Resmi
belgelere dayanarak
Ermeni ailelerin
vergi kayıtlarını yayınlayan
dergi,
Veli Küçük'ün kökeni üzerinde duruyor. Habere göre
Veli Küçük, 9
Mayıs 1944'te
Bilecik'e bağlı Gölpazarı ilçesinin
Türkmen köyünde dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin dört çocuğundan birisiydi. Veli Küçük, bebekken
vefat eden ağabeyinin ismini almıştı.
Osmanlı kayıtları, Türkmen köyünde Ermenilerin çoğunlukta olduğunu gösteriyor. O dönemde köyde çok az Türkmen yaşıyordu. Gerek 1530 yılına ait
Tapu Tahrir kayıtlarında, gerekse 1680 'Avarız Vergisi' (
Seferberlik) kayıtlarında Türkmen köyünün adı geçmiyor. O tarihte ya böyle bir köy henüz kurulmamıştı veya 18. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar geçen sürede köyün ismi değişti. Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra yapılan vergilendirme çalışmalarında köyün yüzde seksen beşini Ermenilerin oluşturduğu görülüyor. 'Türkmen köyündeki iki yüz hanenin 171'i Ermenilere, 29'u
İslam ahaliye aittir' deniliyor. 1909 yılında yapılan bir nüfus çalışmasında köyün 467 haneden oluştuğu ve 2.450 kişinin yaşadığı tespit edilmiş.
Ermeni nüfus hakkındaki vergi kayıtlarında iki isim dikkat çekiyor. Küçükoğulları'ndan Artin'in 30
kuruş ve Küçükoğulları'ndan Minas'ın oğlu Haçik'in 30 kuruş vergi ödediği görülüyor. Bugün, Küçükoğulları'na ya da Türkmen köyünün Ermeni halkına ne olduğu bilinmiyor. Tehcir ya da başka bir nedenle köyü boşalttıklarına dair herhangi bir belge yok. Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra bazı köy ahalisi Küçük
soyadını almış. Habere göre, Veli Küçük anadili gibi
Ermenice konuşabiliyor.
GÖKTAŞ'IN BABAANNESİ ERMENİ
Haberde tehcir sırasında büyük dramlar yaşayan Ermeni ailelerin hikâyelerine yer veriliyor. Bunlardan biri de,
Güneydoğu'daki çok sayıda
faili meçhul cinayete adı karışan
Ergenekon sanığı
emekli Albay Levent Göktaş'ın babaannesi.
Tokat nüfusuna kayıtlı Dilber Göktaş'ın babası Ohan, annesi ise Bartuhi. Bir
Müslüman ile evlendirilmiş. Mustafa Levent Göktaş ise Dilber Göktaş'ın torunu. Babaannesi Ermeni kökenli olan Göktaş'ın anne tarafı Safranbolu'nun Karan köyünden.
İşte Chronicle Dergisi'nde yayınlanan haberin tam metni
KÜÇÜKOĞULLARI VE VELİ KÜÇÜK
Yüzyıl başına kadar Bilecik-Türkmen köyünün yüzde 85'i Ermeniydi. Küçükoğulları sülalesi de bu köydendi. Günümüzde ise Türkmen köyünde tek bir Ermeni bile yaşamıyor. Ortadan kaybolan Küçükoğullarına ve köydeki diğer Ermenilere ne olduğunu bilmek imkânsız.
Çok değil, bundan sadece birkaç sene önce Veli Küçük'ü hemen her gün bir etkinlikte görebiliyorduk. Gün oluyor
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyi
anma toplantısında boy gösteriyordu, gün oluyor Türk
Ceza Kanunu'nun ünlü 301. maddesinden yargılanan Hrant Dink'in
davasında karşımıza çıkıyordu. Garip bir şekilde Veli Küçük'ün geçmişi unutturulmuş, muteber bir isim olup çıkmıştı karşımıza. Oysa Küçük,
Susurluk Skandalı sonrasında en çok konuşulan, tartışılan isimlerin başında geliyordu.
Kamu görevlisiydi ama kamu görevlisi kimliğiyle uyuşmayan pek çok isimle birlikte anılıyordu.
