Bugün yaşanan olayların arkasında, “Türkiye, bir yandan çözüm süreci diyerek içeride zaman kazanırken, diğer yanda koruyup kolladığı IŞİD eliyle Kürtleri hizaya sokuyor” düşüncesi var. Çatışmalar, hiç kimseye fayda sağlamaz.
Gazeteci Aziz İstegün'ün analiz haberine göre Suriye’nin kuzeyindeki Kobani şehrinin IŞİD tarafından ele geçirilme ihtimali, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu adeta yaktı. Bölge, 1990’lı yıllardan beri görülmemiş yoğunlukta eylemler ve protesto gösterilerine sahne oldu. Öyle ki devlet, 6 ilde sokağa çıkma yasağı ilan etmek zorunda kaldı. Okullar tatil edildi. Yollar kapandığı için birçok ilçeye giriş çıkışlar durdu. Polis ortada gözükmediği gibi olayların yaşandığı yerlere ambulanslar bile giremedi. Silahlı kişiler sokaklarda cirit atmaya başladı. Birçok noktada gruplar karşı karşıya geldi. Kimin kime kurşun sıktığı faili meçhul hale gelirken, eylemlerde 18 kişi hayatını kaybetti. Olaylar kontrolden çıkınca güvenliğin sağlanması için askeri birlikler şehre indi. Birçok yerde jandarma birlikleri kritik noktalarda nöbet tutmaya başladı.
Peki, çözüm sürecinde barış umutları yükselmişken ne oldu da alevler yeniden yükseldi?
Aslında geldiğimiz nokta, kandırma ve oyalama taktikleriyle sonuca gidilemeyeceğini, önde başka arkada başka davranmanın güven bunalımına yol açacağını ortaya koyuyor. Bugün yaşanan olayların arkasında, “Türkiye, bir yandan çözüm süreci diyerek içeride zaman kazanı IŞİD eliyle Kürtleri hizaya sokuyor” düşüncesi var. “Kürtlerin büyük bir katliamla yüz yüze olduğu ve Türkiye’nin buna göz yumduğu” düşüncesi, değişik siyasi düşüncedeki insanları aynı noktada birleştiriyor. Kandırılmışlık hissi doğuyor ve onur kırılması yaşanıyor.
2012 sonbaharından itibaren Türkiye’de başlayan çözüm süreci, kamuoyunda barış umutlarını yükseltti. Kürt sorununun biteceği, PKK’nın silahlarını bırakarak dağdan ovaya ineceği algısı oluştu. Hükümet, gerekli adımların atılacağını defaatle ilan etti. Çalıştaylar düzenlendi, akil heyetler oluşturuldu. Aradan geçen 2 yıl zarfında psikolojik anlamı olan bazı adımlar atıldı ama kalıcı, sorunu kökünden çözecek formüller geliştirilemedi.
HÜKÜMET İLE PKK’NIN DİRSEK TEMASI
Asıl satranç, komşu ülke Suriye üzerinde oynandı. Şam yönetimini devirmeye kilitlenen Ankara, Esed’in birkaç ay içinde düşeceğini hesaplayarak bu yönde politika oluşturdu. AKP hükümetinin beklentilerinin aksine, Esed rejimi devrilmedi. Üstelik Suriye’deki muhalif hareketler de Türkiye’nin bütün çabasına rağmen birleşemedi. Bugün IŞİD olarak karşımıza çıkan radikal hareketler hızla yükseldi. PKK ise Suriye’de başlayan iç savaşı değerlendirerek Rojava denilen Suriye’nin kuzeyinde hakimiyet kurmaya başladı. Bölgede 3 ayrı kanton oluşturuldu. Kobani, Afrin ve Cizire kantonlarında PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD gittikçe güçlendi. Esed rejimiyle iyi ilişkiler kuran PYD, otorite boşluğundan da yararlanarak kendisine ciddi bir alan açtı. Türkiye’de 40 yıl silahlı mücadele vermesine rağmen istediği sonuca erişemeyen PKK, bir anda Suriye’de adeta toprak sahibi oldu.
