Dağlar arasında unutulmuş bir köy…Mardin'e bağlı…
Evlerinin kapıları kapalı köy, derin bir sessizliğe sarınmış sanki kuşluk uykusunu uyuyordu.
Bu köye ilk kez geliyorlardı…
Ortalıklarda kimsecikler görünmüyordu. İlk gün olmasına rağmen, bayramın neşvesinden hiçbir emare yoktu. …
Üç- beş bacadan tüten dumanlar üşüyor,
yiyecek bulamadığı için karlı dallarda büzüşen kuşlar üşüyor, köy üşüyordu.
Her şey sinmiş, her şey susmuş bu köyde.
Koca köy, başını parkasına sokmuş bir adam gibi beyaz bir sessizliğe gömülmüş öylecene duruyordu.
Gözlerine, uzakta kardan bir kümbetin önünde eğilip kalkarak bir şeyler yapan bir
kız çocuğu ilişti.
Köydeki tek hayat emaresine doğru sürdüler arabayı.
Küçük bir kız çocuğu; arada bir üşüyen minik ellerine hohlayarak karların altındaki tezekleri çıkarmaya çalışmaktadır.
Ayaklarındaki
terlik üşüyor, rüzgârın üzerindeki
elbise üşüyor, savrulan saçları üşüyor.
Arabanın kendine doğru geldiğini fark edince evine doğru koşar ve kapıyı korkuyla kapatır.
İstanbullu bir iş adamı olan Ahmet Bey, yol arkadaşı Cemil Bey'le birlikte; arabalarına
yardım paketlerini,
kurban etlerini doldurarak bu bayramı
Güney Doğu'da geçirmeye karar verdiğinde yolları bu köye düşer.
Onlar yalnız değildi. On binlerce arkadaşları, Doğu'ya, Güney Doğu'ya, dünyanın dört bir yanına dağılmışlardı…Sanki küresel bayram günlerini idrak ediyordu insanlık.
Sabah şehirden geçerken, çocukların, asker ve polis ağabeylerinin elinden bayram hediyelerini alması çok rikkatlerine dokunmuş, yıllarca özlenen bu sevgi şölenini dakikalarca gözyaşları içinde izlerken “yüreklerine sevgi tohumları ekilen bu çocukların devlete, millete ve bayrağa asla düşman olmayacaklarını” düşünmüşlerdi.
Neyse ki yüreği bölünmüş bu onurlu insanları silahla sindirmenin çare olmadığı geç de olsa anlaşılmıştı.
Bayramları bile çalınmış bu köyde biraz önce bir kız çocuğunun koşarak girdiği kerpiç evin kapısını çalarlar. Turuncu renkli elbiselerinin sırt ve göğüslerindeki kelimeler dile gelir.
“Kimse yok mu?”
”Ne istiyorsunuz bizden?”
“Biz geldik kapıyı açar mısınız?
“Gidin artık buralardan, iki oğlumu aldınız, kızımı da aldınız, size verecek canımızdan başka bir şeyimiz kalmadı. Yeterin artık dokunmayın bize. Küçük bir kızımdan başka kimsem yoktur. Onu da beni öldürmeden alamazsınız.”
Tedbirli giyindikleri için
soğuk içlerine işlemese de duydukları karşısında ruhları donmuştur.
“Korkular sindirmiş bu insanları” der, Ahmet Bey;
“Anacığım! Biz onlardan değiliz, İstanbul'dan geldik, size kurbanlarımızı getirdik. Sizi kurban kılmak için değil, size kurban olmaya geldik; sizden almaya değil, size yüreğimizi vermeye geldik.”
Kerpiç evin
küçük tahta kapısı gıcırtıyla aralanır. Ağır bir tezek kokusu karşılar
misafirleri. Kapının aralığında beli bükülmüş, omuzları kederden çökmüş,
yaşlı bir ana belirir; “Hodeşti razı bi-hoş geldiniz- yavrularım”
Ahmet Bey'in İstanbul'daki anası gelir aklına; elli yıldan beri bayramları hep anasıyla birlikte idrak etmiştir. Bu bayram anasına sarılamamıştır. Anasına sarılır gibi sarılırken bu yaşlı kadına, kendi kendine;
“Anacığım! Kusura kalma bu bayram sana sarılamadım ama yıllardır evladına sarılamayan, yavrularının kokularını ciğerlerine çekemeyen acılı analar var buralarda. Bensiz bayramlara alış artık anacığım. Bundan böyle benim bayramlarım, bu analarla, bu çocuklarla geçecek. Hatta sizi de buralara getireceğim bayramlarda. Bayramlar paylaşmaktır ama biz sadece mutlulukları paylaşmışız, acıları değil. Buralarda paylaşılmamış yumak yumak acılar var anacığım” der.