Veli Küçük Bilecikliydi. Bilecik'in Gölpazarı ilçesinin Türkmen köyündendi. Köyüne, memleketine bağlılığı aşk derecesindeydi. Türkmen köyü, Osmanlı İmparatorluğu'na beşiklik yapmış bir
bölgedeydi. Adından da anlaşılacağı üzere Yörük köyüydü. Yöre milliyetçi-muhafazakâr kimliğiyle biliniyordu. O yüzden Veli Küçük'ün emekli olduktan sonra geliştirdiği refleksler, katıldığı toplantılar kimsenin ilgisini çekmiyordu. Sonuçta bu toplantılar büyük kalabalıkların toplandığı organizasyonlar değildi.
Ta ki
Danıştay Saldırısı'na kadar. Danıştay Saldırısı ve hemen ertesinde Ümraniye'de bir gecekonduya gerçekleştirilen
baskın, ilişkiler ağının ortaya çıkmasını sağladı. Dün TBMM'nin çağrısına
cevap verme lüzumunu hissetmeyen, Susurluk
Araştırma Komisyonu'na ifade vermeyen Veli Küçük, bu operasyonlar çerçevesinde yakalandı. Şimdi Silivri'de
tutuklu olarak yargılanıyor. Operasyonlar sürdükçe de elinin-kolunun uzunluğu ortaya çıkıyor.
İsterseniz önce Veli Küçük'ün hayatının satırbaşlarına göz atalım, ardından da Bilecik'in Türkmen köyüne uzanalım.
Tarihin tozlu sayfalarında buranın Ermeni ahalisine, Küçükoğlu Haçik'e gidelim. Şimdi tek bir Ermeni'nin yaşamadığı köyde Veli Küçük'ün "komşularından" nasıl Ermenice öğrendiğini görelim. Anadili gibi Ermenice konuşan Küçük, soranlara bu dili 'Ermeni Komşuları'ndan öğrendiğini söylüyordu. Bu sırrın kapağını kaldıralım. O halde önce Veli Küçük'ün kısa tarihi...
AĞABEYİNİN ADINI ALDI
Veli Küçük, Türkiye'nin günd
emine 1996'nın son çeyreğinde girdi. Susurluk'ta meydana gelen kazadan sonra patlayan skandalda en çok geçen isimlerden bir tanesi de Veli Küçük'tü. O sırada albay rütbesiyle
Kocaeli'nde görev yapıyordu. 1996'da yapılan Yüksek Askeri
Şura toplantısında tuğ
generalliğe
terfi etti. O gün bugündür hep gündemimizde.
Veli Küçük, 9 Mayıs 1944'te Bilecik'e bağlı Gölpazarı ilçesinin Türkmen köyünde dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin dört çocuğundan birisiydi.
Annesi Emine, babası ise Mehmet Küçük'tü. Ailenin dört erkek çocuğu olmuştu; İbrahim, Arif, Veli. "Veli" ismi ailede iki çocuğa verilmişti. Veli Küçük ailenin son çocuğuydu ve kendisinden yedi yıl önce, bebekken vefat eden ağabeyinin ismini almıştı.
İlk eğitimini doğduğu köyün İlkokulunda aldı. Ortaokulu ise Gölpazarı'nda bitirdi. Daha sonra girdiği askeri lise sınavlarını kazandı ve Kuleli Askeri
Lisesi'ne kaydoldu.
Takvim yaprakları 1959 yılını gösteriyordu. 1963'te Kuleli'den, 1965'te Kara
Harp Okulu'ndan
mezun oldu. Emekli olacağı 2000 yılına kadar tam 35 sene orduda görev yaptı.
Edirne, Van,
Eskişehir,
Ağrı ve Kocaeli İl Jandarma Komutanlıkları görevlerinde bulundu. 1996'da tuğgeneralliğe terfi etti, "Paşa" oldu. General olarak Karadeniz'de
Giresun'da konuşlandırılan Giresun Bölge Komutanlığı'nın kuruluşunu tamamlayarak iki yıl Giresun Jandarma Bölge Komutanlığı görevinde bulundu.
Çanakkale Tugay Komutanlığı görevinde iken,
tugayı Bilecik iline naklettirdi. Bilecik'ten 2000 yılında tuğgeneral rütbesindeyken emekli oldu.
