Ecdada yakışan bir hayat

Sultan II. Abdülhamid'in torunu Osman Ertuğrul Efendi, sürgünden ebediyete irtihal etti. Ardında, ecdadına yakışır bir hayat bıraktı...

<b>Ecdada yakışan bir hayat</b>

İstanbul'da bir huzurevinde yaşayan Sultan Reşad'ın torunu Emine Mukbile Sultan'ı hanedan mensupları zaman zaman ziyaret ediyordu. Abdülhamid'in torunu Osman Ertuğrul Efendi ile eşi Zeynep Hanım da 1994'te Mukbile Sultan'ın hatırını soranlar arasındaydı. Sultan, bu vefa karşısında ağlamaya başlayınca Osman Ertuğrul Efendi, vakarını koruyarak onu teselli etti: "Vatan toprağındasınız. Burada Türkler var. Niye ağlıyorsunuz?" Hanedan reisliği de yapan Mukbile Sultan'ın eşi Ali Vasıb Efendi hatıratında, kuzeni Osman Efendi'yle ilgili şunları dile getiriyor: "Zeki, terbiyeli, hoş, haysiyetini koruyor ve birçok lisanlara aşina, takdir ettiğim ve sevdiğim bir kardeşimdir. Son derece vakarlı, ailesini her yerde ve her vesile ile tutan, şerefli bir genç idi." Yakınındakilerin ise "Kompleksleri yoktu. Hiç kimseyi suçlamazdı, küçük şeyleri konu bile etmezdi, her zaman pozitifti." diye anlattığı Osman Ertuğrul Efendi, geçen hafta (23 Eylül) vefat etti. Sultan Mahmud Türbesi'nde, dedesi Abdülhamid'in yanına defnedildi. 97 yaşındaki Osman Efendi, böbrek ve solunum yetmezliği sorunu yaşıyordu. 700 yıllık Osmanlı hanedanlığı geleneği dikkate alındığında, ailenin en uzun yaşayan üyesi unvanını almış oldu. Ailede en uzun yaşayan üye bugüne kadar Sultan Abdülhamid'in kızı Şadiye Sultan idi. 1977'de vefat ettiğinde 91 yaşındaydı. Ertuğrul Gazi 90 sene yaşadı, Kanuni Sultan Süleyman ise vefat ettiğinde 72'sindeydi. Sultan Abdülhamid'in en sevdiği erkek çocuğu olarak bilinen Burhaneddin Efendi ile Aliye Melek Nazlıyar'ın evliliğinden iki çocuk oldu. 1911'de Mehmed Fahreddin, 31 Ağustos 1912'de ise Osman Ertuğrul dünyaya geldi. Osman Efendi, kamuoyunda bilinenin aksine sarayda değil, babasının Nişantaşı'ndaki evinde doğdu. Bu esnada dedesi Sultan Abdülhamid, Selanik'teki Alâtini Köşkü'nde zorla tutuluyordu. Torununun doğumundan 2 ay kadar sonra İstanbul Beylerbeyi Sarayı'na getirildi. Ancak torunu ile birlikte fazla zaman geçiremedi. Zaten Osman Ertuğrul, dedesini hatırlayacak yaşta değildi. Sultan Abdülhamid 1918'de vefat ettiğinde o 7 yaşındaydı. 2004 yılında Aksiyon'a verdiği röportajda dedesi ile ilgili şunları anlatmıştı: "Biz büyükbabamızı her istediğimizde göremiyorduk. Müsaade ile gidiliyordu. Zannedersem bugün yaşayanlar arasında Abdülhamid ile yüz yüze gelen benden başka kimse yoktur. Kendisini 2-3 defa gördüm. Kanepede oturuyordu. Çocukları severdi. Büyükbabamın Beylerbeyi'nde öldüğü odada dua ettim." Sultan Abdülhamid, padişahlığının son yıllarında cuma selamlıklarına giderken arabada yanına en sevdiği oğlu Burhaneddin Efendi'yi oturturdu. 1617'den beri padişahlık tahtına ekber ve erşed (yaşça daha büyük ve reşit) olanlar geliyordu. Abdülhamid'den sonra sıra Mehmed Reşad Efendi'deydi. Sultan Abdülhamid ise imparatorluğu yönetebileceğine inandığı oğlu Burhaneddin Efendi'nin tahta geçmesini arzu ediyordu. Hatta hanedan kanununu değiştirmeyi bile düşündüğü ileri sürülüyor. Bu yüzden kardeşi Mehmed Reşad ile arası açılmıştı Abdülhamid'in. Burhaneddin Efendi küçük oğlu Osman Ertuğrul'u sık sık Avrupa seyahatlerine götürüyordu. Mart 1924'te Osmanlı hanedanına mensup kişiler yurt dışına sürgün edildiğinde de 12 yaşındaki Osman ve ağabeyi, tahsil için gittikleri Viyana'daydılar. 