Akreditasyonun iki yüzü
Başbakanlık
Basın Merkezi'nin yedi gazetecinin
akreditasyonunu iptal etmesi tartışmayı yeniden başlattı. Yapanın ve muhatabın farklılığından olsa gerek çıkan
gürültü de farklı oldu.
Biz orta yolu bulmak için madalyonun bütün yüzlerine bakalım.
Başbakanlık'ın hatalı olduğu noktalar var. Öncelikle zamanlama ve üslup eleştiriyi hak ediyor. Zamanlamadan kastım şu: Geciken
adalet adalet değildir. Gerçekten söylenen hatalar işlenmiş bile olsa, birkaç yıl öncesine ait. Doğru zamanda sathi yalanlamalarla geçiştirip şimdi işlem yapmak yanlış. Yeni başlayan bir kan davasının malzemesi yapılıyor intibaı ister istemez oluşuyor. 'Biriktiriyor ve zamanı gelince kullanıyor' havası hiç hoş değil. Ayrıca diğer denetim mekanizmaları zamanında devreye sokulmalıydı. Mahkeme ve meslek örgütlerinin öz denetim imkânları denenmeliydi.
Somut örnek üzerinden gidelim. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 2 yıl önceki ABD gezisinden Akşam Gazetesi bir
manşet çıkardı. 'İmdat Hoca ricası' başlıklı haberde şunlar denmekteydi: "28
Şubat sürecinde, Meclis'e, orduya, yüksek yargıya ve Cumhuriyet'e yönelik ağır hakaretlerde bulunan İmdat Kaya, yurda dönmek için Başbakan Erdoğan'dan
yardım istedi. Hakkında açılan davalar yüzünden gıyabi
tutuklama kararı bulunan Kaya,
New York'ta Erdoğan'a takkeli bir müridini yolladı." Sakallı ve takkeli mürit(!) ile Başbakan'ın İmdat Hoca diyaloğuna, İmdat Kaya'nın eskiden söylediği sözlerden yapılmış seçme de eşlik ediyordu.
Zaman Gazetesi bu haberin yalan olduğunu ortaya çıkardı. İmdat Kaya yasaklı ve yurtdışında değildi. New York'taki sakallı kişi ise Kaya'nın ismini bile duymamıştı. Bu haberle ilgili Akşam tekzip yayınlamak zorunda kaldı. Başbakanlık o gün bu haberi yazan Ali Ekber Ertük'ün akreditasyonunu iptal etseydi kimse sesini çıkarmazdı.
Aynı misal üzerinden basının sorumluluklarını tartışalım. Bu olay herhangi bir Batı ülkesinde yaşansaydı ne olurdu? Hemen bir alıntıyla bakalım: "Yalan haber New York
Times'ın başını yedi. ABD'nin ünlü
New York Times gazetesindeki yalan ve çalıntı haber skandalı sonrasında yazı işlerinin üst düzey iki müdürü
istifa etti. Jayson Blair adlı muhabirin hayalî ve çalıntı haber yaptığının ortaya çıkmasından sonra güvenilirliği büyük
darbe yiyen New York Times Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Howell Raines ile Sorumlu Müdür Gerald Boyd görevlerinden ayrıldı." Bu habere
imza atan kişinin bırakın Başbakanlık muhabirliği gibi meslekte
kariyer ifade eden bir konumu, gazeteci kimliğini bile kaybetmesi gerekirdi. Onunla da kalmaz, karşı görüş ve çapraz
kontrol istemeyen yayın yöneticileri de şapkasını alır giderdi. Öz denetim mekanizmalarını oluşturmadığımız ve hataları cezalandırmadığımız için
halkla basın arasındaki güven ilişkisi her geçen gün kötüye gidiyor. Başbakanlık'ın yaptığı türden müdahalelere kendimiz zemin hazırlıyoruz. Biz gazeteciler evimizin önünü temizlemiyoruz; diğer kurumlar dozerle temizlemeye kalktığında vaveylamız halkta yankı bulmuyor.
Akreditasyonun diğer yüzü daha çirkin. 10 yıldır asker, kişilere değil belirli kurumlara sıfır toleransla ayırımcılık yapıyor. Hâlbuki Başbakanlık'a x gazetesinden Ali gidemezse Veli gidip okurlarının haber alma hakkını kullanabiliyor. Genelkurmay ise yabancı medyanın bile katılabildiği organizasyonlara söz konusu kurumlardan kimseyi almıyor. Askerî müze gibi halka açık yan kuruluşlara dahi gazeteci olarak giremiyorsunuz. Bugünlerde cenk meydanında gördüğümüz gazetecilerden çok az kısmını bu uygulamayı eleştirirken görebiliyoruz. Eleştirenler de halk tabiriyle 'yarım ağız' komşular pazarda görsün kabilinden konuşuyor. Önce bu medya gruplarına akredite olmak gerekiyor, herhalde.
BÜLENT KORUCU-ZAMAN