OTOYOL FİYATINA DEKOVİL
Efsane
JİTEM mensupları
Cem Ersever, Abdülkerim Kırcı,
Arif Doğan Güneydoğu'da Küçük'le birlikte çalışmışlardı. Doğan, şimdi Veli Küçük'le birlikte Ergenekon Davası'nda yargılanıyor. Ancak dava arkadaşı Cem Ersever, Ankara'da bir fail-i meçhule
kurban gitmişti. Abdülkerim Kırcı ise iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü'ne yönelik operasyonlar sırasında
intihar etmişti. Kırcı'nın intiharı en az Cem Ersever'in
ölümü kadar sır doluydu.
Küçük ve arkadaşları kurdukları itirafçılar sistemiyle Güneydoğu'da tam anlamıyla
terör estirmişlerdi. Bu dönemde bölgede işlenen 17 bin cinayet fail-i meçhul olarak kalmıştı. JITEM ve İtirafçılar ise bölge halkının korkulu rüyası haline gelmişti. Veli Küçük, Güneydoğu'dan sonra batıda, Kocaeli'nde "İl Jandarma
Alay Komutanlığı " görevinde bulundu. Tam o dönemde Küçük'ün görev sahasına giren
Sakarya-
Adapazarı-Hendek arası "Ölüm Üçgeni" olarak nitelendirilmeye başlamıştı. Çünkü
infaz edildikten sonra pek çok ismin cesedi bu bölgeye atılıyor ya da kaçırılan isimler bu bölgede öldürülüyordu. Bu bölgede cesedi bulunan isimlerin ortak Özelliği, şu yâda bu biçimde Güneydoğu'daki olaylara karışmış olmalarıydı.
Veli Küçük, 1999'da Çanakkale'de tugay komutanı olarak görev yapıyordu. Bir yıl sonra ise tugay merkezini Bilecik'e taşıdı. Çanakkale'de görev yaptığı sırada ilginç bir yolsuzluk haberiyle gündeme geldi. Tugayın bünyesinde yer alan 116. Er Eğitim Alayı'nda
küçük bir
demiryolu hattı inşa edilmişti.
Yemekhane ile mutfak arasında yapılan bu hat tam 800 milyar liraya mal olmuştu. 20 Haziran 2000 tarihinde bu hat hizmete açıldı.
Alayda er yemekhanesiyle mutfak arasına döşenen ve yemek taşımak için kullanılan hattın geçtiği yol üzerinde asılan bir levhada şu bilgiler yer alıyor; "Bu hat, İkinci Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanı
Tuğgeneral Veli Küçük'ün projelendirmesi ve şahsi girişimleri ile
İzmir Devlet Demiryolları Üçüncü Bölge Müdürlüğü'ne yaptırılmak suretiyle hizmete sunulmuştur. Bu dekoer hattı ile günde karavana hizmetlerinde kullanılan bin er tasarruf edilmiştir.
Maliyeti 800 milyar Türk lirasıdır."
Bu konu Aktüel dergisinde "Veli Küçük Kazık Büyük" başlığıyla haber oldu. Haberde, levhada dekoer hattı olarak belirtilen dekovil hattının inşasına 1999 yılı
Ekim ayında başlandığı ve yapımında erlerin çalıştırıldığı belirtiliyor. Raylar ve traverslerin İzmir'den hibe olarak alındığının belirtildiği haberde Devlet Demiryolları Bölge Müdürlüğü yetkililerinin, 800 milyar liralık bu rakamı çok abartılı bulduklarına dikkat çekiliyor. Görüşülen Bölge Müdürlüğü yetkilisinin, elektirifasyonu, sinyalizasyonu, ray ve traversleriyle birlikte bir kilometrelik demiryolunun maliyetinin dört milyar lira olduğunu söylediği kaydedilirken, aynı yetkilinin dekovil hattının bir kilometresinin yüzde 30�50 arası daha
ucuz olacağını da belirttiği ifade ediliyor.
Dolayısıyla sadece ray ve travers masrafı yapılmış 260 metrelik dekovilin maliyetinin 30 milyarı bulmadığı vurgulanıyor. Demiryolları yetkilisinin şu ifadesine de yer veriliyor: "Malzemenin hibe edildiğini göz önünde bulundurursanız, hattın neredeyse sıfır maliyetle yapıldığı ortaya çıkar."
Veli Küçük'ün tugay komutanı olarak
imza attığı skandalda
mesai arkadaşı ise alay komutanı Cafer
Tayyar Çağlayan'dı. Çağlayan da 9O'lı yıllar boyunca çok konuşulmuş,
Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nde mahkûmiyetle sonuçlanmış bir başka skandalın kahramanıydı. Çağlayan'ın adı Güneydoğu Anadolu'da
Yeşilyurt köylülerine insan dışkısı yedirmesiyle gündeme gelmiş ve olay uzun yıllar tartışılmıştı.
Küçük, 30
Ağustos 2000 tarihinde, TSK' dan emekli oldu. Bir yıl sonra, 2001 yılında, o dönemde
işadamı Hüsnü Özyeğin'in sahibi olduğu Fİ-BA Holding çatısı altında faaliyet gösteren "ENDİ" adlı perakende
satış mağazalar zincirinin
yönetim kurulu üyeliğine getirildi. Cafer Tayyar Çağlayan da aynı tarihlerde aynı
holdingin güvenlik biriminin başındaydı. Küçük bu göreve Hüsnü Özyeğin'in bacanağı ve ortağı Tunç
Çapa vasıtasıyla getirilmişti. Bu tanışıklığa Tunç Çapa'nın babası Vecdi Çapa ile Küçük'ün dostlukları neden olmuştu. Hem Vecdi Çapa, hem de Veli Küçük iyi birer avcıydı ve av sohbetleri yönetim kurulu üyeliğine giden sürecin önünü açmıştı.
Ancak holding yöneticileri hem Veli Küçük isminden, hem de bu isim çevresinde oluşan ilişkiler ağından rahatsızlardı ve rahatsızlıklar] zaman zaman ekonomi kulislerinde konuşuluyordu. Ancak bu ilişki ilerleyen yıllarda Özyeğin ve çevresinin işine çok yarayacaktı. Özyeğin, sahibi olduğu Finansbank'ı ve iştiraklerinin çoğunluk hissesini satmak istiyordu. Alıcılar arasında en yüksek
teklif Yunanistan'ın en eski ve en büyük özel bankası olan NBG (National
Bank Of Greece)'den gelmişti. Bankanın hissedarları arasında ise Yunan
Kilisesi vardı. Bankanın yönetim kurulunda kilise adına iki isim yer almaktaydı.
Finansbank'ın satışı sırasında bürokraside çıkacak pürüzler iddialara göre Veli Küçük'ün bağlantıları sayesinde aşılmıştı. Kamuoyundan gelecek tepkilerde yine Küçük isminin grup yönetim kurulunda olduğu bilgisinin basına sızdırılmasıyla durduruldu. Çünkü Küçük ulusalcı kimliğiyle bilinen bir isimdi ve Ulusalcılarla
eylem birliği içerisindeydi. Dolayısıyla bu ismin içinde yer aldığı bir satışta yanlış bir iş olamazdı.
TÜRKMEN KÖYÜNÜN ERMENİLERİ
Veli Küçük emeklilik yıllarını boş geçirmemişti.
A haberleri'>FİBA Holding yönetim kurulu üyeliğinin yanında 2004'te "Stratejik
Güvenlik" adlı şirketin kurucuları arasında yer aldı. Şirketin diğer ortakları da kamuoyunda ilgi
çekici nitelikte idi:
İstanbul eski valisi
Erol Çakır, eski
emniyet müdürü (İstanbul
Narkotik Şube Müdürü) Nihat Kubuş, emekli Hava Albay Turan Özkışlalı ve Turan Yazgan'ın yeğeni iş adamı
İlhan Yazgan'dan oluşuyordu.
Memleketi olan Bilecik, Küçük'ün kariyeri için çok önemli köşe taşlarından biri olmuştu. İlk kez yeni bir
teğmen olarak 1966'da Bilecik'te göreve başlamıştı. 2000'de ise yine aynı yerden tuğgeneral rütbesinde emekli olmuştu. Kişisel tarihinde bu derece önem taşıyan Bilecik ve Özelinde Gölpazarı-Türkmen köyü nasıl bir geçmişe sahipti?
