Hükümet'ten taviz üstüne taviz mi?

Basında yazılanların bir kısmına bakıldığında 'hükümetin teröristlere taviz üstüne taviz verdiği' gibi bir izlenim ediniliyor.

<b>Hükümet'ten taviz üstüne taviz mi?</b>

Durumun sanıldığı gibi olmadığını, en azından öyle olmaması gerektiğini, altını çizmek için İngiltere'de 1990'larda yaşanan olaylar çerçevesinde değerlendirerek ortaya koymaya çalışacağız. İngiltere'de 15 Aralık 1993'te imzalanan 'Joint Declaration on Peace: The Downing Street Declaration' barış anlaşması ve bunun sonucu olarak da 'terör' örgütlerinin 'ateşkes' ilan etmeleri sonucu Kuzey İrlanda'da hava birden değişmişti. Fakat hemen hemen hiç kimse yeni durum hakkında yorum yapacak durumda olmadıkları gibi, gelecekle ilgili öngörüde bulunacak durumda da değillerdi. Bu anlaşmayı 22 Şubat 1995'te yayınlanan 'Framework Document' (Çalışma Şartı) takip etti. Yeni şartname hem İngiliz hükümetine hem de Serbest İrlanda hükümetine yerine getirmeleri gereken birçok görev yüklüyor ve İrlanda adasının güneyinde ve kuzeyinde yaşayan insanların hepsinin 'barış sürecine' katılımlarının sağlanması arzu ediliyor ki, barış süreci kesintiye uğramasın ve 'şiddet, terör ve kan' dursun. Bu yeni durum, bazılarının hiç hoşuna gitmedi. Özellikle Unionists (İngiltere'ye bağlılığı savunanlar) koro halinde hükümetin 'teröristlere' taviz üstüne taviz verdiğini ifade ediyorlar ve yapılan çalışmalardan bir sonuç çıkmayacağını belirtiyorlardı. Bu koroya katılanlardan birisi de BBC'nin Dünya Servisi'nde çalışan Peter Robinson'du ve 22 Nisan 1995'te şunu ifade ediyordu: "IRA hiçbir şey yapmıyor. Ne silahlardan vazgeçeceğini, ne şiddetten vazgeçeceğini ne de örgütünü dağıtacağını ifade ediyor. Kesinlikle hiçbir şey yapmıyor. Yapılanlar tek taraflı IRA'ya verilen siyasal tavizlerdir. Bu bir barış süreci değildir, bu bir teslimiyet sürecidir." Tıpkı 30'dan fazla PKK'lı 'teröristin' dağdan inerek 'Pişmanlık Yasası'ndan yararlanmaları manzarasının Türkiye'de bazılarına 'şok' yaşattığı gibi. Hükümetin 'devlet politikası' haline getirdiği 'demokratik açılım' paketinin bir 'barış' süreci başlatmayı dahası terörle 'etkin bir mücadeleyi' amaçladığı bilindiği halde bunun nasıl hayata taşınacağı konusunda 'alışılmışın dışında' bir gelişme beklemeyenlerde oluşturduğu 'şok'yaşanmaktadır. Eğer dağdan inenler tutuklansa ya da bir şekilde öldürülseydi, bazıları bu 'şok' durumunu yaşamayacaklardı. Hatta 'tutuklanmaları' için mahkemeye sevk edilen 5 kişi için yapılan haberlere bakıldığında, bazıları 'kesin tutuklanacaklar' şeklinde bir hava estiriyorlardı. Neyse ki olmadı. Çünkü, 'barış sürecinde' asıl olan 'güven'dir. Taraflar, birbirlerinin sadece sözlerine değil, aynı zamanda davranışlarına da güvenmek durumundadırlar. Eğer güven olmazsa süreç başarılı olamaz. Örneğin IRA, 31 Ağustos 1995'te, tamamen silahlı mücadelesini durdurduğunu açıklamış olmasına rağmen 9 Şubat 1996 yılında Londra yakınlarında uzaktan kumandalı bombayla iki kişinin ölümüne yol açmış ve bunu, hükümetin sözlerinde durmadığından bu yola başvurduğunu açıklayarak savunmaya çalışmıştır. Buna ek olarak, İngiltere'de barış süreci 15 Kasım 1985'te imzalanan 'Anglo-Irish Agreement'le başladığı halde Sinn Fein ve lideri ikna olmadığı ve inandırılamadığı için on yıllık bir gecikmeyle hayata taşınmıştır. Hatta Conservative (Muhafazakâr) Parti hükümeti Sinn Fein'i devre dışı bırakmaya çalıştığı 1993-1995 arasında barış sürecinde ciddi mesafe alamazken, 1997 yılında iktidara gelen Labour (İşçi) Partisi hükümeti, söz konusu partiyi sürece dahil ettikten sonra hem IRA 'ateşkes' ilanını yenilemiş hem de bir yıl sonra şu andaki (10 Nisan 1998, Good Friday Agreement) yürürlükte olan anlaşmayı bütün partilerle imzalamış ve Kuzey İrlanda'ya barışın gelmesine ve terörün bir bakıma bitmesine sebep olmuştur. Yukarıdaki örneğe bakıldığında, bir bakıma Türkiye'de yaşananlar, yazılanlar ve söylenenler arasında bir paralellik olduğu gözüküyor. Birisi diyor ki; 'AK Parti sürece başladığı andan itibaren kontrolü elinde bulunduran bir eda içerisine girmiş olsa bile Habur'da yaşananlar olayların kontrolünün DTP'ye hatta PKK'ya geçtiği endişesini oluşturdu bende.' Bilmiyorlar ki, tarihe bakıldığında, 'teröristlerin' silahlara veda etmeleri bu şekilde oluyor. Orduların savaştan vazgeçmeleri, silahlarını bırakıp silahsız olarak teslim olmalarıyla sağlanıyor. Dolayısıyla Türkiye'de şu anda yaşananlar, geçmişte birçok ülkede yaşandı.Birilerinin savunduğu gibi 'dağlarda tek bir tane dahi terörist kalmayıncaya kadar' öldürerek terörle mücadelelerin başarılı olmadığı terörle belli bir süre yaşamış devletlerin tarih sayfalarında yerini almaktadır. 3 Kasım 1989'da İngiliz hükümetinin Kuzey İrlanda'dan sorumlu bakanı Peter Brooke, "Askerî tedbirle IRA tamamen yenilemez, bu nedenle görüşmeler şiddeti bitirmek için sürdürülmelidir." demiştir. Bu düşünceler çerçevesinde, İngiliz hükümeti barışa katkısı olan herkesle görüşmüştür. Hatta Başbakan John Major, açıktan IRA ile görüşülemeyeceğini kamuoyuna açıklamış olmasına rağmen 28 Kasım 1993 tarihinde başbakanın aracılar ve MI5 (İç İstihbarat Teşkilatı) görevlileri vasıtasıyla gizli görüşmeler yaptığı ortaya çıkmıştır ki; IRA'nın Peter Brooke'un bakanlığı döneminde artık şiddetten vazgeçmesi bu görüşmeler esnasında gerçekleşmiştir. KARŞILIKLI GÜVEN ŞART Türkiye'de yıllardır süren ve sürdürülen 'terörle mücadele'nin yanlış olarak uygulanmasından ve Türkiye'de yaşayan insanların da bu mücadele şeklini 'doğru' olarak algılamasından kaynaklanan yanılgı sanırız, hem 'demokratik açılım' konusunda hem de bundan sonra olacak gelişmeler konusunda insanımızın doğru bilgilendirilmesine olan ihtiyacı artırmaktadır. Aksi takdirde, özellikle 'şehit aileleri' başta olmak üzere, toplumun önemli bir kesimi farklı argümanlarla hem hükümete hem de 'yeni terörle mücadele' çalışmalarına karşı 'sokağa' dökülebilirler. Bu konuda başta hükümet olmak üzere, bütün siyasal partilere ve sivil toplum kuruluşlarıyla aydınlarımıza ciddi görev düşmektedir. Unutulmaması gereken çok önemli bir konu vardır ki; o da 'dağda da olsalar' ve PKK gibi bir terör örgütünün emirlerini yerine de getiriyor olsalar, bu insanların önemli bir miktarı tıpkı birçoğumuz gibi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdırlar. Onları 25 yıldan daha uzun bir süre, askerle, polisle dahası güvenlik güçlerinin gücünü kullanarak canlı olarak 'dağlardan' indirmeyi başaramadık. Şiddet ancak şiddet doğurdu. Ve silah kullanarak da 'dağdakileri' evlerine döndürmek, en azından yakın bir gelecekte, mümkün gözükmüyor. Öyleyse, 'demokratik açılımla' dağdan indirmeyi başarabiliyorsak, bunu denemenin kimseye zararı olmayacağı gibi, hem terörü durduracak, azaltacak ve zamanla bitirecektir hem de ülke kaynakları boş yere israf edilmemiş olacaktır. Başarılı bir terörle mücadele, ciddi güvenlik önlemleri tavizsiz olarak uygulanarak, bunun yanında 'barış sürecinin' de siyasal olarak, güven telkin edici şekilde sürdürülerek sonuç almaya yönelik çalışmalarla yapılır. Sanırız yeni dönemde Türkiye'nin bir taraftan güvenlik önlemlerinden taviz vermemesi diğer taraftan da taahhütlerinde inandırıcı olması, arzulanan demokratik açılımın faydalarını kısa sürede ortaya çıkaracaktır. ZAMAN-Dr. Bekir Çınar
<< Önceki Haber Hükümet'ten taviz üstüne taviz mi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER