacağı akademisyenin adını yazmak gibi yüz kızartıcı bir skandala imza atıyor ama suçlu, bu ilanı yayınlayan gazete oluyordu. Beşir Atalay, Gezi olaylarının arkasında Yahudi lobisinin olduğunu söylüyor, tepki alınca sözlerini inkâr edip haberi yapan ajansı karalıyordu. İktidar, kızlı-erkekli öğrenci evlerinin devlet eliyle denetlenmesinden söz ediyordu. Ama hemen inkâr edilip haberi yapan gazete hıyanetle suçlanıyordu. Dershanelerin yasaklanmasını öngören taslak belgeleriyle ortaya çıkıyor. Sanki öyle bir şey yokmuş gibi komplo teorilerinden medet umuluyordu.
AK Parti’ye kapatma davası açıldığında, bu saçmalığı meşrulaştırmak isteyenlerin zavallı halini bir Temel fıkrasıyla anlatmıştım. (Zaman, 23.4.2008) Temel, otobana ters yönden girince panikleyen trafik polisi, doğru yolda giden araçları uyarmak için, “Dikkat, dikkat! Otobana ters yönde bir araç girmiştir.” diye anonsa başlar. Bunu duyan Temel ise şöyle der: “Hangi birisu, hangi birisu, hepisu, hepisu.”
5 yıl sonra aynı fıkrayı, bu kez kendisi ters yöne girdiği halde herkesi yanlış yönde sanan tarafın AK Parti yönetimi olduğunu anlatmak için hatırlayacağımı hayal bile edemezdim. Uzun söze gerek yok. Eski Türkiye’nin yaptığı gibi devlet eliyle topluma ve medyaya şekil vermek, gazetecilerin ne yazıp yazmayacaklarına karışmak, eleştirel isimlere karşı linç kampanyası düzenlemek, teşebbüs hürriyeti kapsamında açılan dershaneleri yasaklamaya kalkmak, evlerin içini devlet gücüyle denetlemeyi düşünmek gibi adımlar trafikte ters yöne girmekten farksız. Ayrıca Türkiye’nin gerçek bir demokrasi olmasını arzulayan büyük toplum kesiminin beklentilerine ve AK Parti’nin demokratikleşmeye güç veren eski çizgisine de aykırı.
İçeride ve dışarıda gidişatın yanlış olduğunu söyleyen herkesi düşman ilan etmek yerine, keşke AK Parti yönetimi Türkiye’nin parlak geleceği için kendi yönünü gözden geçirebilse...