Türkmen köyü, Osmanlı dönemi kayıtlarına göre Ermenilerin ezici çoğunlukta olduğu bir yerleşim birimiydi. Köyde çok az Türkmen yaşıyordu. Gerek 1530 yılında yapılan Tapu Tahrir kayıtlarında, gerekse 1680 yılma ait "Avanz Vergisi" (Seferberlik Vergisi) kayıtlarında Türkmen köyünün adı geçmemekteydi. Ya bu dönemde böyle bir köy bulunmuyordu. Yani henüz kurulmamıştı. Ya da 18. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar geçen sürede köy isim değiştirmişti. Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra yapılan vergilendirme çalışmalarını da bu köyün yüzde 85'ini Ermenilerin oluşturduğu görülmektedir. Daha ayrıntılı bir ifadeyle, Türkmen köyündeki iki yüz hanenin 171'i Ermenilere, 29'u ise "İslam ahali"ye aitti, Tanzimat Dönemi'nde Osmanlı İmparatorluğu'nda köklü bir mali reform yapılmıştı. Devletin gelir ve giderlerini görebilmek için de vergi gelirleri merkezi bir denetime tâbi tutulmuştu. Bu sırada tutulan vergi kayıtları yerleşim yerlerinin sosyo-
ekonomik tarihleri açısından son derece önemli kaynaklardı. Vergi kayıtlarının bir başka özelliği ise erkek nüfusun isimlerinin yanı sıra bu nüfusa dair ekonomik gelir bilgilerini de ihtiva etmesiydi.
İronik bir şekilde ismi Türkmen ama büyük çoğunluğu Ermeni olan bu köyün, vergi kayıtlarından bazı örnekler vermek yerinde olacaktır. Böylece bu kayıtların nasıl tutulduğu hakkında bir fikir elde edilebilir. Örneğin 1841 yılına ait söz konusu kayıtlarda; "Papas Kirhor oğlu Sağman, erbab-ı zîra-atten (
çiftçi), 35 dönüm mezru (ekilmiş)
tarla, 7 dönüm harir (ipek) bahçesi (dutluk), 3 dönüm bağ, 1 çift öküz, 1 merkeb, 1 sağman
inek (senelik hasılata 15 kuruş), 1 boz inek, 25 sağman
koyun 125 kuruş senelik hasılata, 11 adet boz koyun 27,5 kuruş senelik hasılata, 18
kuzu, 50 sağman
keçi 122 kuruş hasılata, 58 oğlak" gibi oldukça detaylı bilgileri görmek mümkündür. Buna göre Papas Kirhor oğlu Sağman'ın senelik vermesi gereken tahmini vergi 3209,5 kuruş olarak tespit edilmişti.
Başka bir örnek, bir önceki sene verdiği vergi 130 kuruş olan İnce Artin veled Haçador'un sahip olduğu menkul, gayr-i menkul ve hayvanatına dairdir; "Gayr-i mezru (ekilmemiş) tarla 2 dönüm, harir bahçesi (dutluk) 5 dönüm, hasılât-ı senevisi (senelik gelir) 700 kuruş, 1 dönüm bağ, hasılât-ı senevisi 100 kuruş, 1 adet boz inek, 1 katar". İnce Artin'in vergisi ise talimini olarak 670 kuruş kadar tespit edilmişti.
İşte bu kayıtlar değerlendirildiğinde, Türkmen köyünün, çoğunluğu Ermenilerden müteşekkil bir Ermeni köyü olduğu apaçık görülmekteydi. Bir nevi nüfus kaydı olarak da algılanabilecek olan bu kayıtların yanında, Osmanlı Devleti'nde Dahiliye Nezareti'nin büyük bir titizlikle tuttuğu nüfus kayıtlan da mevcuttu.
Var olan belgelere bakıldığında bir Ermeni yerleşkesi olan bu köy hakkında nitelikli bir istatistik tutulduğu anlaşılmaktadır. 1909 yılında yapılan bir nüfus çalışmasında köyün 467 haneden oluştuğu ve 2 bin 450 kişinin yaşadığı tespit edilmişti. Yani, 1841 yılında 200 olan hane sayısı 467'ye çıkmıştı. Buradan anladığımız kadarıyla bu köyde nüfus kısa sürede ikiyi katlanmıştı. Bu
nüfus artışı ile birlikte köy daha kolay idare edilebilsin diye ikiye bölünmüştü. Bu mahalleler "Aşağı" ve "Yukarı" isimlerini almışlardı. 1967 yılında
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Ana
Bilim Dalı'nda Mustafa Türközü'nün "Bilecik Vilayeti Yer Adları" başlığı altında hazırladığı bitirme tezinde Türkmen köyünün bir Ermeni köyü olduğu açıkça belirtilmekte.
