O caminin 'hüzünlü kaderi'ni yazdı

Zaman Yazarı Ali Çolak, mimarisiyle göz dolduran 'Mimar Sinan Camii'nin gökdelen evlerin gölgesinde inşa edilmesiyle kendisini bekleyen kaderini anlattı.

O caminin 'hüzünlü kaderi'ni yazdı

İşte o yazı... O caminin kederi İstanbul'un süratle gelişen (betonlaşan) semtlerinden birindeki ünlü bir sitenin bitişiğine cami yapılması gündeme gelince, site sakinlerinden bazıları karşı çıkmış. İstemeyiz, demişler. Bir hanım, gerekçesini de söylemiş: 'Şimdi avlusuna musalla taşı da koyarlar'. Hanımefendi haklı. Oraya ölmeye değil, yaşamaya gelinir! İnsan milyon dolarlık dairelerde, villalarda ölmek istemez. Ölümü hatırlatan ne varsa, onları da istemez. Bir musalla taşı, en coşkulu yerinde mutlulukları söndürmeye, lezzetleri acılaştırmaya yeter çünkü. Varsın, yoksullara, kimsesizlere, uzaktakilere gitsin ölüm... Böyle semtlere yapılmış camilerde koyu bir hüzün sezilir. İstemediği mekânlarda bulunmak zorunda kalmış insanlara mahsus o 'yaban'lık hali, diken üstünde durmak ve mütemadiyen iç sıkıntısı... Bazen yapıların da yüzünden okursunuz bunları. Dün, İstanbul'un bir başka semtinde Anadolu girişinde, Atakent'te, Mimar Sinan Camii ibadete açıldı. Kederlendim onun için. Ülkenin en yalnız, en muzdarip camilerinden biri olacak. Darmadağın edilmiş koca bir tepenin yerine kurulan 20-30 katlı korkunç ucubelerin yanı başında, iklimini şaşırmış bir çiçek yahut oraya yanlışlıkla getirilip bırakılıvermiş bir nesne gibi duracak. Ömrü gönülsüzlük, yabancılık hissi ve o muvazenesiz manzaranın içinde bulunuyor olmaktan duyduğu kahırla geçecek. Evet muvazenesiz, çünkü içine kurulduğu yapıların manzarası, hem anlam hem de şekil olarak bir camiyi istemiyor, kabullenmiyor hatta ona bir çeşit istihza ile bakıyor. Birer gurur abidesi, başka bir gezegenin kazaen buraya düşmüş unsurları gibi göğe yükselen o ruhsuz yapılarla, hatları son derece yumuşak, zarif, insana esenlik veren bir mimariye sahip caminin yan yana, birbiriyle barışık hayat sürmesi büsbütün imkânsız görünüyor. Mimar Sinan Camii, bir vicdan azabını dindirmek için inşa edildi fakat bu mahzun haliyle vicdanları sızlatıp duracak. Yerle bir edilen o tepenin âhı ve acısı, ucubelerin gökleri tutan çirkinliği caminin zarafetini daima gölgeleyecek. Gezerken hayranlık duyduğumuz, iç ferahlığıyla ayrıldığımız geleneksel şehirlerin en büyük vasfı, bir tenasüp içinde inşa edilmeleri ve yapıların tabiatla, birbiriyle sonsuz bir uyum sergilemesidir. Şehirlerin kimliğini, başta onları inşa edenlerin ruhu ile sahip olduğu tabii ve mimari manzaranın zaman içinde şekillendirdiği hayat belirler. Modern şehirlerin en büyük günahı, bu tenasüp ve muvazeneyi gözetmeksizin kontrolsüz ve barbarca inşa edilmiş olmalarıdır. Osmanlılar, bir yere şehir kurmak istediklerinde, önce bir hamam inşa ederlermiş. Evet, hamam... Şehri kuracak işçilerin temiz, pür u pak olmaları için... Ardından bir mescid, cami, sonra diğer yapılar... Mektep, medrese, hastane, çarşı ve evler... Evlerin boyu ağaçları geçmeyecektir; bir ev diğerinin güneşine mani olmayacak, mahremiyetine nazar etmeyecektir. Bütün bunlar hayatın, bir ruhun etrafında örgülendiğini, bir anlamlar dizgesine göre şekillendiğini ifade ediyor. Biz, kimi şehirlerin ruhundan, maneviyatından söz edebiliyorsak, bunu bütünüyle onların 'kuruluş' felsefesine borçluyuz. Şehri kuranların dünya ve ahiret, hayat ve ölüm telakkisine... Mesela, mahalle camiinin haziresinde yatan ölülerin mahallenin sakinleriyle içli dışlılığı yahut bütün köylerin girişine kurulmuş mezarlıkların sabah akşam yaşayanlarla ölüleri karşılaştırması, halleştirmesi, bütünüyle eskilerin hayatı ve ölümü 'görme biçimi'nin eseridir. Evlerin, camilerin, sokakların inşa biçimi de öyle... İstanbul'un o hızla gelişen/betonlaşan semtinde, Mimar Sinan Camii'nin kurulduğu o tepede eksik olan bir şey var. Hayatın içinde şekilleneceği bir anlamlar dizgesi... Hayatla ölümün muvazenesi... Ölümü unutarak ve ondan kaçarak kurduğunuz hiçbir şey insanî olmuyor. Her şey olmak istiyoruz, ama o her şeye anlam verecek bir temel anlamdan, ruhtan mahrumuz. Sonuçta, kala kala bir 'büyüklük' kalıyor. Büyük AVM'ler, büyük gökdelenler; büyük, her yerden görülebilecek camiler! Büyük, büyük, büyük... Ama niçin? Kör olasılar, musalla taşı yapmaktan geri durmuyorlar! ALİ ÇOLAK/ZAMAN
<< Önceki Haber O caminin 'hüzünlü kaderi'ni yazdı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER