Yeni Anayasa konusunda bir türlü gerekli adımları atamayan Türkiye, yasa değişiklikleri konusunda ise adeta rekora koşuyor. Üstelik çıkarılan ve üzerinde oynanılan yasaların bazılarından ise ilgili bakanlıkların bile haberi olmuyor.
İşte Erhan Başyurt'un "Çorba yasalar daha çok can yakar" başlıklı yazısı;
Hükümet, uzun süredir yasa çıkarmak için iki yöntem kullanıyor.
Birincisi, torba yasa.
İlgili ilgisiz onlarca farklı konuda yasa teklifi tek “torba” halinde Meclis’ten geçiriliyor.
“Çorba” yasa demek daha doğru…
Görüşmeler kasıtlı olarak sıkıştırılıyor.
Oylamalar gece geç saatlere sarkıtılıyor.
Muhalefetin görüşleri dikkate alınmıyor.
Sektör ve uzman görüşlerine başvurulmuyor.
Kim hazırlıyor belli değil
Komisyon’da veya kamuoyunda sorun olması muhtemel bazı düzenlemeler ise gece yarısından sonra “yasa teklifi” ile Komisyon’da bile görüşülmeden son dakikada Genel Kurul’da torbaya atılıyor.
AK Parti’nin yeter çoğunluğu ile yasalar Meclis’ten geçiriliyor.
İkincisi, yasa paketleri ile toplu değişiklikler yapılıyor.
İlgili bakanın bile haberi olmayan “yasa paketleri” ansızın Meclis’e sunuluyor.
Paketleri kimin hazırladığı bilinmiyor.
Hazırlayanlar konunun uzmanı mı kimse bilmiyor.
‘Ortak akıl’ yok
Yasalar “paket” halinde geliyor “torba” halinde geçiyor.
“Ortak akıl” işletilmeden yürürlüğe sokulan sektörün gerçeklerinden uzak “maden paketi” düzenlemesi gibi sonuç her defasından daha büyük felaket oluyor.
Eğitimden yargıya, ekonomiden güvenliğe meçhul kişilerce hazırlanan “paketler” ve çoğunluk tahakkümü ile gece yarıları Meclis’ten geçirilen “torba yasalar” daha çok baş ağrıtacak gibi…
Hükümet, Meclis’teki çoğunluk tahakkümü ile yasalar çıkarma anlayışına son vermeli.
Demokratik toplumlarda olduğu gibi tabandan başlayan, katılımcı ve şeffaf yasa hazırlama süreçlerine geri dönmeli.
Yoksulluk, açgözlülük ve siyasi imtiyazlar…
Gerek yeterli can güvenliği olmadığını bildikleri halde madene inen, gerekse aynı midibüse doldurulan 46 işçi tehlikenin farkında.
İşçi değil sanki köle!
Günlüğü 35 liraya elma toplamaya gidenler de, günlüğü 32 liraya yer altına inenler de insanlık dışı muameleye, sadece bir nedenle katlanıyorlar; YOKSULLUK…
Yoksulluk ve maişet derdi, emeklilik gibi beklentilerle kötü muameleyi sineye çekiyorlar.
Her iki facia da gösteriyor ki, büyükşehirlerde yoğunlaşan refah artışı, ülkenin kırsal kesimine yayılmıyor.
AÇGÖZLÜ işletmeciler de refahı sosyal projelerle bölge halkına yaymak yerine, maksimum kâr odaklı çalışıyorlar.
Kârı artırmak için iş güvenliğinin gereksinimlerini yerine getirmiyorlar, işçileri “köle” gibi görüp her türlü haklarını kısmaya çalışıyorlar.
Çoğunlukla işletme sahiplerinin siyasilere yakınlıkları nedeniyle, kamu denetimlerini atlatıyorlar.
2012’den bu yana maden ruhsat izinleri tamamen Başbakanlık iznine bağlandığı için, denetime gelen memurlar da risk almaktan ve siyasi yakınlığı bilinen işletmelerin kusurlarını görmekten kaçınıyorlar.
Türkiye tarihinin en büyük maden kazasının yaşandığı Soma’da da benzer bir durum söz konusuydu.
Hükümet ve ilgili bakanlar da denetim sorumlulukları yokmuş gibi davranıp kamunun tepkisi iktidara yönelmesin diye sert açıklamalarla suçu işveren ve işletme sahiplerine atıp, olayın ateşi düşünce kabuğuna çekiliyor.
Kısır döngüde ölüm
Yoksulluk cenderesinde vatandaş, açgözlü işveren, siyasi yakınlık nedeniyle İMTİYAZLAR tanınan işletmeler ve eksiklere göz yuman iktidar…
Bu şekilde bir kısır döngüde dönüp duruyoruz…
Allah sonumuzu hayreylesin!