Bir başka belge ise 1915 yılına ait nüfus sayımında Hüdavendigar vilayetinin (
Bursa) Gölpazarı kazasının köy nüfuslarını göstermektedir. Buradan hareketle Türkmen köyündeki Ermeni nüfusunun çok artmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre köyde 2460 Gregoryan Ermeni yaşamaktaydı. Yeni yeni gelişmeye başlayan Katoliklerin sayısı ise Ermeniler arasında sadece 22 kişiydi.
Burada Ermeniler arasındaki ilginç bir çalışmaya değinmek gerekecek. Bu çatışma Gregoryan ve Katolik Ermeniler arasında yaşanmıştır. Aslında, daha genel anlamda 19. yüzyılda Ermeni cemaatleri arasında bu şekil mücadeleler olduğu bilinmektedir. Nitekim 1850'lerde Türkmen köyündeki bazı Ermeniler Katolik mezhebine geçmek istediklerini bir dilekçe ile Osmanlı merkezi idaresine sunmuşlardı. Yaklaşık 80 kadar Ermeni'nin imzasını gördüğümüz bu arzuhalde ifadeler aynen şu şekilde geçmektedir;
KÜÇÜKOĞULURI NEREYE GİTTİ
"Yedimizde bulunan kitapları tecessüs ve manasını
İncil-i Şerife tatbik ederek el-hasıl sâlik olduğumuz yol il-mü't-
tayin bilip anlayıp ve ol veçhile mezheb-i Katolikanı hüsn-i hulusla kabul edip bundan böyle de hiç bir ve-cihle Katoliklikten ayrılacağımız yok." Dilekçeyi
Osmanlıca yazan Ermeniler, isimlerini ve mühürlerini Ermeni alfabesiyle yazmış ve basmışlardı.
Katolikliğe geçmek isteyen bu Ermeniler ellerindeki kitapları anlamak ve manalarını ilmi bir şekilde İncil'e uygulamak için köylerine bir Katolik
papaz istemektedirler. Ayrıca, köydeki diğer Gregoryan Ermenilerinden (apostolik) korunmak için Osmanlı makamlarından korunma talep etmektedirler. Buna mukabil, Gregoryan Ermeniler bu durumdan hiç hoşnut olmayarak yaşanan mezhep değişikliğini Bursa'daki
Fransız konsolosluğunun bir tertibi olarak görmektedirler.
Osmanlı Devleti'nin mali kayıtlarının bir parçası olan Cizye defterlerinde de Veli Küçük'ün köyü olan Gölpazarı'na bağlı Türkmen köyü hakkında bilgi bulmak mümkündür. 1845 (H. 1263) tarihli bir cizye kaydında söz konusu köydeki bütün Ermeni nüfus hakkında vergi kayıtları tutulmuşken, aralarında iki isim oldukça dikkat çekicidir; "Küçükoğulları'ndan Artin'in 30 kuruş" ve "Küçükoğulları'ndan Minas'ın oğlu Haçik'in 30 kuruş" vergi verdikleri görülmektedir. O dönemde Ermeni milletinden Küçükoğulları ailesinin ödediği 30 kuruş vergiden ailenin maddi durumunun iyi olduğu ortadadır.
Nitekim yukarıda bahsedilen vergi kayıtlarında da Küçükoğlu Minas'ın oğlu Haçik'e ait bir kaydın olduğu görülmektedir. Bu kayıtta, 2 dönüm ekilmiş tarlası, 2 dönüm ipek bahçesi, 1 dönüm bağ olup senelik tahmini kazancının 470 kuruş olduğu anlaşılmaktadır.
Tüm bu kayıtlardan sonra Küçükoğulları'na ya da Türkmen köyünün Ermenilerine ne olduğu bilinmemektedir. Tehcir ya da başka bir nedenle köyü boşalttıklarına dair tek bir belge bulunmamaktadır. Ancak Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra köydeki bir kısım kimseler Küçük soyadını almışlardı.
Bugün Türkmen köyünde tek bir Ermeni bile yok. Veli Küçük ise anadili gibi Ermenice konuşabiliyor. Yakın çevresine bu dili köydeki komşularından öğrendiğini söylüyor. Küçük
Paşa'ya Ermenice'yi acaba kim öğretti?
ZAMAN