Yaşlı kadın, Ahmet Bey'in ağladığını fark eder:
“Neden ağlıyorsun yavrum”
“Anam aklıma geldi anacığım, anam; sen bana anam gibi sarıldın da.”
“Kapıyı geç açtığım için kusura kalmayın evlatlarım, teröristler iki körpe oğlumu ve kızımı kopardılar benden. Yüreğim, onların hasretiyle yanar yıllardır. Ben yine onlar geldi zannettim, bizim kapımızı bu güne kadar teröristlerden başka kimse çalmadı ki”
Kapının aralığında içerinin yürekler acısı manzarası görülür. Burası gerçekten bir
ahırdır. On sekiz-yirmi metrekare bir oda; hem
yatak odası, hem mutfak, hem misafir odası, birkaç da
koyun bir arada, hepsi bu odanın içindedir. Gözyaşlarını tutamaz Ahmet Bey; “Anacığım siz burada mı kalıyorsunuz?”
“He ya yavrum, burası sıcak oluyor, başka kalacak yerimiz de yoktur.”
Ananın elini öperler, küçük kıza gocuk, elbise
ayakkabı, eve, et ve
gıda paketi bırakırlar.
Ahır evde; yıllardır cansız duran mutluluğun kalb atışları duyulmaya başlar.
Az önce üşüyen, titreyen kızcağız sıcacık gocuğun içinde minik bir prenses gibi gülücükler dağıtır.
“Anacığım! Biz diğer evlere nasıl ulaştıracağız bunları. Tek tek dert anlatmak zor olacak; bize yardımcı olur musun?”
Kapının önüne çıkar yaşlı ana ve bir zılgıt çeker, o sessiz ve sakin köyün kerpiç evlerinin kapıları açılır ve her evden beşer onar çocuk dışarı fırlar.
Az sonra yardım konvoyunun etrafı çocuk, kadın, erkek dolmuştur.
Çokların üzerinde doğru dürüst giyecek elbiseleri, ayaklarında ayakkabıları yoktur.
Buz kesmiş ellerine aldıkları yardım paketleriyle atlı karıncalar gibi tutarlar evlerinin yolunu. En son kalan boynu bükük bir kız çocuğudur. Günlerdir tarak yüzü görmediğinden, pürçeklenmiş saçları savrulmaktadır soğukta. “Belli ki annesinin taramaya eli ermemiş” diye düşünürler.
Ellerinin eklem yerleri param parça olmuş küçük kız, paketi tutmakta zorlanır.
Ahmet Bey'in dikkatini çeker küçük kızın perişan hali. Gönlü hoş olsun diye; “
Anne- babana da
selam söyle” diye seslenir arkasından. Arkasına dönüp, acı pınarı çakır gözleriyle Ahmet Bey'in yüreğini delercesine
bakan zavallı kızcağızın yanaklarında üşür gözyaşları.
”Annem -babam yok ki”
Bittiği andır Ahmet Bey'in, sözler ağzında düğümlenir, yaşlar gözünde irileşir, yüreğindeki acı dalgaları kabarır. Yanına gider, ellerini gezindirir ipek saçlarında.
“Kabul edersen ben senin baban olmak istiyorum. Pek yakında hanımımı da getireceğim o da annen olacak. Sen ve kardeşlerin artık bizim evladımız olacaksınız. Sizi okutacağız, her türlü ihtiyacınızı biz karşılayacağız. Sen şimdi üzülme” der ve elleriyle siler üşüyen gözyaşlarını.
Paketleri birlikte taşırlar evine; ipek saçlı kızın, çakır gözlü kızın, yetim kızın.. .
Gün ikindiye kaydığında ulaşmadıkları kimse kalmamıştır.
“Yıllardır bayram idrak ediyoruz ama hiç bu kadar mutlu bir bayram yaşamadık, artık evlerimizde bayram bitmiştir. Gelecek yıl çocuklarımızı da alıp geleceğiz. Yatırımlar yapacağız buralarda, bu köy ve kasabaların
gönüllü hemşehrisi olup sık sık gelip -gideceğiz, artık bir ayağımız buralarda” diye sözleşirler.
Allah'a (c.c) yakın olmanın yolunun halka yakın olmaktan geçtiğini fark ederler.
Gecenin en siyahında beliren bir ışık; gelen günün daha güzel olacağını haber verirken yüreklerini bırakarak ayrılırlar dağlar arasındaki köyden. .
HARUN TOKAK/YENİ ŞAFAK