155 kişilik hanedan ailesinin ülkeden gönderilmesine karşın Osman Ertuğrul o esnada İstanbul'da olmadığı için "Ben kovulmadım!" diyordu bu trajik hikâyeye ilişkin. Osman Efendi, sürgün döneminde babasının parası olup olmadığı yönündeki soruya şu cevabı vermişti: "Babamın parası vardı. Çok zengin değildi; ama yine de iyiydi. (Aileden) çok sıkıntı çekenler oldu. Biz de, başkaları da yardım ettik onlara. Şehzadelerin hepsi zengin değildi. İstanbul'da iken yalıları ve maaşları vardı. Nice'te sıkıntı çeken çoktu. Kimse aç kalmadı." Annesi ile babasının boşanmasından sonra babası ile Viyana'ya yerleşti. İstanbul'dan ayrılan hanedan mensuplarını orada karşılıyorlardı. Tahsilini Viyana'nın yanında Paris'te de sürdürdü; felsefe ve politika eğitimi gördü. Babası Burhaneddin Efendi ile Viyana'da kaldıkları otele kendilerini ziyarete gelenlerden biri Adolf Hitler'di. Ancak Burhaneddin Efendi, Hitler'le otel odasında değil, lobide görüşüyor; bu diktatör adayına yüz vermiyordu. Osman Ertuğrul Efendi, ilk defa 1933'te gittiği Amerika'da 60 yıldan fazla yaşadı. Önce Amerika'da bir iş buldu, 1952'de Kanada'da madencilik şirketi kurdu. Güney Amerika'da birçok maden ocağı açtı. Altın, taş, demir gibi madenler arıyordu. Hükûmetler için inşaat işine girdi, yollar yapmaya başladı. İş sebebiyle sık seyahat ettiği için aile mensuplarıyla bir araya gelemiyordu. Bu tarihe kadar hiçbir ülkenin vatandaşlığına geçmedi. Pasaportu olmamasına rağmen birçok ülke vize veriyordu. Annesi Aliye Nazlıyar Hanım, Burhaneddin Efendi'den boşandıktan sonra İttihatçıların maliye bakanlarından Cavit Bey (İzmir suikastına adı karıştığı gerekçesiyle 1927'de idam edildi) ile evlendi. Bu evlilikten Şiar (Yalçın) adında bir çocuğu oldu. Burhaneddin Efendi 1949'da New York'ta vefat ettikten sonra cenazesi gemi ile İstanbul'a getirildi. Hanedan mensuplarının ülkeye girmesinin yasak olmasından dolayı Burhaneddin Efendi'nin cansız bedeni bile bu yasağı delemedi. Geminin limana yanaşmasına dahi izin verilmedi, yolcular motorla karaya çıktı. Bunun üzerine gemi Lübnan üzerinden Şam'a yöneldi, cenaze Selimiye Camii'ne nakledildi. Defin de askerî törenle burada yapıldı. "Cenazenin alınmaması beni üzdü." diyen Osman Ertuğrul Efendi, Dürrüşehvar Sultan gibi Türkiye'ye küsmedi. Dürrüşehvar Sultan, babası Halife Abdülmecid'in 1944 yılında vefat etmesinden sonra Türkiye'ye gömülmesini arzulamış ancak dönemin yönetimi buna izin vermeyince ülkesine küsmüştü. Vasiyetinde Türkiye'ye gömülmek istemeyen Dürrüşehvar Sultan 2006'da vefat ettiğinde Londra'da defnedildi. Hanedana mensup kadınlara ülkeye giriş yasağı 1952 yılında, erkeklere ise 1974'te kaldırıldı. Osman Ertuğrul Efendi, o yıl Venezüella'da bulunuyordu. Yasağın kalktığına ilişkin haberi götüren elçi onu maden ocağında bulmuştu. Elçi'nin "Af çıktı. Vatandaşlık için artık başvurabilirsiniz." haberi onu çok mutlu etmemişti. Zira af, birçok suçlu insanı da kapsıyordu. Suçlularla beraber affedilmeyi içine sindirememiş ve "Hiçbir zaman kabahat işlemediğimiz için bizim affa ihtiyacımız yok." demişti. 2004 yılında New York'ta iken önce dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile ardından Başbakan Tayyip Erdoğan ile, bir araya geldi. Bu görüşmelerin neticesinde 80 yıl sonra Türk pasaportu aldı. Bunun üzerine, "Çok makbule geçti. Benim açımdan çok farklı oldu. Aslında, pasaportum olmuş olmamış çok önemli değil. Sadece bir resmiyet kazandı. Nitekim, 1974 yılında izin vermişlerdi zaten. Türkiye'ye ilk kez 1992'de geldim." diye memnuniyetini dile getirdi. 1994 yılından beri Osmanlı hanedanına reislik yapan Osman Ertuğrul Efendi, saltanat kaldırılmasaydı padişah olacaktı. Mehmet Orhan Efendi'nin vefatı üzerine reislik 82 yaşında iken kendisine geçmiş ve yaşından dolayı "Çok uzun sürmeyecek." demişti. Osman Ertuğrul Efendi'nin Osmanlı hanedanlığına mensup olduğu, yaşadığı ülkelerin yönetimi tarafından biliniyordu. Ancak o ne eğitim ne de iş hayatında bu sıfatı kullandı. Hatta Türkiye'de bile hanedanın elinden alınan mirasları geri istemediğini açıkça söylüyordu. Hanedan mensubu olmasından kaynaklanan saygıyı Avrupa ve ABD'de gördü. 'Hanedan geri dönüyor' türünden paranoyalara da karşı çıkıyordu: "Bir kral koyuyorsunuz, müthiş bir masraf. Ağzını açmıyor, bir şey söylemiyor. İdare etmiyor. Bir sembol. Bu memleketin sembole ihtiyacı yok." Politikaya atılması konusunda da net konuşuyordu: "Hiç düşünmedim, politikayla meşgul olmadım. Politika ile ilgili Fransa'da mektebe gittim; ama karışmak niyetinde değilim. İmparatorluk zamanları geçti." AKSİYON
<< Önceki Haber Ecdada yakışan bir hayat Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER