Görev için Heybeliada'ya giderken ailesini de götürmeye karar verdi. Eşi ve iki çocuğuyla birlikte askerî tesise yerleşti. Önce adada kısa bir gezinti yaptılar. Karınları acıktı. Akşamüzeri yemek için gazinoya geçtiler.
Her şey normal görünüyordu. Bir olağanüstülük yoktu. Kendilerine ayrılan masaya oturdular. Kızının gözü dönen
tavukta idi, 'Babacığım ben bu tavuktan istiyorum' dedi. 'Peki' dedi. Servisler açıldı, garsonlar siparişleri aldı. Hayret, uzunca bir müddet geçti, ancak masaya uğrayan yok. Bir
bardak su bile konmadı. Neden sonra bir şeylerin ters gittiğini anladı. Tesisin müdürü Necmi Üsteğmen arkadaşıydı.
Onun çağırdığını söylediler, gitti. Duydukları karşısında dondu kaldı, ne yapacağını bilemedi. Necmi mahcup bir sesle 'İskenderciğim gel bizim eve gidelim, istersen seni
misafir edeyim' dedi. Ama gazinoda yemek yiyemezsin... Çünkü dedi; '
Okul komutanı
telefon etti, eğitim komutanı gelecekmiş, eşini böyle görürse komutan fırça atarmış, ya başörtüsünü çıkarsın ya da şimdi gazinoyu, yarın da motorlar çalışmaya başlayınca moteli terk etsin diyor'.
Mesele anlaşıldı. Eşi başörtüsünü çıkarmayacağına göre geriye tek seçenek kalıyordu. Çevredekilerin şaşkın ve alaycı bakışları arasında gazinoyu terk etti. Babalık psikolojisi... Kızına tavuk yediremediğine üzüldü. O gece bütün adayı dolaştı, ancak kızarmış tavuk bulamadı.
Bu anlattığım İskender Pala'nın kitabından sadece bir sayfa... Herkes onu akademik kimliğiyle bilir. Divan edebiyatı deyince ilk akla gelen isimlerden. Oysa Pala'nın pek bilinmeyen başka özelliği de var:
Askerî kimliği... Üniformayı sonradan giydi. Akademisyenlik hayalleri kurarken askerî sınavı kazandı, Heybeliada'daki Deniz Lisesi'ne edebiyat öğretmeni oldu. 12 Eylül'den hemen sonra.
Şubat soğuğunda sorgusuz sualsiz kapının önüne kondu.
Askeri şûra toplantılarının ardından 'disiplinsizlik nedeniyle şu kadar subayın orduyla ilişkisi kesildi' haberlerine aşinayız. Meğer bu
soğuk haberin arkasında ne tür dramlar gizliymiş. İhraçların, rakamların ötesinde çok derin anlamları varmış. Az çok tahmin etmek mümkün ama bu kadarını beklemiyordum. İşte İskender Pala'nın anlattıkları... 'Atıldıysa hak etmiştir' diyenlerin bile duyarsız kalamayacağı bir insan öyküsü.
Ehliyetine söz söyleyen yok. Eserleri ortada. Vatanperverliği tam, yüz üzerinden yüz. Çalışkanlığını konuşmak abes, onun gibisi yok. Arkadaşları, en tepedeki komutanları şahit... 'Deniz
Kuvvetleri'nin gururu' diye bakanların sayısı az değil. Herkesin takdirini kazanmış.
Özel misyon bile üstlenmiş. İşte kitaptan bir sayfa daha... Yıl 1996. Üzerinde kara bulutlar dolaşmaktadır. Gece telefonu çalar. Karşıdaki kişi 'Yarın Ankara'ya komutanlığa gelin' deyince içi cız eder. Evden ayrılırken eşine 'Yarın telefon etmezsem, çocukları al ve lojmandan ayrıl' der. Meseleyi öğrenince rahatlar. Amiral 'Seni komutanımız
Güven Erkaya'nın emriyle çağırdık' der. Söz konusu olan bir devlet işidir...
Türkiye ile
Yunanistan arasında
Kardak krizi patlamak üzere...
Deniz Kuvvetleri, İskender Pala'dan
Osmanlıca bildiği için Kardak adasının mülkiyeti konusunda araştırma yapmasını ister. Bazı özel ve gizli bilgilere de ulaşır. Unutması gerektiğini düşünür ve bir daha hatırlamamak üzere unutur. Kardak konusunda Türkiye'nin elini güçlendiren bilgi ve belgeleri an be an Güven Erkaya'ya iletir. Çalışmasını başarıyla tamamlar.
Bu olaydan 11 ay sonra şubatın soğuğunda komutanı Güven Erkaya'nın
imzasıyla ordudan
ihraç edilir. Suçu mu? Eşinin başörtülü olması, kızının imam hatipe gitmesi, namaz kılarken bir defa görülmesi... Osmanlıca bilmesi de sayılabilir. İki
darbe arasındaki zaman dilimini 'İlginç zamanlar' diye tanımladı. Ve yaşadıklarını kitaplaştırdı. Üniformalı 15 yılın hikâyesi bu... Masal değil hepsi gerçek. Akıcı bir üslup, dokunaklı bir öykü...
Kitap İskender Pala'yı değil Türkiye'yi anlatıyor. Herkes okumalı. Özellikle de ihraçların altına imza atan,
kuvvet komutanları,
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ,
Milli Savunma Bakanı Vecdi
Gönül...
MUSTAFA ÜNAL - ZAMAN