Üst üste savrulmalar yaşayan Türkiye ise net bir politika oluşturamadı. Dönemin Dışişleri Bakanı, bugünün Başbakanı Ahmet Davutoğlu, 2 yıl önce şöyle diyordu: “Öyle bir harita çıkarıldı ki sanki tüm coğrafyada PKK hakim gibi gösterildi. PKK tek bir yerde hakim olsa bile biz onu risk unsuru olarak görürüz. Çünkü terör unsurudur. Biz o haritaya izin vermeyiz.” Türkiye görünürde kırmızı bir çizgi çekmişti. Ancak çok geçmeden anlaşıldı ki Ankara, PYD ile dirsek teması kurmuştu. PYD Eş Başkanı Salih Müslim sayısız kez Dışişleri ve MİT yetkilileriyle görüşmeler yaptı. Hatta PYD ile Suriye’deki diğer muhalif gruplar arasında Ankara bir nevi arabuluculuk görevi üstlendi. İmralı’da tutuklu bulunan Abdullah Öcalan da çözüm süreci görüşmelerinde ‘uzlaşmacı’ bir tavır sergileyerek Türkiye’nin kırmızı çizgilerini yumuşattı. 21 Mart 2013’te ateşkes ilan eden Öcalan, silahlı güçlerin sınır ötesine çekileceğini duyurdu. Rojava’ya müdahale artık Türkiye’nin gündeminden düşmüştü. 2003 yılında kurulan PYD, hızla Rojava’nın tek hakimi olmaya başladı. Ta ki IŞİD piyasaya çıkana kadar… Son dönemlerde izaha muhtaç bir şekilde hızlı bir ilerleme gösteren IŞİD, Suriye’den bir anda Kuzey Irak’a kaydı ve Musul’u ele geçirdi. Dengeler yeniden değişiyordu. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’e yönelen IŞİD, ancak ABD’nin askeri müdahalesiyle durdurulabildi. Türkiye’nin yüz yıllık rüyası Kerkük, sessiz sedasız peşmergelerin kontrolüne geçti.
ANKARA, IŞİD’E KARŞI NET BİR DURUŞ SERGİLEYEMEDİ
Ankara yine gelişmelerin rüzgârında savruluyordu. Türkiye’nin Musul konsolosluğunu basarak 46 kişiyi rehin alan IŞİD’e karşı net bir duruş sergilenemedi. Rehinelerin can güvenliğini gerekçe gösteren hükümet, IŞİD’e karşı tavır almakta çekingen davrandı. Türkiye’nin IŞİD’e lojistik destek verdiğine ilişkin söylentiler de ayyuka çıktı. Suriye’ye giden MİT TIR’larıyla IŞİD’e silah taşındığı ileri sürüldü. 3 ay süren müzakereler sonucunda Türk rehinelerin serbest bırakılmasının ardından IŞİD bu kez Rojava’ya yöneldi.
Bölgede kurduğu 3 kanton arasında bağlantıyı sağlamayan PYD, bu askeri hatasının bedelini ağır ödedi. Kobani’yi kuşatan IŞİD hızla ilerledi. Yaklaşık 200 bin kişi bir anda Türkiye’ye göç etti. Kobani’ye destek gönderemeyen PYD, oklarını Türkiye’ye yöneltti. AKP hükümetinin, öteden beri besleyip büyüttüğü IŞİD eliyle PKK-PYD’yi dövdüğü ileri sürüldü. Hükümetin bir yandan çözüm sürecine sahip çıkıyor gibi görünürken, diğer yandan PKK’nın IŞİD’le topyekûn bir savaşa girerek zayıflamasını amaçladığı iddia edildi. Ankara’ya gelen Salih Müslim, Türkiye’nin kendilerine Serêkaniyê’den (Ceylanpınar) Kobani’ye koridor açmasını istedi. Örgütün iddiasına göre bu yönde Ankara’dan söz alındı. Ama bu adım gerçekleşmedi. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan, Türkiye’nin Rojava’yı tasfiye etmeyi amaçladığını ve bunun için IŞİD ile işbirliği yaptığını iddia etti. Kobani’nin düşme riski artınca Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda protesto eylemleri baş gösterdi.
TÜRKİYE, HIZLA BÜYÜK BİR KAOSUN İÇİNE ÇEKİLİYOR
Kobani, PKK için ideolojik ve stratejik açıdan büyük önem taşıyor. Kobani’nin düşmesi belki PKK’nın prestijini zedeler ama Türkiye’yi ateşin ortasına atma riski oldukça yüksek. PKK’nın sokağı yeniden hareketlendirmesi hükümet üzerinde baskı oluşturur mu bilinmez ama ülkenin iyi bir noktaya gitmediği aşikar. Köşeye sıkışan hükümetin, Öcalan eliyle sükunet oluşturup oluşturamayacağı da net değil. Üstelik, PKK ile Hizbullah’ın Güneydoğu’da yeni bir savaşa tutuşma ihtimali de yok sayılamaz. Nitekim bunun ilk işaretleri, Batman ve Diyarbakır’da görüldü. Diyarbakır’daki çatışmalarda 6 Hizbullah mensubu hayatını kaybetti. Gömülen silahlar yeniden piyasaya çıktı. İçerde PKK-Hizbullah çatışması, dışarıda PYD-IŞİD savaşı hayra alamet değil. Türkiye hızla büyük bir kaosun içine çekiliyor. Türk’üyle, Kürt’üyle ülke felakete sürüklenmeden aklıselimin galip gelmesi için çaba sarf edilmesi gerekiyor. Geçmişteki hatalardan ders çıkararak çözüm sürecinin devamını sağlamak şart. Çatışmaların yeniden başlaması hiç kimseye fayda sağlamaz.Zaman